Hz. Peygamber'in 'Allah'ım! Fayda vermeyen bilgiden sana sığınırım' buyurduğu duası Müslümanların bilgi anlayışını şekillendirdiği kadar peşinde koşmaları gereken 'yitik hikmetin' mahiyetini de ortaya koymuş olmalıdır. Müslümanlar birçok ayet-i kerime ve hadis-i şerifi duada belirtilen istikamette okuyarak ameli/eylemi bilginin gayesi olarak düşünmüş, eyleme dönüşmemiş bilgiye kuşku ile yaklaşmışlardır. Gerçek bilgi amele dönüşen veya insanı bir eyleme ve değişime icbar eden bilgidir. Mümin için bilginin sahih ve aranmaya değer olabilmesinin en önemli göstergesi neticede amel, yani eylemi intaç ediyor olmasıdır. Söze değil, hale ve eyleme bakmak şeklinde dile getirilen birçok deyim bu ana fikrin farklı bağlamlarda Müslüman zihne işlenmesini amaçlar. Birçok müslüman için amel bilginin doğruluk ve geçerlilik kriteri demek iken amele/eylem dönüşmeyen bilgi de sahibinin üzerinden atması gereken bir yüktür.
Müslümanlar bu ve benzeri rivayetlere dayanarak bilgi sahiplerine yönelik ciddi eleştiriler yöneltirler. Bu meyanda zengin için cimrilik, muktedir devlet adamı için kibir ne kadar ağır bir itham konusu ise alim için amelden mahrumiyet de aynı mesabede ciddi bir kusurdur. Amelsiz bilgi insanı kurtaramaz, onu yüceltemez, onda gerçek bir nitelik olarak bulunamaz, tam aksine kibre yol açacağı için dalalete düşürebilecek en çetin sınavdır. Bunun en iyi örneği İblis kabul edilir. İblis geniş bilgisiyle meleklerin üstadı sayılırken kibre kapılmasıyla dalalete ve hüsrana düşenlerden olmuştur. Tarih boyunca Müslüman alimler ile sıradan insanlar arasındaki en ciddi gerilim noktalarından birisi bilgi-amel ilişkisi meselesi olmuş, bilginin amele dönüşmemesi İslam cemaatinde alimlere yönelik en ağır eleştiri konusu sayılmış, alimlerin saygınlığını yitirmesinin nedeni olmuştur. 'Hocanın söylediğini al, yaptığını yapma' seklinde günümüze değin süregelen yaklaşımlar, bilgi-eylem ilişkisi sorunsalının İslam toplumundaki yansımalarını özetler.
Zamanla bu yaklaşım tasavvuf-tekke ile din bilimleri-medrese arasındaki temel gerilim alanlarının başında gelmiştir. Tekkeler 'zahir ilim' veya 'resim ilim (kural koyan bilgi)' diye tabir ettikleri normatif bilgi ile onun bedbaht taşıyıcılarını necata ulaşmada yetersiz saymış, öyle bir bilginin peşinden gitmeyi ise vakit kaybı olarak görmüşlerdir. Üstelik böyle bir bilgiden paye edinmek ise bilginin en büyük afeti kabul edilmiştir. Bu yaklaşım köklerini Hasan-ı Basri'nin gerçek fıkhın tanımında söylediklerinde bulabilir. Hasan-ı Basri gerçek fakihin kim olduğunu anlatırken 'dünyaya tenezzül etmeyen, ahirete yönelen kişi' diyerek bilginin amacını dünyayı terk etmek olarak saptamıştı. İmam Hasan'ın bu yaklaşımı onu tasavvuf ilminin öncülerinden birisi haline getirmişken tasavvufun din bilimleriyle ilişkisindeki ana çatışma konusunu ortaya koymuştu. 'Tasavvuf söz değil haldir' şeklinde dile gelen açıklamalar haddi zatında bilgi-eylem ilişkisinde eylemi önceleyen yaklaşımlara dayanır. Sufiler başta zahitlik olmak üzere ahlakın ana meselelerini -kavramsal bilgi konusu olmaktan ziyade- eylem ve amel meselesi olarak görüyor, insanın dindarlıktaki samimiyetini eyleme yönelmede buluyorlardı. Tasavvuf din bilimlerine karşı ümmiliğin özdeşleştiği samimiyet ve içtenliği savunurken eyleme ulaşmayan bilgiyi 'zan', sahiplerini de gerçeğe herhangi bir şekilde ulaşamamış şaşkın, nadan ve kabukta kalan kimseler olarak niteliyorlardı.
Bu yaklaşım İslam cemaati dahilinde büyük çatışmalar ve sorunlar ortaya çıkartan iddialı bir yaklaşımdı. Tasavvufun bilgi ve eylem ilişkisinde dile getirdiği bu yaklaşım din bilimlerinin meşruiyet zeminini temelden sarsabilecek derecede tehlikeli bir yaklaşım olduğu gibi tasavvufun gidişatını da tehlikeye atabilecek ölçüsüz bir eleştiri idi. Vakıa bir disiplinin aynı zeminde şekillendiği öteki bilimlere söyleyebileceği en iddialı ve tehlikeli söz böyle bir eleştiri olabilirdi. Haddi zatında tasavvufun İslam toplumunda gelişim seyrini belirleyen saiklerden birisi bilgi-eylem ilişkisi sorunsalıdır. Onlar bu ilişkiyi bir telazüm ilişkisi şeklinde düşündükleri için dikkatlerini bilginin eyleme dönüşmesini engelleyen sorunların çözülmesine vermişlerdir. Onlara göre bilginin eyleme dönüşmesi ihlas ve samimiyetin göstergesi iken insanın talep etmesi gereken şey, daha fazla amel ve ahlak olmalıdır. Cüneyd-i Bağdadi ve onun öncülerinden Haris b. Muhasibi bu bakış açısını benimsemiş, tasavvufu öteki din bilimlerinden ayrıştıran şeyin bilginin eyleme dönüşmesi, hatta eylemin üstün tutulması olduğunu savunmuşlardı. Bu meyanda Muhasibi'de fark ettiğimiz önemli yaklaşımlardan birisi ise bilgi ile paye veya iktidar devşirme arasındaki ilişkidir. İnsanın güç ve iktidar hırsına hizmet edebilecek en önemli araçlardan birisi bilgidir. Bilhassa dini bilgiler insana toplum nezdinde büyük iktidar ve itibar kazandıran faktörlerden birisidir. O zaman eylem süreciyle bilgiyi iktidar ve itibar aracı olmaktan arındırmak, tasavvufun Müslüman cemaate öğretmek istediği ana değerlerden birisiydi.
Cüneydi- Bağdadi Muhasibi'yi hatırlatan bilgi-eylem kritiğinde insanın bilhassa bir fakihin gerçek bilgiye nasıl ulaşabileceğini anlatır. Bilginin ihlas ve samimiyetle eyleme dönüştüğü çetin ve meşakkatli sürecin sonucunda ise fıkhın dar kalıplarında tükenen kişiye 'şimdi gerçek fakih oldun' diyerek tasavvufun bilgi teorisinin en önemli unsurunu dile getirmiştir. Gerçek fakih bilgisini ihlas ve samimiyetle amele dönüştürebilen kişidir. Bu yaklaşım zamanla Sünni tasavvuf anlayışının ana iddialarından birisine dönüşerek tasavvufu gerçek fıkıh veya fıkh-ı ekber veya batın fıkıh olarak tasavvura imkan vermiştir. Tabakat literatürünün fıkıh imamları tasavvuru bu bakış açısının izlerini taşır. Onlara göre fıkıh imamları mutlaka bir sufi ile ilişki kurmuş, bazen onların sohbetlerine dahil olmuş ve gerçek edebi ve bilgiyi onlardan almış, bazen İmam Ebu Hanife'nin İmam Cafer ile ilişkisi hakkında aktarılan rivayetlerde olduğu gibi neredeyse mürit-mürşit ilişkisine dönüşmüştür. Bu itibarla tasavvuf erbabı ile sohbeti olmayan bir alim olsa olsa inşada muhtaç 'kuru bilgi' sahibidir.
Bilgi ile eylem arasında kurulan bu telazüm ilişkisi bir yandan bir ölçüde bilgi eleştirisi haline gelirken zaman içinde Müslüman düşüncenin bilgi anlayışının daralmasına yol açmıştır.
Bunu da başka bir yazıda ele alacağız.
Ekrem Demirli