Arama

Prof. Uğur Derman
Ağustos 2, 2024

(Bu makalenin dördüncü bölümü geçen hafta neşredilmiştir)

Fuad Bey'in hakîkî dostlarından biri de 'Onun her hâli, her hareketi bir ibâdetti' sözüyle vasf ettiği Üsküdarlı Ressam Hoca Ali Rıza Bey idi ve fevkalâde resimlerinin takdîrkârı olan Süheyl Ünver hocaya bir gün "Onun resimleri, ahlâkının yanında üçüncü sınıfda kalır" diyecek kadar meftûnu idi. Ali Rızâ Bey'in 20 dakikada resmettiği bir Eyüb Sultan Türbesi suluboyasını görebilirsiniz (Resim 1).

Fuad Bey'in mânen bağlandığı hattat Hulûsi Efendi'ye (Resim 2) dâir şu dikkate değer hâtıralarını da nakletmeliyim:

"Mısırlı Prens Abbas Halim Paşa'nın umûmî vekîli olduğum sıralarda, kendileri için bir kartvizit bastırmak lâzım geldi. Ta'lîk hattı ile yazılması münâsib görüldüğünden, o devrin (1920'li yıllar) mâruf ta'lîknüvîsi Hulûsi Efendi'yi bu maksadla aratdım. Her ne kadar aynı mektebde (yâni Darüşşafaka'da) o yazı muallimi, ben de müdîr olarak bulunduysak da, hizmetlerimiz farklı yıllara rastladığı için muârefemiz yokdu. Dâvetim üzerine geldi; kendisine arzûmu bildirdikden sonra ödenilecek meblâğı sordum, '25 lira' dedi... Vay vay! En benâm hattatların bir liraya yazdıkları kartvizite, bu, 25 lira istiyordu; bu kadar açgözlülük olur şey değildi! Sinirlendim ama renk vermemeğe çalışdım. 'Peki ne zaman yazarsınız?' suâlime de: 'Canım ne zaman isterse o zaman!' cevâbını vermez mi?... İşte bu, hoşuma gitdi. Riyâ, tabasbus yok, boyun eğmeyen bir san'atkâr... 'Herif tam benim aradığım gibi!' diye düşündüm; ona karşı içimde bir hürmet ve muhabbet hissi uyandı. Bir müddet sonra, yakınlık peydâ etmek için, kendisini yemeğe çağırdım. Kapıdan içeri girince, kulağına eğilip: 'Böyle dâvetlere eli boş gelinmez, bir şey getirilir' diye takıldım. Duraklamadan cevâbı yapışdırdı: 'Patlamayınız efendim!' ve cübbesinin içinden tomar hâlinde sarılı bir yazısını çıkartıp elime tutuşdurdu! Bu, 'Hikmetin başı Allah korkusudur' meâlinde, kendi yazdığı bir celî ta'lîk şâheseriydi. Hım!... Bu hadîsin seçilişi de boşuna olmasa gerekdi...

Yavaş yavaş anladım ki, Hulûsi Efendi maddeye hiç mi hiç kıymet vermeyen, son derecede mütevâzı, velî tabîatlı bir adamdır ve kendisiyle tanışdığımız gün bana karşı çıkışır tarzda muâmele edişi, üzerimde hissetdiği kibir ve benlik dolayısıyladır. Zamanla yakınlaşdığımızda, 'Efendi! Sen bu kibr ü azameti terket. Onun için de namaza devâm eyle, alnın secdeye gelsin!' diyerek, nasihat yollu namaza başlamama vesîle olmuşdu.

Seneler geçdikçe, Hulûsi Efendi'yle muhabbetimiz artdı. Vefâtından hemen sonra –bana çok tesîr eden- bir vak'asına şâhid oldum. İbrahim Bey nâmında varlıklı bir dostum, bir gün ziyâretime geldi ve bana: 'Her ay muayyen bir mıkdar nakdî yardımda bulunmak arzûsundayım, fakat bu şahsın beni tanımaması, benim de onu bilmemem için tavassutunu isteyebilir miyim?' diyerek âlîcenaplık gösterdi. Geçmiş gün, yirmi veyâ otuz lira, öyle bir şey amma o zaman mühim paraydı! 'Peki' dedim. 'Sen her ay buraya bırakırsın, ben îcâbına bakarım'. Ancak o anda kime vereceğime dâir bir tesbîtim olmamışdı. İbrahim Bey gitdi, derken biraz sonra Hulûsi Efendi çıkagelmez mi? Fakat düşünceli bir hâli vardı. 'Ne o papas! (kendisine takılmak için böyle hitâb ederdim) Bir derdin mi var?' dedim. Hastalığı yüzünden yazı ile pek meşgûl olamadığını, türbeler bekçiliği maâşıyle de (40 lira) geçinmekde güçlük çekdiğini sıkılarak anlatdı. 'Bana bak, üzülme. Her ayın beşinde buraya gelip bir zarf alacaksın. Lâkin kimden geldiğini sormayacaksın' dedim ve ilk zarfı da hemen uzatdım. Duâlar ederek aldı. Bu hâl haylı zaman sürdü. İbrahim Bey de yardımının hayra yaradığından emindi... Nihâyet, çok üzüntülü bir günümde yanıma gelerek: 'Birâder, benim işlerim bu arada birden bozuldu. Her ay sana bırakdığım zarfı getirmeğe artık imkânım kalmadı, bilmem ki ne yapsak?' dedi. Ona verdiğim cevap, aynı zamanda büyük teessürümün sebebini de belirtmiş oldu: 'Hâcet kalmadı Beyim' dedim. 'Senin zarfı her ay alan mubârek zâtı dün Hakk'ın rahmetine tevdî etdik. Şimdi ona ancak Fâtiha'lar gönderebiliriz!' Bu hâl ikimizin de gözlerini yaşartmışdı."

Fuad Şemsi merhûmun anlatdığı bu hâdisedeki İlâhî nükteye pek uyan şu hikmetli beyit işte o zaman hâtırıma gelip, kendisine de okudumdu:

"Hudâ, dîvâr-ı devlethâne-i erbâb-ı ıkbâli,
Gehi bir lâne-i güncüşk-i bî-ârâm içün saklar"

(Allah, ıkbâl sâhiblerine âid evlerin duvarını, bâzan uçup oynayan bir küçük serçenin yuvasının korunması için ayakda tutar).

Fuad Bey'in sevdikleri, fakat bir sebeple gücendirdiği için görüşmedikleri arasında Âkif Bey'in kızı ve dâmadı Feride/Muhyiddin Akçor ilk hatırladığım kişilerdir. İbnülemin Mahmud Kemal İnal'ı (1871-1957) da hiç sevmez; Hacc'a giderlerken Kızıldeniz'deki vapur yolculuğunda aynı kamaraya düşmüşler. İbnülemin'in fâsılasız konuşmasına sinirlenen Fuad Şemsi, yemek tepsisindeki ekmek bıçağını kendisine doğrultup: "Devam edersen seni bununla öldürürüm!" tehdîdinde bulunduğunu, muhatabının Deli Fuad diye de anıldığını bilen İbnülemin'in bunun üzerine sustuğunu anlatmıştı. Şahsiyet noksanlığını gördüğü Midhat Cemal Kuntay (1885-1956) da hakāret etdikleri arasındaydı. Müderris Ferid Kam (1864-1944) gibi eşi bulunmaz bir değerin aşırı evhamından dolayı korkaklığı, Fuad Bey'in kabul edemeyeceği bir keyfiyet olduğu için, o da kendisinin sevmedikleri arasında yer almaktaydı.

Şeyh Muhsin-i Fânî müstear adıyla çok mühim eserler bırakan Hüseyin Kâzım Kadri Bey (1870-1934) için: "Şahsiyeti, ilminin de üstündeydi" diyerek onun hakkındaki takdirlerini belirtirdi. İstinye'deki yalının müdavimlerinden Yahya Kemal Bey (1884-1958) ise sofra örtüsünü kirletdiği için Fuad Şemsi'nin tevbîhıne mârûz kalanlardandır.

Sahip olduğu kültür hamulesine rağmen değeri bilinmeyen Fâzıl Ahmed Aykaç'ı (1884-1967) çok seven Fuad Bey, onun felç geçirdikden sonra, sabahları uyanınca âile efradından özür dileyerek: "Bugün de ölemedim" deyişini nemli gözlerle anlatmışdı.

Bir Osmanlı paşasının kızı olan Saâdet Hanımefendi'yle uzun yıllar evli kalan Fuad Bey, zamânın şartları içinde evlâdını istediği biçimde yetiştiremeyeceği endîşesi ile çocuk sâhibi olmakdan kaçındığını saklamazdı. Zevcemle beraber kendisini ziyâret etmemizi istediğinde, bunu yerine getirdiğimiz gün pek memnun kalmış; refikasını da sohbet halkamıza dâhil ederek bize huzurlu saatler yaşatmış, iltifatlar etmişdi. Aslında söyledikleri onun için iltifat sınıfına girmezdi, çünkü lugatinde böyle bir mefhum yokdu.

1968 yılının Mayıs ayında misâfireten fakîrhâneyi teşrif eden üstâdım Necmeddin Okyay (1883-1976) ile Fuad Şemsi Bey'i ziyâret etmişdik (20 Mayıs Pazartesi). Beraber geçirdiğimiz şen, şâtır üç saatin hazzını hâlâ yaşarım.

Yıllardır sokağa adım atmayıp evinde oturmayı tercih eden Hazret, sınırlı dostları dışında kendisini -eski tâbirle söyleyeyim- ihtilattan men' etmişdi. Mücellidoğlu Ali Çankaya, Yeni Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler isimli muhalled eserinde Fuad Şemsi İnan bahsini yazarken, onun resmî hâl tercemesini verdikden sonra: "Kendisine ve yakın arkadaşlarına 1966'dan 1969'a kadar muhtelif zamanlarda beş mektup gönderilmesine rağmen, mumâileyh garip ve hasta bir ruh hâli içinde hayat hikâyesine âid soruları cevaplandırmakdan çekinmişdir. Bu husûsu burada belirtmeyi gerekli gördüm" ifâdesine yer vermişdir (c.III, s.1069).

Fuad Bey, mükrim adamdı. Gerek yalıda, gerekse Emirgan'da oturduğu yıllarda, salı akşamları şuarâ sınıfını, perşembe akşamları da mütedeyyin zümreyi akşam yemeğine dâvet eder, ancak birincilerin "akşamcı" olanlarına da "Ziftleneceğinizi kendiniz getirin, benden beklemeyin" diyerek, evinde müskirât ikrâmı olmayacağını belirtirmiş. Benim, perşembe akşamları yemeğe kalmışlığım olurdu.

Fuad Şemsi Bey, uzun müddet bekledikden sonra, eş'ârını topladığı Hak isimli eserini bastırmağa karar verdi (Resim 3). 19 Ekim 1972 günü ziyaretine gitdiğimde bunun bir nüshasını da fakîre lutfetdi. Lehde olsun, aleyhde olsun, kanâatlerini çekinmeden söylemekden ve yazmakdan âdetâ haz duyan bu zâtın nâçiz şahsım için "Öz evlâdım kadar yakînim, cânım kadar azîz, sevgili Uğur'a" ithafıyla imzâladığı bu kitab beni fazlasıyla sevindirdi. İnsanların derûnunu okuduğu için, başka bir ziyâretimde de: "Senin yüzünün nûru azalmış. Namazını ihmâl mi ediyorsun?" demişdi ki, bu teşhîsinde -Allah afv etsin- doğruluk payı çokdu.

Biz bahsimize dönelim: Şiir anlayışında Tevfik Fikret (1867-1916) üslûbunun ağır basdığı mutlak olan Fuad Bey'le eski bir görüşmemizde, Fikret'in etrâfındaki hayranlarını topluca suçlamam üzerine: "Sorma, ben o kadar te'sîri altındaydım ki, kendimi alamaz, Târîh-i Kadîm'ini okur, sonra da tevbe istiğfâr ederdim" demişdi. Hak kitabında sahîfe ve başlıklarını sıraladığım şu manzûmeler açık veyâ zımnî olarak Târîh-i Kadîm'e veyâ onun şâirine reddiye mahiyetindedir:

106-107: Fevzâ; 224: Sen ki…; 226-227: Isyan; 228-229: Haber; 230-231: Yolun Başı; 232: Ey Şâir; 233: Yolun Sonu; 236-237: İster miydin?; 238: Vicdan Yarası; 239: Cezâ; 240-241: Ne Azab; 242: Bir Sual; 243: Ey Va'zı İle Öz Oğlunu Berbâd Eden Baba; 244: Hayır; 245: Bedbaht; 286: Zıyân.

Bu reddiyeler dışında dînî, ictimâî, târihî mevzûlarda hepsi de aruz vezniyle inşâd olunmuş beyit, kıt'a ve manzûmeler sıralanıyor. Meselâ çok beğendiğim "Kalem" kıt'asını (s.21) şuraya kayd edeyim:

"Harflerinden taşan esrâr-ı Hudâ,
Etdi bir âlem-i san'at ibdâ'.
Dikdi her harf ile yüzlerce alem,
Kal'a-i san'atı feth etdi kalem".

Şu beyit âdetâ kendisinin târifidir:

"Hakk'ın yoludur yol sana, millet yolu, sapma!
Yık zulmü, riyâsız yaşa, hürr ol, kula tapma!"

Mehmed Âkif'in Mısır'da iken yazdığı:

"Beşerin tapdığı bir kendisinin heykelidir,
Dinlemem, etse de Allâh'ı bütün gün takdîs.
Ben bu mel'un putun uğrunda geberdim, hâlâ
Kabaran, kokmuş içimden; yaşasın nefs-i nefîs!"

kıt'asına nazîre mâhiyetinde yazdığı şu kıt'a zikre değer (s. 212):

GÜÇ ŞEY

-Âkifimle Berâber, Rahmetullâhi Aleyh-

"Beşerin tapdığı bir kendisidir, benliğidir,
Etse Allâh'ı, inanmam gece gündüz î'lâ.
Ben bu mel'un putu gördükçe kırıp ezmişdim,
Yine bakdım duruyor, dipdiri, dimdik hâlâ!"

Bunu bana daha önce okuduğunda ilk beyit şu şekildeydi:

"Beşerin tapdığı bir kendisidir, âmennâ,
Dinlemem, etse de Allâh'ı bütün gün î'lâ".

Prof. Uğur Derman

(Devamı gelecek hafta…)

Resim altları:

Resim 1: Hoca Ali Rızâ Bey'in 20 dakikada bitirdiği Eyüp Sultan Türbesi'nin suluboyası.

Resim 2: Hattat Hulûsi Efendi.

Resim 3: Fuad Şemsi Bey'in "Hak" isimli kitabı.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN