Herhangi bir sebeple yuvamızın, yurdumuzun dışına çıktığımızda; sevdiğimiz, değer verdiğimiz kimselerden ve şeylerden uzaklaştığımızda; gittiğimiz yerlerin adına "gurbet" deriz. Oralarda yalnızlık ve yabancılık çeker; kendimizi "garip" hissederiz.
Yaşanan yürek acıları "ayrılık", özleyişler "hasret", kavuşmalar "vuslat" olur. İnsan ancak kendi vatanında, mekânında, makamında huzur ve sükûn bulur.
Bu gidişler, gelişler, hissedişler; güftelere, bestelere yansımış. Hikâyeleri, romanları yazılmış; filmleri, dizileri yapılmış.
Dilimizde ve kültürümüzde, bir de "kurbiyet" kavramı var. Sözlükler, ansiklopediler; "batıl ve fani olan şeylerden uzaklaşıp, hak ve baki olan şeylere yaklaşmak" diye tarif ediyor, tanımlıyorlar.
Aralarında kan bağı bulunan kimseleri ifade etmek için kullanılan "akrabalık" kavramı da aynı kökten geliyor. Biri kullar ile Allah arasındaki yakınlığın, diğeri kulların kendi aralarındaki yakınlığın karşılığı oluyor.
Yakınlığı hem "kan bağı", hem de "din bağı" üzerinden takip ediyoruz. Aileden başlayıp sülaleye doğru gidiyor, arkasına milleti ve ümmeti ekliyoruz.
Bu bağlamda; "Türk Dünyası" ifadesi kan bağının, "İslam Dünyası" ifadesi din bağının yansıması. Tarih, kültür, medeniyet denklemimizin ve değerlerimizin ana çerçevesi içinde yer alan tüm diyarlar; kısaca "gönül coğrafyası".
Müslümanların yılda bir tekrar ettikleri, mali ve sosyal sorumluluk anlayışı ile yaptıkları "kurban" ibadeti; aynı değerler zincirin halkalarından biridir. Hem Allah'a, hem de kullara yönelmek ve yaklaşmak için yerine getirilir.
Kestiğimiz kurbanların eti, kanı değil; bizim samimiyetimiz Allah'a varır. İkramlar, ziyaretler, bayramlaşmalar, helalleşmeler; komşular, dostlar, akrabalar arasındaki yakınlığı artırır.
Evler ve aileler, köyler ve şehirler, ülkeler ve toplumlar arasında "gönül köprüleri" kurulur. Kötülüğün azaltılıp, iyiliğin çoğaltıldığı günler yaşanır; dünya daha huzurlu ve güvenli olur.
Görünen o ki; hayatımız boyunca, "gurbet duygusu" ile "kurbiyet kaygusu" arasında gidip geliyoruz. Bazen sevdiğimiz ve değer verdiğimiz şeylerden uzaklaştıran, bazen de öze dönüşü temsil edip bizi bize yaklaştıran trenlerin yolcusu oluyoruz.
Kutsal metinlerde; dünya "gurbet", ahiret "vatan" olarak tarif edilmiştir. İnsanoğlu, bu diyara; dünya tarlasına ahiret ekini ekmek için gönderilmiştir.
Bu niyetle yurt edinir, yuva kurarız. Yeryüzüne Allah'ın kulu ve halifesi olarak geldik; ilim, iman, amel, tavır bütünlüğü içinde görevimizi yerine getirip geri dönmek için varız.
Kalıcı hayatı, geçici hayata tercih ederiz. "Biz, Allah'a aitiz; O'ndan geldik, O'na döneceğiz" der; ölümü "vuslat" bilir, "düğün gecesi" gibi, "sevgiliye kavuşma günü" olarak nitelendiririz.
Geçtiğimiz günlerde, bir vesileyle, kardeş Azerbaycan'ın Başşehri Bakü'ye gittik. Hiç gurbet gibi gelmedi bize; kendimizi yurdumuzda ve yuvamızda gibi hissettik.
Üniversiteyi Türkiye'de okumuş bir eğitimci; içimizi ısıtan ve gönlümüzü aydınlatan şeyler söyledi. "Azerbaycan'da, gecenin geç saatlerinde, herhangi bir hanenin kapısını çalıp Türkiye'den geldiğinizi söyleseniz; sizi içeri almayacak, şeref misafiri gibi ağırlamayacak kimse çıkmaz" dedi.
Zihin arşivimiz açıldı; başka ülkelere ve bölgelere yaptığımız ziyaretler sırasındaki hatıralarımızı hatırladık. Kan kardeşliğinin, din kardeşliğinin önemini ve Türkiye'nin tarihi rolünü bir kez daha anladık.
Ulaşmamız, buluşmamız, kaynaşmamız, gurbeti kurbiyete dönüştürüp yakınlaşmamız gereken nice ülkeler ve toplumlar var. Hemen hepsi; bizden rehberlik, önderlik, hamilik, hakemlik bekliyorlar.
Bu noktada, dikkat edilmesi gereken hususlardan biri; halklar ile hükümdarların ayrı ayrı değerlendirilmesidir. Bir yandan, devletlerarası ilişkilerle siyasal zemin oluşturulurken; öte yandan, sosyal ve kültürel ilişkilerle halkın arasına girilmesidir.
Kendi içimizde, temel değerlere dayalı bir kurbiyet iklimi oluşturabilirsek; bunun iyileştirici, ıslah edici enerjisi dışa doğru da yansıyacak. Gurbetin yalnızlığı ve yabancılığı azalacak; daha çok belde vatan, daha çok insan kardeş olacak.
O zaman sınırlarımız genişleyecek; daha büyük bir coğrafyanın varisleri olacağız. Zaman ve mekân, aldığını geri verecek; kaybettiğimiz değerleri tekrar bulacağız.
Bu yolda ve yolculukta; helal dairesi içinde kalan her şey, birer vesiledir. Biz, yeryüzünü imar edip Allah'ın kullarına iyilik ve yardım yaparsak; âlemlerin ve içindekilerin Rabbi karşılığını verir, dünya ve ahiret nimetleri ile ödüllendirir.
Geldiğimiz yere, alnı ak gönlü pak olarak dönmüş oluruz. Dünya gurbetinde tarlaya ne ekersek, ahiret vatanında onun mahsulünü buluruz.
Zekeriya Erdim