İsmail Güleç
12.04.2025
İsmail Güleç
Rilke’nin Hz. Muhammed şiiri
Tüm Yazıları

Rilke’nin Hz. Muhammed şiiri

Modern Alman Edebiyatı'nın kurucuları arasında kabul edilen Rilke (1875-1926), Almanların büyük şairlerinden biridir. Şiirleri dilimize çevrilip basılan Rilke, ülkemizde de çok sevilen ve okunan hayranı çok olan şairlerdendir. Şiirleri tez konusu olmuş, hakkında kitaplar yazılmış bir şairdir.

Rilke'nin kesinlikle sıra dışı bir şair olduğunu söylemeliyim. Henüz küçük bir çocuk iken anne ve babasının boşanmasının duygu dünyasını etkilemesi, annesinin onu neredeyse bir kız gibi yetiştirmeye çalışması ve ilk fırsatta evden kaçması, yaptığı yolculuklar, hayat karşısında tutunmaya çalışması, onu hep içine dönük yapmış ve birçok şeyi sorgulamasına vesile olmuş.

Rilke, yaşadıklarını yazmış ve hayatın ona hissettirdiklerini kaleme dökmüş. Bu yönüyle onun dünyası muhayyel değil. Gerçekçi ancak onun gerçekçiliği bir tüccarın ve hayat içinde mücadele eden herhangi bir meslek grubununkine benzemez.

Onun aşka dair görüşlerine bize aşina gelir.

Şiirleri arasında etkilendiğim birçok konu var. Ama kendime en yakın bulduğum dizeleri aşkı anlattığı şiirleri. O sevilmeyi değil, sevmeyi tercih edenlerden.

"Sevilmek, yana yana tükenmektir. Sevmek, kandilin yağı bitmeksizin yanmaktır ışıl ışıl. Sevilmek geçiciliktir, sevmek kalıcılık."

Bu dizeler size de Fuzulî'nin "Aşk imiş her ne var âlemde" mısraını hatırlatmadı mı?

"Sevmek iyidir, çünkü zordur sevgi.. İnsan olarak bir başkasını sevmemiz belki de yükümlü kılındığımız en çetin görevdir."

Şu sözlerin Fuzulî'nin şu dizesinden ne farkı var?

Ne müşkil derd imiş aşkın ki dermân eylemek olmaz

Rilke "Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni" diyen adamdır.

Rilke, Nef'î'nin "Olur ânın çün ehl-i dil cihânda infirâd üzre" dediği gibi aynı zamanda yalnız bir gönül ehli. Hüzünler kulübesindeki yalnız adam gibidir. Yalnızlığı da çok güzel anlatmış şiirlerinde. Behçet Necatigil çevirisi:

"yalnızlık bir yağmura benzer,
yükselir akşamlara denizlerden
uzak, ıssız ovalardan eser,
ağar gider göklere, her zaman göklerdedir
ve kentin üstüne göklerden düşer."....

Onun şiirlerinin insana hâlâ dokunmasının altında hayata dair gerçekleri dile getirmesi yatar. "İnsanların çoğu yaşanmamış bir hayattan ölüyor" sözleri bugün insanı için bir şey ifade etmiyor mu? Yaşadığını zanneden ne kadar çok ölü var çağımızda.

Hz. Muhammed şiiri

Erkan Zengin, Mağribilerin manevî yaşam tarzı ve Arapça'ya da ilgi gösteren Rilke'nin Mağrib'e gelmeden önce de İslam'la ilgili küçümsenmeyecek bilgisi olduğundan bahseder. Yeni Şiirler'in arasında yer alan 1907'de yazdığı Muhammed'in Makama Getirilişi başlıklı şiirinin İslam hakkında bilgi sahibi olmadan yazılamayacağını düşünen Zengin, onun İslam'a dair bilgileri büyük ihtimalle kadim dostu Lou Andreas-Salomé'nin kocası şarkiyatçı Friedrich Karl Andreas'tan edindiğini düşünür. Rilke'nin 1899'da tanıştığı Andreas, akademik çevrelerde kabul gören meslekten bir şarkiyatçıdır ve belli başlı doğu dillerini özellikle Arapça'yı uzman düzeyinde bilir.

Kuzey Afrika'ya gitmeden önce yazdığı şiire ve açıklamasına geçmeden önce başlığı hakkında birkaç söz söylemek isterim. Birçok tercümesi olan şiirin birçok da başlığı var. Turan Oflazoğlu, Muhammed'in Yakarması olarak çevirmiş. Melahat Togar Muhammed'in Yalvarması, Osman Tuğlu Muhammed'in Görevlendirilişi/Tayin Edilişi, Abdullah Öztemiz Hz. Muhammed'in Elçiliği ve Hakan Albayrak ise Muhammed'in Risaleti'ni tercih etmiş.

Almanca bilmiyorum ancak kelimenin sözlük anlamına ve şiire bakarak en uygun tercümenin Abdullah Öztemiz'in Hz. Muhammed'in Elçiliği ve Hakan Albayrak'ın Muhammed'in Risaleti olduğunu düşünüyorum. Hatta bir adım daha ileri giderek şiire en uygun başlığın Muhammed'in Bi'seti olduğunu söyleyebilirim. Bi'set, genel olarak Allah tarafından bir peygamberin, özel olarak Hz. Peygamber'in halkı dîne dâvet etmek için gönderilmesi anlamında kullandığımız bir kelime. Bu kelimenin içinde görevlendirme ve tayin etme anlamları da mahfuz. Her ne kadar günümüzde pek kullanılmasa ve bilinmese de Türkçenin söz dağarcığında olan bu kelime de kullanılabilir. Almanca'da bunu karşılayan bir kelimenin olup olmadığını bilmiyorum ama Rilke'nin kastının bu kelimenin anlamında bulunduğunu söyleyebilirim.

Bizde, Şeyhülislam Ebu İshakzâde'nin Bi'setnâme adında küçük bir mesnevi var. Hz. Peygamber'in risaletinden birçok eserde bahsedilir ancak müstakilen bi'setten bahseden bir eser daha olup olmadığını bilmiyorum. Bi'setname diye bir eser olduğuna göre Rilke'nin şiirinin türü için de bi'setname diyebiliriz.

Bu kısa açıklamadan sonra şiirin izahına geçebiliriz. Ben Turan Oflazoğlu tercümesini tercih ettim. Niçin tercih ettiğim bu yazının konusu olmadığı ve bizi konudan uzaklaştıracağı endişesiyle tartışmayı bir başka yazıya bırakarak şiire geçiyorum. Önce şiiri verelim.

Gerçi saklandığı yere, o pek yüce olan
Girince bir bakışta tanınan Melek
Dimdik ve görkemli parıltılar salan:
Yalvardı bütün iddialardan vazgeçerek

İzin verilsin diye gezgin kalmasına
Eskisi gibi, dalgın bir tacir olarak yani;
Okumuşluğu yoktu, fazla gelirdi ona da
Bilginlere de görmek sözün böylesini.

Melekse emredercesine gösteriyordu
Levhasına yazılanları yalvarana
Gösteriyor ve istiyordu tekrar: Oku

Okudu O da: Öyle ki Melek hayrandı.
Çoktan okumuş denirdi artık ona
Yapabilendi o, kulak veren ve yapandı.

Şair, şiirine Hz. Peygamber'e vahyin ilk kez geldiği ve kendisine peygamberlik görevinin verildiği Hira mağarasını ve görevi tebliğ eden meleği tarif ile başlıyor. Saklandığı yer, Hira mağarasıdır. Şair, bu mağarayı pek yüce bir makam olarak görüyor. Peygamberliğin verildiği mekanın pek yüce olmasından daha tabi bir şey olamaz. Bazı tercümelerde ise yücelik meleğe atfedilmiş. O da görevinin öneminden dolayı tüm melekler içinde en yücesi kabul edilir. Dolayısıyla ister mağara olsun isterse melek, ikisi için de pek yüce sıfatı kullanılabilir. Ancak burada anlatılan peygamberlik ve Hz. Peygamber olduğuna göre yüceltilen varlık mağara olmalıdır.

Mağaraya giren melek, görevi vahiy iletmek olan Cebrail'dir. Girince bir bakışta tanınan melek ibaresi ile maksat Hz. Peygamber'in Cebrail'i daha önceden tanıdığı değildir. Hz. Peygamber'in bütün ufku kaplayan bir taht üzerinde oturmuş halde gördüğü Cebrail'in çok farklı bir varlık olduğunu ilk görüşte anlaması kastedilir. Dimdik ve parıltılar salan nitelemesi meleğin bu ihtişamlı görünüşünü tasvir eder. Bütün iddialarından vaz geçerek yalvaran ise Hz. Peygamber'dir. Kendisine risalet tebliğ edildiğinde bundan korkup geri çekilmesine yapılan bir vurgudur. İddiaları ise bir sonraki dörtlükte söylenecektir.

İkinci dörtlükte Hz. Peygamber'in risalet ile görevlendirilmesinden sonraki hali anlatılır. İlk başta görevi kabul etmek istemez. Melekten kendisinin yine eskisi gibi ticaret amacıyla gezmesine izin verilmesini ister. Hz. Peygamber, Hz. Hatice'nin ticaretini yöneten, onun adına kervanlarla yolculuk yapıp ticaret yapan bir tüccar idi. Bir süredir ticaret yapmıyor, kendinden geçmiş bir halde bazen Kabe'nin avlusunda bazen de Hira mağarasında uzun zaman geçiriyordu. Bu yeni halden korkup yine eskisi gibi ticaret yapacağını söyler.

Dörtlüğün ikinci kısmı Hz. Peygamber'in okuma bilmemesine yapılan gönderme ile devam eder. Cebrail, ona oku dediğinde verdiği cevap "Ben okuma bilmem" idi. Okuma bilmeyen biri için peygamberlik vazifesinin ağır geleceğini düşünmüş olmalı. Hz. Peygamber'in bilginlerin ve alimlerin bile anlamakta zorluk çekecekleri ve kaldırmakta zorlanacakları bu yükü almak istemediği anlatılır.

Üçüncü dörtlükte Cebrail'in, Hz. Peygamber'in gösterdiği tepki karşısında takındığı tutum ve yaptıkları anlatılır. Israrla ve emredici bir tonda elinde tuttuğu levhada yazılanları okumasını söylemeye devam eder. Hz. Peygamber, "Ben okuma bilmem" dedikçe Cebrail de peşinden hemen "oku" diye emrediyordu.

Şiirin son bendi, Hz. Peygamber'in Cebrail'in ısrarı karşısında okumasını anlatır. Hz. Peygamber, öyle bir okur ki Cebrail bile şaşırır ve hayran kalır. Sanki yıllardan beri o yaprakta veya levhada yazılanları biliyor ve okuyor gibidir. Bu durum karşısında Cebrail, önünde eğilip ona hürmetini gösterir. Eğer melek olduğu bilinmese idi bu manzarayı gören biri ilk iman edip müslüman olanın Cebrail olduğun düşünürdü. Son dize ise Hz. Peygamber'i tarif eder.

Rilke, Hz. Peygamber'in üç özelliğine dikkat çeker. Muti olması, bilmesi ve peygamberliğe yükseltilmesi. Mutiliği yani itaat etmesi Cebrail'in oku emrini dinleyip okumasıdır. Bilmesi ise sanki yıllardan beri okuyormuş gibi olma haline işaret eder. Üçüncüsü ise erdirilmesi, peygamber olmasıdır. Aslında bu üç özellik şiirin bir nevi özetidir. O anda mağarada yaşananların en kısa ifadesidir.

Hakan Albayrak tercümesinde ise sadece okumaya değil, işitmeye ve itaat etmeye de çoktan hazır olduğu şeklini tercih eder. Bu tercüme de bir önceki hali desteklemesi bakımından anlamlı.

Rilke'nin Hz. Peygamber'e ilk vahiy geldiği anı anlattığı şiirini okuduktan sonra keşke tüm hayatını bu şekilde yazsa idi düşüncesi geçiyor aklımızdan.

Kendisini "Batının Arısı" olarak tarif eden bir şair zahir balını toplayıp bal yapmış ve önümüze koymuş. Bize de bu baldan istifade etmek düşüyor.

Müslümanlığın kenarına kadar geldiğine inandığım Rilke'yi hayırla ve hürmetle yâd ediyorum.

İsmail Güleç

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

İsmail Güleç

İsmail Güleç Diğer Yazıları