Beynimiz, yaklaşık 1400 gram ağırlığında, küflü peynir gibi kokan, yapışkan, peltemsi bir madde yığınıdır. Düz bir yüzeye bırakıldığında yayılır.
İnsan vücudu beyinden idare edilir. Kafatasımızın içinde, oldukça güvenli bir yerde bulunan ve iyi korunan bu yönetim merkezi hemen hemen bütün faaliyetlerimizi idare eder; düşünme, duyular, konuşma, hareket etme, hayatımızı sürdürme…
Asla yorulmayan, uykuda bile yaydığı dalgalarla ve gördüğümüz rüyalarla aktif olarak faaliyet gösterdiği anlaşılan beynimiz, günün 24 saati hiç durmaksızın nasıl çalışmaktadır? Bu sualin cevabını henüz bilmiyoruz.
Ancak cevabın beynimizi oluşturan ve sayıları 100 milyarı bulan minik sinir hücresinde (nöron) yattığını tahmin ediyoruz.
Evet, beynimizde 100 milyar nöron bulunmaktadır ve her nöron 10-20 bin sinapsla diğer nöronlarla bağlantı halindedir. Böylece bir sinir hücresi diğeriyle, o da yeniden öbürüyle bağlanmış olur. İnsanın beyninde bu bağlantıların sayısı neredeyse sonsuz bir sayı olarak ortaya çıkar. Bu haliyle de beyin, kâinattaki en karmaşık ve en mükemmel nesnedir.
Eğer insan, evrimcilerin iddia ettiği gibi daha basit canlılardan ortaya çıktıysa, böyle büyüyen ve gelişen bir organ ilk insanda neden ve nasıl oluşmuştur?
Bütün duygularımız, düşüncelerimiz ve faaliyetlerimiz, bir nörondan diğerine aktarılan elektriksel ve kimyasal sinyallerle ortaya çıkmaktadır. Aksonlar ve dendritler arasında sinaps (kavşak) adı verilen küçük boşluklar bulunmaktadır. Her türlü şuurlu hayatımızın belirlenmesi, bu farklı sinirsel devrelerdeki nöronların uyarılmasıyla olmaktadır.
Bir gülün kokusu, göğün mavi renginin verdiği tecrübe, soğanın tadı, bir matematik formülünü düşünme; bütün bunlar, değişik oranlardaki nöron uyarılmasının farklı sinir devrelerinde, beyindeki farklı yerel özelliklere bağlı olarak meydana getirilen etkilerdir. Peki, bu farklı nöron devreleri ve yerel özellikler nelerdir ki, bizlerde farklı etki ve cevaplar ortaya çıkmaktadır?
Bilebildiğimiz, ancak beynin belirli bölgelerinin belirli türden tecrübeler için özelleştiğidir. Beynin duygularımızı ve düşüncelerimizi nasıl temsil ettiğine dair hâlâ en küçük bir ipucumuz bile yoktur. Beyinde kıskançlık duygusunun (görsel imgelerin veya kelimelerin) kaynaklandığı yeri öğrenmiş olabiliriz. Ama "nerede?" sorusuna cevap vermek nasıl?"ı cevaplamaz.
Düşünce beynin eseriyse, peki beyni harekete geçiren şey nasıl yine düşünce olmaktadır? Düşünce beyinde hangi eylemlerin sonucu oluşur? Acaba beyin, düşünceler arasında mantıksal bağlantıları nasıl kurmaktadır? Beyin, gözünü kırpıştıran birkaç insanın arasındaki davranış farkını nasıl ayırt etmektedir?
ÇÖZÜLEMEMİŞ BİR KONU: BENLİK
İnsan olarak hepimizin kendimiz hakkında belirli ve akla uygun bir tasarımımız vardır; bu tasarımı bilimsel kavramlarla bağdaştırmak çok zordur. Biz şuurun, bütünüyle şuursuz ve anlamsız fiziksel parçacıklardan oluştuğunu söylerken aynı zamanda hür, düşünce ve irade sahibi, akıllı olduğumuzu da söylüyoruz. Bu iki zıt kavramı nasıl bağdaştırabiliriz?
Kısacası anlamsız olduğu varsayılan bu dünya, anlamı (insanı) nasıl ihtiva etmektedir?
Önemli bir problem daha var: İyonlar ve nörokimyasal maddeler, bir şahsın benlik şuurunu oluşturan renk, ses ve dokunmayla ilgili şahsi tecrübeleri nasıl ortaya çıkarıyor? Yani beyinde birtakım nöronların deşarjıyla öznel bir algı olan benliği açıklamak mümkün müdür?
Bazı beyin faaliyetleri, tecrübelerimizin yalnızca bize has olmasını (başka deyişle "ben" olmayı) nasıl sağlamaktadır? Birçok bilim adamı şahsa özgü (öznel) deneyimin açıklanamayacağını ve bunun bilimin konusu olmadığını düşünmektedir.
ŞUURUN (BİLİNCİN) İZAHI
Şuurun açıklanması başka zorlukları da beraberinde getirmektedir. Böyle bir şey nasıl olabilmiştir?
Kafatasımızın içindeki o vıcık vıcık madde yığını nasıl olur da şuurlu olabilir? Bu konuda çok az şey biliyoruz. Hâlbuki şuurluluk, insanın varoluşunun temel gerçeğidir; çünkü şuurlu olunmaksızın varoluşumuzun bütün öteki özellikleri -dil, sevgi, nefret vb.- imkânsız olurdu.
Tüm hayatımız boyunca uyanık olduğumuz her an dokundukça, koştukça, oturdukça ve konuştukça görüntülerin, seslerin ve kokuların bombardımanına uğrarız. Varoluşumuz, dış dünya ile sürekli bir diyaloğa dayalıdır. Beyin, duyularımız aracılığıyla akıp gelen bilgilerin işlenerek koordine edilmesi ve neticede beyin çalışmasının hareket olarak dışa vurulması açısından hayati önem taşır. Peki, bunlar nasıl gerçekleştirilir?
Çok sayıda beyin bölgesi bir şekilde farklı fonksiyonlara katkıda bulunur. Ancak, beyindeki tamamen farklı bölgeler, parçaların toplamından ibaret olmayan bir bütünü, hareket veya görme gibi bir fonksiyonu nasıl ortaya çıkarabilir?
BEYİN RUHUN ALETİDİR
Bilinçli zihin elbette beyinden çıkar, zira korteksi (beyin kabuğunu) ortadan kaldırdığımızda bilinçliliği de yok etmiş oluruz. Beyni yok ettiğimizde, hissedilebilir zihin de beyinle birlikte silinip gider. Ama beynin fiziksel organları, sadece, zihni insan için algılanabilir kılan bir devre fonksiyonu görüyor da olabilir. Yani beyin ortadan kalktığında da bir zihin formu varlığını sürdürebilir. Radyoyu kırdığımızda artık duyulacak bir müzik olmayacağı gibi. Ama radyo ortadan kalktığında da radyo dalgaları varlığını korumaya devam eder. Biz bu durumda, sadece elektromanyetik radyasyonu mekanik ses dalgalarına çeviren aletten yoksun kalmış oluruz. Radyonun müzik için yaptığı şeyi beyin de zihin için yapmaktadır.
MAKSATLILIK NEDİR?
Aklın anlaşılmaz özelliklerinden biri de filozofların ve psikologların "maksatlılık" adını verdikleri, zihnin çeşitli konumlarını yönlendiren; dünyaya kendilerinin dışındaki ilişkilerinin durumları, nesneler konusunda ya da bunlarla İlgili yahut bunların kendileri olan özelliklerdir.
"Maksatlılık" kelimesi yalnızca maksadı veya niyeti anlatmaz; bu kelime (ister şuurlu, ister şuursuz olsun) özlemleri, tutkuları, ümitleri, korkuları, sevgiyi, nefreti, şehveti, tiksintiyi, gururu, kızgınlığı, memnuniyeti ve aklın dışındaki dünyayı anlatır. Maksatlılık konusundaki soru, şuurlulukla ilgili soruya çok benzer.
Kafanın içindeki bir kelime, nasıl herhangi bir şeye işaret eder? Bu kelime, nasıl herhangi bir şeyle ilgili olabilir?
Bundan başka kafanın içindeki bu lâf aslında boşluktaki atomlardan oluşan bütün öteki maddi hakikat gibi değil midir?
Kısaca sorarsak; boşluktaki atomlar herhangi bir şeyi temsil edebilirler mi? Nasıl?
HAREKETE GELİNCE
Diyelim ki, kolumuzu kaldırmaya karar verdik. "Sonra ne olur?" derseniz, kollarımız kalkıverir. Ama düşüncelerimiz ve duygularımız gerçekten akılla ilgili olsaydı, o zaman fiziksel dünyayı nasıl etkileyebilirdi?
Akılla ilgili şey fiziki etkiyi nasıl yapabilmektedir? Yoksa düşüncelerimiz ve duygularımız, beynimizin ve sinir sistemimizin bir kısmında her nasılsa kimyasal bir etki mi yapmaktadır? Böyle şey nasıl olabilir?
Düşüncelerin kendilerini aksonların çevresine sarabildikleri veya dendritleri sarstıkları ya da hücrelerin içine sızdıkları ve hücre çekirdeğine saldırarak onu etkiledikleri mi varsayılmalıdır yoksa?
Akli olgular nasıl fiziki olgulara sebep olmaktadır? Meselâ düşünce gibi ağırlığı ve cismi olmayan herhangi bir şey eyleme nasıl yol açabilir?
Bir başka soru: Beyinlerin düşüncenin sebebi ve düşüncelerin de beyinlerin özelliği olduğu şeklindeki iki görüş, aynı zamanda nasıl doğru olabilir?
Prof. Dr. Sefa Saygılı