Önümüzde; çok bloklu ve çok cepheli savaşlarla dolu bir "dünya denklemi" var. Ülkeler ve toplumlar; ya ayakta kalıp varlıklarını devam ettirmenin ya da kendi değerleri ve doğruları için güç ve imkân devşirerek büyümenin, gelişmenin mücadelesini veriyorlar.
Ana güzergâhların "kavşak noktası" durumunda bulunan Türkiye; bir yandan eski oyunları bozmaya, öte yandan yeni bir oyun kurmaya çalışıyor. İçeride ve dışarıda; tarihi ve kültürel kimliğine yakışan köklü değişimi, dönüşümü gerçekleştirmek için uğraşıyor.
Bu hal ve gidiş esnasında; iç ihtilafların, çatışmaların, sürtüşmelerin asgariye indirilmesi gerekir. Çünkü, malum olduğu üzere; bir cismin hareket hızı, güç ile sürtünme oranının çarpımından meydana gelir.
Ancak, ciddi düzeyde enerji kaybına yol açan yaygın bir sorunumuz var. İnsanların büyük bir çoğunluğu; "körü körüne karşıtlık ya da taraftarlık" yapıyorlar.
Sosyal ve kültürel, siyasal ve ideolojik, dini ve etnik kimlikler; ayrışma, hatta çarpışma sebebi oluyor. Benimsenen yahut savunulan kişiler, kurumlar, değerler; "dokunulmaz tabular" haline geliyor.
Gençlik yıllarının duygusal, tepkisel tavırlarını; ileri yaşlara gelmiş kuşaklarda da görüyoruz. Artık "olgunluk", hatta "bilgelik" mertebesine erişmiş olması gereken kimselerin bile; "bağnazlık" yaparak, birilerini ötekileştirdiklerine şahit oluyoruz.
FANATİZM FELAKET GETİRİR
Sözünü ettiğimiz sosyal ve psikolojik durumu; sözlükler, "fanatizm" diye tarif ediyorlar. İnsanları ve toplumları; tehlikeli aşırılıklara, hatta büyük felaketlere sürükleyen bir yandaşlık olduğunu belirtiyorlar.
Allah(cc), Kur'an-ı Kerim'de; kullarına, "vasat ümmet" olmayı ve "orta yol" üzere yürümeyi emrediyor. O'nun şerefli elçisi, Hz. Muhammed(sav) ise; ifrat ve tefritten uzak durmayı telkin ederek, "aşırı giden helak olur" diyor.
Bilge adam Konfüçyüs; asırlar önce, çizgiyi aşmanın, çizgiye ulaşamamak kadar kötü olduğunu söylemiş. Denis Diderot; "Fanatizmden barbarlığa, tek adımda geçilir" demiş.
Martin Luther'e göre; karanlık, bir başka karanlıkla değil, ancak aydınlıkla kovulur. Oliver Wendell Holmes'e göre ise; "bağnazın aklı gözbebeği gibidir, ne kadar ışık alırsa o kadar küçülür" ve neredeyse yok olur.
Rahmetli Cemil Meriç; izimleri ve ideolojileri, idrakimize giydirilmiş deli gömleklerine benzetir. Bir zamanların sağ-sol çatışmalarının; "şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit" olduğunu belirtir.
Atalarımız, meseleyi veciz bir cümle ile özetlemişler. "Alçak yerde yatma, sel alır; yüksek yerde yatma, yel alır" demişler.
Sözün özü; körü körüne karşıtlığın ya da taraftarlığın, kimseye faydası olmaz, olamaz. En lüks, en kaliteli motorlu taşıtlar bile; çukurlarla, tümseklerle dolu yollarda hız yapamaz, beklenen zamanda menziline varamaz.
HİÇ KİMSE KUSURSUZ DEĞİLDİR
Tevhid dinlerinin ortak inancına göre; kusursuzluk, sadece Allah'a ait bir özelliktir. O'nun dışında hiç kimse; eksiksiz, yanlışsız, kusursuz değildir.
Siyasi ve askeri liderlerin, topluma yol ve yön gösteren önderlerin, büyük âlimlerin ve hatta peygamberlerin; hata yapma ihtimalleri vardır. Ancak, Allah indinde de kul indinde de; insanların, amelleri ile birlikte niyetlerine de bakılır.
Niyeti iyi olanlar; bir hata yaptıkları zaman, kul nezdinde "özür" diler, Allah indinde "tövbe" ederler. Aynı ya da benzeri hataları bir daha tekrar etmemek için; olabildiğince özen gösterirler.
Ayrıca, bir sözü kimin söylediği ve bir fiili kimin yaptığı ile birlikte; ne söylediğine ve ne yaptığına da bakılması gerekir. Çünkü, doğru bildiğimiz kişilerden yanlış sözler ve fiiller; yanlış bildiğimiz kişilerden de doğru sözler ve fiiller çıkabilir.
Bir kişiyi ya da kurumu, toptan "aklamak" ya da "karalamak"; bizim için yanlış, muhataplarımız için haksızlık olur. Akil ve makul insan; sebzenin ve meyvenin çürüğünü atıp sağlamını, bilginin ve değerin yanlışını eleyip doğrusunu alır.
Sonuç olarak; biz, hakkın ve hakikatin peşinde olmalıyız. Aradığımız doğruları ve değerleri; kimde ve nerde bulursak almalıyız.
Hem geçmişin hem de günümüzün kişilerini ve kurumlarını, olaylarını ve durumlarını; ön yargısız olarak değerlendirebilmeliyiz. Eğitim camiasındaki "sıfırcı" yahut "yüzcü" hocaların durumuna düşmeden; herkese ve her kesime, hak ettiği notu yani değeri verebilmeliyiz.
Samimi duygu ve düşünceler ile konuşmak, tartışmak, araştırmak, soruşturmak; bizi, din dilinde "hidayet" diye tanımlanan "aydınlanma" bahtiyarlığına eriştirir. Bizden öncekilerin yaptıklarını ve yaşadıklarını, pirinçleri alıp taşları atarak incelemek ve irdelemek; kişileri ve kurumları, ülkeleri ve toplumları, her bakımdan geliştirir.
Müminler; birbirlerini yıkayan eller gibidirler. Ellerimiz ve dillerimiz; birbirleri hakkında iyi niyetli oldukları ölçüde temizlenirler.
İkazımız; önce kendimize, sonra size ve onlara. Özellikle; pireye kızıp yorganı, sıçana kızıp samanlığı yakanlara.