Kişisel, kurumsal, toplumsal hayatın içinde; insanın bir kendisi, bir de ihtiyaçları var. Kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları; bu iki eksen etrafında mal ya da hizmet üretiyorlar.
Aslında, dünya ve içindekiler; insanın huzur ve güven içinde yaşamasına uygun yaratılmış. Yerler, gökler ve denizler; temel ihtiyaçlarımızı karşılayacak nimetlerle donatılmış.
Birileri, ekinleri ve nesilleri ifsad edip fıtratı bozdukları için; kendi ayağımıza balta vuruyor, bindiğimiz dalı kesiyor, felaketten felakete sürükleniyoruz. Bize ikram edilen nimetleri, aramızda adil ve makul ölçüler içinde paylaşıp kullanmadığımız için; krizlerin, anarşilerin, bunalımların içine giriyoruz.
Ayağımızla toz kaldırıp; ağzımızla yutma durumu hasıl oluyor. Daha çok soruya cevap vermek, daha çok soruna çözüm üretmek; kaçınılmaz bir zaruret haline geliyor.
İşte bu noktada; zamanı, imkanı, insanı daha iyi organize etme ihtiyacı var. Sabit değerlerini stratejik değerlere dönüştürerek, sürdürülebilir projeler geliştirebilen ülkeler ve toplumlar; insanı kuşatma ve ihtiyaçlarını karşılama konusunda daha başarılı oluyorlar.
Türkiye, hayatın diğer alanlarında ve konularında olduğu gibi; sosyal sorumluluk projeleri konusunda da ciddi mesafeler aldı. Kamu kurumlarının uygulamaları ve sivil toplum kuruluşlarının gönüllü çalışmaları sayesinde; neredeyse, el atılmadık hizmet alanı kalmadı.
Özgün hamleleriyle, "adı gibi" olma yolunda adım adım ilerleyen İstanbul Medeniyet Üniversitesi; geçtiğimiz hafta, yeni ve fevkalade güzel bir projenin başlangıcını yaptı. İstanbul Valiliği ile Üsküdar Belediye Başkanlığı'nın katkı ve katılımlarıyla; sivil toplum kuruluşlarının yönetici kadrolarına, "sosyopark" çalışmasının detaylarını anlattı.
Tam adı ve açılımı; "Sosyal İşbirlikleri Bölgesi". Üniversite, Merkezi İdare, Yerel Yönetimler ve Sivil Toplum Kuruluşları işbirliğiyle; hayata ve insana dokunacak sosyal faaliyetlerin, akademik ve ekonomik yönden desteklenmesi projesi.
İlgili kişiler ve kurumlar nezdinde, algı ve altyapı oluşturmak amacıyla; toplam beş hazırlık yahut farkındalık toplantısı planlanmış. İlk adım olarak; sürecin merkezinde bulunması ve aktif görevler üstlenerek yer alması arzu edilen "sivil toplum örgütleri" ile başlanmış.
İkinci sırada, "merkezi idarenin taşra teşkilatları"; üçüncü sırada, "yerel yönetimlerin ilgili birimleri"; dördüncü sırada, "özel sektör işletmeleri"; beşinci sırada, "üniversiteler" var. Bilim ve teknoloji alanında, ileri adımlar atmak için organize edilen "teknoparklar" gibi; sosyal sorunların çözümlerine odaklanacak adımlar atma konusunda da, "sosyopark"ların yaygınlaştırılmasını öngörüyorlar.
Eskiden beri, öncü adımların ön ayağını oluşturma özelliğiyle tanınan, bilinen Üsküdar'ın mevcut Belediye Başkanı Hilmi Türkmen; "sosyopark" algısının ve altyapısının oluşmasına, gelişmesine öncülük edecek böyle bir projenin içinde olmaktan onur duyduklarını ve duyacaklarını belirtti. Diliyle, üslubuyla, haliyle, tavrıyla "devlet baba"nın Payitaht'daki "babacan" temsilcisi olduğunu belli eden İstanbul Valisi Ali Yerlikaya ise; "halka hizmet hakka hizmettir" vurgusunu yaparak ve "insanların en hayırlısı insanlara hizmet edendir" ilkesini hatırlatarak, sosyal sorumluluk alanlarında ve konularında gönüllü hizmet üretecek sivil toplum kuruluşlarının emrine amade olduklarını ve olacaklarını ifade etti.
Projenin fikren sahibi, fiilen hamisi konumunda bulunan İstanbul Medeniyet Üniversitesi'nin Rektörü Prof. Dr. Gülfettin Çelik; dünyanın ve insanlık aleminin temel sorunları ile acil çözüm bekleyen gönüllü hizmet alanları konusunda özet bir sunum gerçekleştirdi. Oturumun ve organizasyonun hedef kitlesini oluşturan sivil toplum temsilcilerine; her türlü diyalog ve iş birliği için, açık çek verdi.
Görünen o ki; "teknopark"lar gibi, "sosyopark"lar da giderek yaygınlaşacaktır. Kamu, özel sektör ve sivil toplum işbirliğiyle; hayata ve insana dokunan nice sosyal projeler ortaya çıkacaktır.
Bu işin birinci basamağı; sorun alanlarını ve konularını doğru tespit ile öncelik ve önem sırasına göre tasnif etmektir. İkinci basamağı ise; hem önleyici, hem de tedavi edici çözümler üretmektir.
Bizim tespitlerimize göre; sebep-sonuç ilişkileri içindeki stratejik değeri bakımından, öncelikli hizmet alanı "aile" olmalıdır. Kurulması da, korunması da toplumun ortak hassasiyeti haline gelmelidir.
Şüphesiz, ikinci sırada, "örgün ve yaygın eğitim" hizmetleri var. Çünkü, eğitim kadroları va kurumları; hayatın bütün alanları ve konuları için, sosyal altyapı oluşturuyorlar.
Ancak, artık şeksiz ve şüphesiz olarak görüyor, biliyoruz ki; Türkiye, sadece Türkiye'den ibaret değildir. Başta yakın komşularımız ve gönül coğrafyamız olmak üzere; dünyanın her tarafında, olup biten her şey, bizi yakından ilgilendirir.
Bu açıdan baktığımızda; yapılacak çok şeyin olduğunu ve yedi gün yirmidört saat çalışmanın nerdeyse farz-ı ayn hale geldiğini görüyoruz. Çünkü biz; herkes için huzurlu ve güvenli olmayan bir dünyanın, hiç kimse için huzurlu ve güvenli olmadığını, olamadığını biliyoruz.
Öncelikle, her birimiz, günüllü hizmet üreten sivil toplum kuruluşlarının aktif üyeleri olmalıyız. Mevcut yapıları ıslah edip, daha fazla işe yarar hale getirmeli; ihtiyaç hissedilen tüm alanlarda ve konularda, yeni vakıflar ve dernekler kurmalıyız.