Elhamdülillahi Rabbil'âlemîn. Essalâtü vesselâmü alâ resûlinâ Muhammedin ve Âlihî ve Sahbihî ecma'în…
🔹 Niyetlerimizi tashih edelim, Rabbim her ne yapıyorsak kendi rızası doğrultusunda, O'nun huzuruna vardığımızda yüzümüzü ak edecek şekilde yapmamızı nasip etsin. Eksiklerimiz illaki olacaktır ama kasti veya ihmalden dolayı bir yanlış yapmaktan Allah'a sığınırız.
Tashih: Yanlışın yerine doğrusunu koyma, düzeltme, düzelti.
🔹 Bazen kardeşlerimiz, arkadaşlarımız soruyorlar: "Şu işi yapsam mı?" diye… Nedense danışma ihtiyacı hissediyorlar. Eksik yaparsam diye korkuyorlar. Eksik iş yapmayacak olan kimse yoktur. Herkesin yaptığı iş eksiktir. Çünkü biz eksiğiz biz insanız, kuluz. Mutlaka eksiklikler olacaktır. O yüzden de biz, herhangi bir hocadan bir yazardan bir âlimden istifade ederken onu başkalarıyla birlikte tamamlayan çok yönlü çok zengin bir yolda ilerlemenizi size tavsiye ederiz. Sadece bir kişinin görüşleriyle kendinizi sınırlamanız, o eksikliğin sizde de devam etmesine ve üstelik de eksik olduğunuzu bile fark etmeden – bu daha acıklı - devam etmesine sebep olur. Bunu da belirtmiş olalım. Yani illaki eksiklerimiz vardır yanlış olmasın inşaallah. Kasti bir yanlış olmasın en kötüsü…
🔹 Rahman ismi şerifi kendisine inanan, inanmayan; yoluna giren, girmeyen; asi veya itaatkâr bütün kullarını bütün yaratılmışları kuşatan bir rahmettir. Bunda herhangi bir kaydüşart yoktur. Sadece yaratılmış olması Rahman isminden istifade etmesi için kâfidir. Bir yaratılmışın hazır bulduğu bütün nimetler işte bu Rahman ismi şerifinin tecellisidir.
Osman Şahin'in sesinden Fatiha Suresi dinlemek için tıklayın
🔹 Rahim ismi şerifi ise kendisine peşin peşin verilen, daha çok zevil'ukul dediğimiz akıl sahibi varlıkları ilgilendirir. Çünkü hazır bulduğu bu rahmeti, nimetleri, imkânları, Rabbinin önüne serdiği bu lütufları; doğru yolda, Rabbinin gösterdiği istikamette kullanan insanların, akıl sahiplerinin hem dünyada hem ahirette - ama ağırlıklı olarak ahirette - elde edecekleri ekstra lütuflar, rahmetler demektir.
🔹 Dolayısıyla eski ulemamız bu iki ismi mukayese ederken -çünkü aynı kökten geliyorlar, aralarında nasıl bir fark olduğunu belirtmek için- Cenab-ı Hakk; dünyanın Rahman'ı, ahiretin Rahim'i demişlerdir. Çünkü ahirette Rahim ismi tecelli edecek ve herkes yaptığının karşılığını orada görecektir; tam olarak eksiksiz olarak.
🔹 Bu iki ismi mukayese ederken Elmalılı, çok önemsediği (bizden bugün istenen, beklenen sevgi gösterisine, tezahürlerine bakın; bir de buradaki rahmetle kuşatıcı şefkatin nasıl anlatıldığına bakın…) bir şeyi de vurguluyor. Elmalılı diyor ki; eğer Cenab-ı Hakk sadece Rahman olsaydı Rahim olmasaydı bu onun adaletine aykırı olurdu.
🔹 Yani kendisine inansın inanmasın; iradesini hayırlara teksif etme doğrultusunda bir çabaya girsin, girmesin herkese aynı şekilde merhamet edecek olsaydı Allah Teâlâ; bir bu insanları hayra teşvik etmeyen bir husus olurdu. Yani bir eksiklik olurdu (haşa). İkincisi de Allah'ın adaletine aykırı olurdu çünkü kafasına estiği gibi nefsinin arzu ettiği gibi yaşayan, kendisinden başka hiç kimseyi düşünmeden bencilce yaşayan insanlarla; iyilik etmek için güzel davranışlarda bulunmak için Allah'ın rızasını kazanmak için birtakım fedakârlıklarda bulunan insanlar aynı kefeye konulmuş olurdu. Bu nedenle - benim âcizane kanaatim - karşılıksız ve hiçbir şart koşulmaksızın göstermesi gereken sevgi ve merhamet var insanlarda, bu herhangi bir hak ediş içermiyor.
Farklı seslerden Kur'an-ı Kerim meali dinlemek için tıklayın
Birçok hafızın sesinden Kur'an-ı Kerim dinlemek için tıklayın
🔹 Dolayısıyla koşulsuz sevgi dediğimiz kısmı burası. Yani sadece yaratılmış olmaları hasebiyle herkese göstereceğimiz sevgi ve merhamet. Ve elimizden gelen lütuflarla onların varlığını desteklemek… Varlığı destelemek kısmının da altını çizmek istiyorum. Bazen bizim sevgilerimiz karşımızdakinin varlığını destelemek için değil kendi varlığımızı pekiştirmek için de olabiliyor. Yani sevgi gösteriyoruz zannediyoruz, aslında sömürüyoruz karşımızdakini.
🔹 Erich Fromm diyor ki; gerçek bir sevgi, sevdiğinin gelişmesi için çabalayan bir sevgidir. Sevdiği şeyin gelişmesi için. Düşünün ben bir ağaç diktim bahçeme, o ağacı çok sevdiğimi söylüyorum ama gelişmesi için hiçbir şey yapmıyorum. Vaktinde budamıyorum, gübrelemiyorum, hastalandığı zaman ilgilenmiyorum gibi… Yani gerçek bir sevgi, sevdiği şeyin gelişmesi için çaba göstermektir.
🔹 İşte Rahman ismi bu demek… Yani koşulsuz olarak, çocuklarımızı, komşularımızı, insanları, doğayı, hayvanları, etrafımızdaki bütün mahlûkatı bir defa peşin peşin severiz; sırf yaratılmış oldukları için... Sonra arkadaşlar, bunlar arasında doğru yolda olan, güzel işler yapan tabi ki biz de içinde olmak üzere çevresine güzel davranan iyilikler yapan, enerjisini, imkânlarını, hayırlarda, iyiliklerde kullananları ekstra severiz. O da Rahim isminin bizdeki tecellisidir.
💠
🔹 Şimdi "Mâliki yevmiddin" ayet-i kerimesine bağlayacak, bir iki paragraf yukardan alıyorum o bağlantıyı kurabilelim diye…
"Hasılı bu iki şehadetle insan bu vücutta ve bugün, şu ân: şu zamanı halde tarafı haktan izafî ve müstear bir milki muvakkat ve mukayyedi ve müsaadei hakka mazhar bir salâhiyeti niyabiyyeyi yani bir memuriyeti haiz olduğunu ne inkâr etmeli, ne de bu salâhiyet ve memuriyette kendini lâyen'azil, lâyüs'el bir asîl zannetmelidir."
💠
🔹Yani Allah Teâlâ'nın bize verdiği bu nimetler, imkânlar; bir de tabi Rahim isminin zımnen yani dolaylı olarak ifade ettiği bir husus daha var; demek ki bizim bir irademiz var. Demek ki bizim bir teravih yapma hakkımız, hürriyetimiz var ki biz o tercih hakkımızı, irademizi hayra kullanarak Rahim isminin tecellisini hak etmiş oluyoruz.
🔹 Fakat bizim bu irademiz, tercih hakkımız, hürriyetimiz, özgürlüğümüz kayıtsız değil. Bizden çekilip alınabilir. Ve muvakkat geçici bir süre için bize verilmiş. Ne zaman alınacağını bilmiyoruz. Her istediğimiz şeye de hükmedemiyoruz. O süre içerisinde de mukayyet. Yani hem muvakkat hem mukayyet hem geçici bir süre içinde verilmiş hem de o süre içerisinde de sınırsız değil.
🔹 Yani sözümüz her şeye geçmiyor, gücümüz her şeye yetmiyor, bir sınırı var. Bir gece içinde bütün sahip olduğunuz zekâyı, kudreti, söz söyleme kudretini, vücudunuza hâkimiyetinizi bile kaybedebilirsiniz. İnsan istikbaldeki mükâfat ve mücazatı verecek değil, alacaktır. Yani bizim bu davranışlarımızın hayattaki tercihlerimizin bir neticesi olacak. İstikbalde mükâfat ve mücazat günü olacak.
🔹 Bir karşılığı olacak yaptıklarımızın. Hepimiz orada alıcı pozisyonundayız. Almak mevkii ise malik mevkii değil ihtiyaç mevkiidir. Hatta biliyorsunuz arkadaşlar, hepiniz bunu yaşarsınız. Biz sadece ahirette değil dünyada da almak mevkiindeyiz. Yani bütün dualarımıza bir bakın; hep Cenab-ı Hakk'ın bize bir şeyler vermesini istiyoruz. Veya başkalarına, çevremize bir şeyler vermesini istiyoruz. Sadece ahiretteki affına, rahmetine, cennetine, rızasına değil daha dünyadayken sağlığımızı, aile huzurumuzu, kazancımızın bereketini istiyoruz. Yani dünyadayken biz böyle bir irademiz var diye gücümüz bir şeylere yetiyor diye kendimizi sınırsız güç sahibi zannetmeyelim. Bazen insanın bir konudaki fazla yeteneği, kendisine fazla lütuflar verilmiş olması, kimseye muhtaç değil zannetmesine sebep olabiliyor. Tabi ki iman edenler, istisnasız ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar Allah'a muhtaç olduklarını biliyorlar. İman edenler açısından böyle bir sorun yok fakat insanlardan kendilerini tamamen müstağni görebiliyorlar. O dahi yanlış olduğunu düşünüyorum.
Müstağni: Gözü gönlü tok, elindekiyle yetinmesini bilen (kimse).
Resul-i Ekrem'in (SAV) hadis-i şeriflerini Riyazüs Salihin'den okumak için tıklayın
🔹 Yani Allah'tan müstağni olamayacağımız gibi biz birbirimizden de müstağni değiliz. Öyle zaman oluyor ki size bir bardak su getirilmesine muhtaç olabiliyorsunuz; öyle zaman oluyor ki hiç tahmin etmeyeceğiniz birinin ağzından çıkacak bir cümleye muhtaç olabiliyorsunuz. Öyle oluyor ki çocukluk dönemimizde bize yapılmış olan birkaç hata, hayatımız boyunca kendimizi eksik hissetmemize sebep olabiliyor. Biz insanlara da muhtacız arkadaşlar. Biz hayvanlara da ağaçlara da kuşlara da arılara da muhtacız. Dolayısıyla biz çok küçümsediğimiz – kibir anlamında söylemiyorum- önemsiz gördüğümüz, basıp geçtiğimiz, yanından hiç önemsemeden geçip gittiğimiz en ufak bir canlıya dahi muhtacız. Bizim varlığımızın devamı ona bağlı, dolayısıyla biz alma mevkiindeyiz arkadaşlar. Böyle kendimizi bazen dünyada bir mevkie gelir de bir şeyler zannediliriz; olur ya ben hep söylerim, birinin gönlünü kırarız o kişi de kendisi de bilmez, Allah katında çok kıymetli bir yeri vardır. Allah Teâlâ kendi dostunun ezilip geçilmesine gönlünün kırılmasına razı olmayabilir. Biz kimseye muhtaç değiliz, ben her sorunumu çözerim, her işte kendime yeterim, benim aklım var statüm var param var kariyerim var etiketim var diye düşünmeyelim. Allah korusun, insanoğlu almak mevkiindedir. İhtiyaç mevkiindedir.
💠
İnsan istikbaldeki mükâfat ve mücazatı verecek değil, alacaktır. Hemde haldeki bütün vesaiti kudreti, milki müstearı kesildiği zaman da alacaktır. Almak mevkii ise malik mevkii değil, ihtiyaç mevkiidir. Ve milki tam hem yeden ve hem rekabeten malikiyettedir.
🔹Hem mülkiyeti elinde tutma açısından hem de elinde tuttuğu şeyleri kontrol edebilme, rakabeten yani rakip anlamında değil, onu kontrol etme, murakabe etme anlamında malikiyettedir. Bütün bu gücüne, zenginliğine, ilmine her şeyine hâkimse ve onu kontrol etme gücü de onun elindeyse işte mülkü tam, tam mülkiyet budur.
💠
Bu ise yerlerile, göklerile, mekânlarile, zamanlarile, efrâdile envaîle, besatatile, mürekkebatile, maddelerile, kuvvetlerile, kabiliyetlerile, failiyetlerile, bütün alemînin maliki, mübdii (yoktan var edeni), haliki (yaratıcısı), mürebbisi olan Allah Teâlâ'nın milki mutlâkadır.
🔹Mutlak burada kayıtsız, yani herhangi bir zamanla, sınırla kayıtlı olmaksızın mutlak malikiyet, mutlak sahip olma sadece ve sadece Allah Teala'nındır.
💠
İşte rabbülâlemîn denildiği zaman, şumuli istiğrak ile bütün o vahimeler bertaraf olmak ve Allah tealânın ezel ve lâyezalde (sonsuz başlangıç ve sonsöz sonda) maliki mutlâk olduğu anlaşılmak lâzımgelirse de…
🔹Yani biz daha Rabbü'l-âlemîn dediğimizde bunu anlamıştık zaten, diyor. Bu tam hâkimiyetin tam kontrolün tam malikiyetin sadece ve sadece âlemlerin rabbinde olabileceğini Elhamdulillâhi rabbil'alemin ifadesinde biz zaten anlamıştık.
💠
…bir taraftan rahmeti ilâhiyenin muzaaf vüs'ati, diğer taraftan beşeriyetin gafleti dolayısile istishabı hal içinde insanların mükâfat ve mücazat gününe dahi bir nevi malikiyeti ve hâkimiyeti hatırasının az çok vürudu ihtimalini büsbütün kat'etmek için:
🔹Acaba ben kıyamet gününde de; dünyada böyle hâkimim kendime, aklıma geleni söylüyorum, yapmak istediğimi yapıyorum, bütün düşüncelerim ufukları gezebiliyor. Böyle bir kudretim var, bir insan olarak. Acaba ben kıyamette de kendim için böyle bir şeyler yapabilir miyim? Böyle bir düşünceyi tamamen kesmek için her ne kadar Rabbü'l-âlemînde de o mutlak hâkimiyeti hatırlatmış olsa bile Allah Teâlâ, Rabbü'l-âlemîn sıfatını dünyaya ait olduğunu, öbür tarafta bizim bir hakimiyetimiz olabileceğini zannetmeyelim diye, Maliki yevmiddin buyrulmuştur.
💠
Ve burada inzar biraz tasrih edilmiştir.
🔹Yani inzar nerede geçmişti de şimdi biraz tasrih edilmiş? Rahim isminde örtülü bir inzar vardı diyordu Elmalılı Hamdi Yazır. Rahim ismi aslında bir müjde değil mi neden inzar barındırıyor içerisinde? İnzar neydi hatırlayalım. Akıbeti anlatarak korkutmak demek. Yani birinin başına gelecekleri ona önceden hatırlatarak, bak seni şöyle bir gelecek bekliyor, böyle yaparsan diye, akıbet hatırlatmak demektir. Biliyorsunuz, bütün peygamberler ve Efendimizde (sav) en öne çıkan vasfı ve gönderiliş sebebi Kur'an-ı Kerim'de beşiran ve neziran diye geçer. Beşir müjdeleyici, nezir akıbetini göstererek korkutmak demek. Buradaki korkutma tamamen akli bir korkutmadır. Tamamen faydalı bir korkutmadır.
💠
Çünkü din kelimesi lisanı arapta ceza'hisap, kaza' siyaset, taat, âdet, hal, kahr, nihayet bütün bunlarla alâkadar ve hepsine mebnâ ve mi'yar olan millet ve şeriat manalarına gelir…
🔹Sözlük anlamlarını saydık din kelimesinin. Ceza anlamı var, yani yaptığının karşılığı anlamında. Bu ceza zannedilmesin ki sadece olumsuz karşılık. Arapça 'da ceza; mükâfat için de kullanılır. Yani yaptığınız iyiliğin karşılığı da cezadır, kötülüğün karşılığı da cezadır.
🔹Hesap anlamına geliyor, kaza anlamına geliyor. Buradaki kaza, hükmetmek demektir. Siyaset yani yönetmek, idare etmek anlamına geliyor. Taat, itaat anlamına geliyor. Adet günlük hayat, gidişatınız anlamına geliyor. Hal, içinde bulunduğunuz durum anlamına geliyor. Kahr yani eziyet anlamına geliyor. Nihayet bütün bu anlamları içine alan ve hepsinin temelinde bulunan, ölçütü olan millet ve şeriat manalarına gelir.
💠
...ve bunun doğrudan doğru kıyamet mânası yoktur ve burada evvelki ceza, sonuncu dini maruf mânalarile iki tefsiri muteber vardır:
🔹İki tane geçerli tefsir var, Maliki yevmiddin ifadesinde… Biri ceza gününün sahibi, yani yaptığınız iyi veya kötü her şeyin karşılığının alınacağı günün sahibi demek. Diğeri de din gününün sahibi… Ben bunu şöyle yorumlamıştım kendi kendime; geçerli kriterin sadece din olduğu günün sahibi… Öyle bir gün gelecek ki o gün başka hiçbir kriter geçerli olamayacak. Cinsiyetler, milliyetler, ırklar, statüler hiçbiri geçerli olmayacak sadece ve sadece dinin tek ölçüt olacağı gün diye kendi kendime kodlamışım.
💠
Evvelâ ceza, âtide mes'uliyet, hissi mes'uliyet tatbikı mes'uliyet mânalarını da tazammun eder.
🔹Ceza günü demek, bir defa sorumluluk çağrıştırıyor. Demek ki senin yaptığın her şeyin karşılığını göreceğin bir yer var, bir gün, vakit var. O vaktin de sahibi Allah Teâlâ.
💠
Bunun için «yevmiddin» in lisanımızda bir ismi de «ruziceza» dır. Lâkin şunu unutmamalıdır ki, aslında ceza kelimesi şimdi mütearef olduğu gibi yalnız ıkap ve ukubet dimek olmayıp iyi veya kötü yapılan bir işin tatlı veya acı karşılığını, ecrini vermek mânasına masdardır ve isim olarak bu ecre dahi ıtlâk olunur.
🔹Yani ceza hem yapılan işin karşılığını vermek demek hem de yapılan işin karşılığı demek.
💠
Meselâ cezakallahu hayran kesira demek, Allah sana çok hayırlı ecirler, mükâfatlar versin demektir. Ancak mükâfat ve mücazat kelimeleri küfüv ve müşareket mânalarını ifham ettiğinden lisanı şeride Cenâb-ı Allah'a isnad olunmaz…
🔹Allah mükâfat verdi, ceza verdi demeyiz…
💠
… da sevap ve ıkap, ecir ve ceza gibi tabirler kullanılır.
🔹Allah şu amelin sevabını verdi, şu amelin de azabını verdi.
💠
Binaenaleyh yevmi din, ruziceza, her işin karşılığı verilip bitireleceği son gün, tabiri aharle istikbalde mükâfat ve mücazatın tevzi olunacağı vakıt demektir ki, lisanı şeride buna yevmi âhir dahi denilir ve bunda kaza ve hüküm mânası da münderiçtir.
🔹İşlerin neticeye bağlandığı, bütün hükümlerin verildiği anlamı…
💠
Gerek arapçada ve gerek lisanımızda olsun bu gibi yerlerde yevm ve gün kelimelerinin alelıtlâk vakit mânasına kullanıldığı da malûmdur.
🔹24 saatlik bir gün kastedilmiyor, vakit anlamında kullanılıyor.
💠
Bugün ne bir gündüz, ne bir gece ve ne bir gündüzle gece mecmuu olan yirmi dört saat manalarına olmayıp gerek gün, ay, yıl, asır, devir ilanihaye gibi bildiğimiz ve gerek bilmediğimiz…
🔹Bambaşka bir boyut, günler farklı, geceler farklı… O yüzden de Cenab-ı Hakk'ın Kur'an-ı Kerim'de kıyametin kopuşundan sonraki anlattığı her şey, bizim anlayabilmemiz için dünyadaki benzerleri kullanılarak anlatılmıştır. Yoksa aslında orası tamamen şu andaki bizim bütün kavrayışımızın hakiki mahiyetiyle onları kavramamız imkânsız. Çükü bizim kavrayışımız bu âlemle oluşmuştur. Bizim zihnimiz, kelimeler, acıyı izah edişimiz, hepsi bu dünyadaki algılarımızla mukayyettir. Bu dünyanın bize sunduğu imkânlarla sınırlıdır.
💠
(Müddetî devri felek bir gündür âdem bir nefes).
Bugün Dünya, yarın Ahiret deriz ve bunun için Dünya günlerine nazaran Ahiret günleri (bir sene) veyahut (elli bin sene) gibi mikyaslarla ifham oluna gelmiştir.
🔹Biz anlıyoruz ki bu bizim günlerimize benzemeyen bir gündür ama oradaki gün, vakit anlamındadır. O vakti saat geldiğinde kriteri, ölçüsü din olacaktır.
💠
Bu izahtan anlaşılır ki, yevmiddin bütün ümitlerin veya meyusiyetlerin (ümitsizliklerin) ileride mizanı haktan geçerek son tahakkukunu bulduğu…
🔹Sen kendini cennetlik, cehennemlik düşünebilirsin; Allah affetmez ya da kesin affeder diyebilirsin. Bunların hepsi yanlıştır. Biz korku ile ümit arasında olmak durumundayız. İnancımızın çok önemli bir unsurudur bu.
💠
…ve birbirlerinden tamamen ayrıldığı son demi yakîndır.
🔹 Kesin bilgiyle bileceğimiz, akli bir bilgiyle değil yakini bir bilgiyle bileceğimiz son andır.
💠
Bundan sonrası artık ya gayei ümmit olan ebedî rıdvanı ekber veya gayei yeis olan ebedî hüsranı ekberdir…
🔹 Yani insanın ümitlerinin son noktası olan rızai ilahi, o büyük rızaya erişmiş olmaktır bundan sonrası veya insanın ümitsizliklerinin son noktası olan, en korkunç hal olan ebedi hüsranı ekberdir.
💠
…ve bugün kıyamet gününün son lahzasıdır ve bu suretle yevmiddin kıyamete işarettir. Fakat bunun yevmi kıyamet olması dolayısiyle bir tenavülüdür. Yoksa din kıyamet demek değildir.
🔹 Kıyamet o günün bir parçasıdır, öncülüdür.
Yevmi kıyametin, kıyamet yani ölmüşlerin dirilmesi demek olan bas ( diriliş) haşrücemi, vakfe yani tevakkuf ve intizar, sual, hisap, mizan, sırat, nihayet bütün amellerin iyiye iyi sevabının, kötüye kötü ıkabının tevzii ile ceza gibi ahval ve meratıbı mütezammindir ki, diğerleri bu son devrei cezanın mebadı ve mukaddimatı olduğundan burada (yevmiddin) nazmiyle bu gaye tasrih edilerek tergip ve terhibe kuvvet verilmiştir. Binaenaleyh yevmiddin makamında yevmi kıyamet, yevmi sual, yevmi hisap denilmesi hem terceme değildir, hem de bu kuvveti ve sevki kelâmı ihlâl eder…
🔹 Biz yevmiddin yerine kıyamet günü, hesap günü desek, bu tercüme olmaz. Çünkü onlar dinin tam karşılığı değil. İkincisi de bu vurguyu kaybederiz ve sevki kelâmı, kelamın o gelişindeki nizamı ve hedefini; ne söylemek istiyor burada Allah Teâlâ, onu ihlal ederiz.
… ve daha ziyade tehvil ve terhip ifade eyler.
🔹 Yevmiddin'de bir ümit de var. Çünkü sen yaptığının karşılığını alacaksın iyi de olabilir ama hesapta, kıyamette, sualde o yok. Orada daha fazla korkutma var diyor.
💠
Yevmiddin cezanın tahakkuk edeceği son gün demek olduğundan bu sureti beyanda dinin usulünden, akaidinden birini teşkil eyliyen Ahıret akidesini bir cüz'i mühmeliyle takrir ediyor ise de din kelimesini mânai marufunde kullanmamış ve ona dolayısiyle işaret ve ima etmiştir. Çünkü ceza yerine din gelmesinde lâfzî bir îma, sevap ve ıkap mânasında da mekasıdı dine bir işaret bulunduğu aşikârdır.
🔹 Ahiret inanıcını onu ahiretin bir parçasına temas ederek, ahirette vuku bulacak olanların bir parçasına temas ederek, ikrar ediyor ise de din kelimesini bilinen anlamında kullanmamış dolayısıyla işaretle ima etmiştir.
💠
Manai marufuna gelince: Din zevilukulü hüsni ihtiyarlariyle bizzat hayırlara sevkeden bir vaz'ı ilâhîdir.
🔹 Akıl sahibi insanları, kendi tercihleriyle, hiçbir baskı olmadan bizzat hayırlara sevk eden ilahi kaynaktan gelen Allah tarafından konulmuş bir sistemdir.
💠
Burada biraz tevakkuf edelim.
🔹 Burada biraz duralım diyor. Istılahi anlamı uzun uzun açıklayacak.
💠
Allah'a emanet olun. Sürçülisan ettikse affola. Hayırlar feth ola, şerler def ola. Cenab-ı Hakk hepinizin kalbini dümdüz, sırat-ı müstakim üzere sabit eylesin. Her türlü şeytanın imasından muhafaza eylesin bilhassa genç kardeşlerimizi…
*Fatiha Okumaları, Fikriyat Instagram canlı yayınında her Pazartesi saat 18.00'de (saatler değişebilir) devam edecek.
💠💠💠
FİKRİYAT.COM SOSYAL MEDYADA!
Fikriyat'ı aşağıdaki sosyal medya adreslerinden takip edebilirsiniz;
👉 YOUTUBE 🔔
👉 Fikriyat.com mobil uygulamasını ise buradan indirebilirsiniz.
Görüş ve önerileriniz için bizlere ulaşabileceğiniz e-posta adresimiz: