Üstlendiği Misyonun Farkında Bir Entelektüel: Yunus Emre - Orhan Kemal Tavukçuoğlu

Yayınlanma Tarihi: 17.05.2025 11:44 Güncelleme Tarihi: 17.05.2025 12:21

Prof. Dr. Orhan Kemal Tavukçuoğlu Yunus Emre'ye dair bilinmeyenleri anlattı: "Yunus Emre çağında, çağına karşı bir duruşu bir sözü olan mütefekkir ve münevver bir entelektüel şairdir. O kadar ki, o kadar ileri gidiyor ki bu konuda çağındaki önemli Selefi zihniyetin başındaki mütefekkir, fakih İbn Teymiyye'ye göndermeler yapıyor."

Yunus Emre Hazretleri, ülkemizde en çok bilinen, şiirleri daha çocuk yaşlarından itibaren ezberlenen çok önemli bir şahsiyettir. Hatırlatmakta fayda var; kısaca Yunus Emre'nin hayatından bahsedebilir misiniz?

Evet, Yunus Emre halk arasında oldukça bilinir ve sevilir. Ancak bu tanınırlık, daha çok halkın anlayabileceği düzeyde şekillenmiştir. Akademik camiada bugüne kadar birçok çalışma yapılmış olmasına rağmen, onun hayatını tüm ayrıntılarıyla bilmekten hâlâ uzağız. 1240-1320 yılları arasında yaşadığı artık belgelerle sabittir. Orta Anadolu'da, bugünkü Aksaray, Kırşehir ve Nevşehir üçgeninde yer alan, eski adıyla Sarıköy, bugün Sarıkaraman olarak bilinen köyde doğduğu da bilinen bir gerçektir. Moğol baskısı nedeniyle, içinde bulunduğu toplulukla birlikte batıya, uç bölgelere göç etmiştir. Geçimini çiftçilikle ve "harratlık" adı verilen, bir tür marangozlukla sağlamıştır. Bir rivayete göre üç, başka bir görüşe göre ise beş çocuğunu veba salgınında kaybetmiştir. Sonrasında batı uçlarına yerleşmiş ve burada önemli bir mütefekkir şair olarak hayatını sürdürmüştür.

➡Yunus Emre'nin, Tapduk Emre'nin dergâhında uzun yıllar kaldığı ve burada olgunlaştığı söylenir. Bu süreçte uzun süre şiir söylememesi, belli bir dönemden sonra şiire başlaması nasıl değerlendirilmelidir?

Şiir söylemek öncelikle bir yetenek, bir fıtrat meselesidir. Bu kabiliyeti olmayan birinin şiir söylemeye çalıştığında ortaya çıkan durumu çevremizden de az çok biliriz. Yunus Emre'nin şiir söylemeye başlamasını, doğrudan aldığı terbiye ve eğitimle açıklayabiliriz. Şiir yeteneği zaten onda vardı; bu zamanla olgunlaştı. Ancak tasavvuf ortamlarında, özellikle geleneksel sanatlarda bu tür yeteneklerin ortaya çıkışı genellikle üst düzeydeki bir kişinin izniyle olur. Dolayısıyla Yunus'un şiir söylemesi de, olgunluğa erişmiş olsa da, şeyhinin izniyle gelişmiş bir süreçtir. "40 yıl dergâhta hizmet" meselesine gelince, biz bazı sayıları (7, 40, 70 gibi) sembolik olarak çok severiz. Gerçekte Yunus Emre'nin Tapduk Emre'yle birlikte geçirdiği süre, elimizdeki bilgilere göre en fazla 10-15 yıl, hadi bilemediniz 20 yıldır. "40 yıl" ifadesi ise tamamen sembolik bir ifadedir.

➡ Siz Yunus Emre'nin Divanı'nı derlediniz ve bu ciddi bir çalışma. Bir edebiyat profesörü olarak onun şiirlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce Yunus'un şiirleri milletimizin hafızasında ve edebiyat literatüründe nasıl bir yere sahiptir?

Yunus Emre, dil açısından oldukça sade bir dil kullanmıştır. Üslubu da bu sadeliğe paraleldir. Ancak akademik çevrelerin geç fark ettiği bir gerçek var: Yunus Emre, halk diliyle konuşmasına rağmen bu dile çok geniş bir ifade kabiliyeti kazandırmıştır. Sıradan kelimeleri alıp tasavvufun derin kavramlarını – gayb, fena, vahdet-i vücut gibi – sembolik bir dille anlatmıştır. Başlangıçta akademik çevreler bu metinleri sadece halk şiiri olarak değerlendirmiş, o düzeyde yorumlamışlardır. Oysa bugün klasik şiirimizin, divan edebiyatımızın başında bile Yunus Emre'nin getirdiği terkiplere rastlıyoruz. Dolayısıyla Yunus Emre, sanıldığı gibi sadece halk arasında dolaşan, anlaşılması kolay bir şair değil; aksine edebiyat tarihimizin başına konulabilecek derinlikte, düşünceyle yoğrulmuş büyük bir mütefekkir şairdir.

➡ Yunus'un bazı şiirlerinde, içinde bulunduğu çevreyi eleştirdiği de görülüyor. Mesela "Ben dervişim diyenin, hemen yüzünü yırtarım" gibi dizeleri örnek gösteriliyor. Bu açıdan bakarsak, Yunus'u yaşadığı dönemde eleştirel bir şair olarak değerlendirebilir miyiz?

Bugün birine sorsanız, Yunus Emre'yi nasıl tarif eder? "Miskin, zavallı, ağlayıp inleyerek dolaşan biri" gibi tarif ederler. Ancak bu doğru bir anlayış değildir. Yunus Emre, yaşadığı çağda kendi dönemine karşı sözü olan, duruşu olan bir mütefekkir ve münevverdir. Hatta bu konuda o kadar ileri gider ki, o dönemin önemli Selefi düşünürü ve fakihi olan İbn Teymiyye'ye kadar göndermelerde bulunur. Yani sadece Anadolu'daki insanlarla değil, Şam coğrafyasındaki fikir adamlarıyla da zihinsel bir temas hâlindedir. Aynı zamanda kendini de eleştirir. "Sen şeyhlik taslıyorsun Yunus, önce kendini kurtar" der. Bu da gösteriyor ki Yunus'un duruşu, derinlikli bir entelektüel duruştur. Üstlendiği misyonun farkında olan ve çağını sorgulayan bir tavırdır. Bu yönüyle örnek alınması gereken bir duruştur.

➡ Hocam, bazı kaynaklar Yunus Emre'nin Anadolu dışında, bizim bugün "gönül coğrafyası" dediğimiz yerlerde de dolaştığını ve bu bölgelere etki ettiğini ifade ediyor. Bu durumu, onun manevi büyüklüğünün bir yansıması olarak mı değerlendirmeliyiz, yoksa gerçekten böyle bir durum söz konusu mu?

O dönemde, tabiri caizse dünyamızı derinden etkileyen birkaç isim var. Bunlardan biri İbnü'l-Arabî'dir. Bildiğiniz gibi İbnü'l-Arabî, Mağrib'den yani Endülüs'ten geliyor, Şam'da bulunuyor, daha sonra Anadolu'ya geliyor ve hem düşüncesiyle hem de zikir anlayışıyla dönemin zihin dünyasını sarsıyor. Yunus Emre de bu isimlerden biridir. Ancak onunki biraz daha sessiz bir etki olmuştur. Ne yazık ki Yunus Emre'nin mücadelesi Moğol istilalarının gölgesinde kalmış, tarihte yeterince yer bulamamıştır. Ancak Yunus Emre, geçtiği coğrafyalarda çok derin izler bırakmıştır. Bu izler sadece onun manevi tesirinden değil, bizzat o coğrafyaları fiziken ziyaret etmiş olmasından da kaynaklanıyor olabilir. Kendisi de "Gezdim Urum ile Şam'ı, yukarı illeri kamu" diyerek bunu dile getiriyor. "Urum" ve "Şam", sırasıyla Anadolu ve bugünkü Suriye-Filistin bölgelerini ifade eder. Peki "yukarı iller" neresidir? Bazılarının iddia ettiği gibi Kafkasya değil; aslında bugünkü Yesi'nin bulunduğu Türkistan vilayetleridir. Ayrıca Hoca Ahmet Yesevî'yi de ziyaret ettiğini düşünüyoruz. Çünkü onun şiirlerinin Anadolu versiyonlarını yazmıştır. Mesela çok bilinen "Bana seni gerek seni" diye biten şiiri, aslında Hoca Ahmet Yesevî'nin "Mengen sen ok gerek sen" diye ifade ettiği hikmetin Anadolu'daki karşılığıdır. Dolayısıyla Yunus Emre'nin bıraktığı bu izler, yalnızca manevî değil, aynı zamanda sahih ve fizikî ziyaretlerin neticesidir.

➡ Anadolu'nun farklı bölgelerinde Yunus Emre'ye ait makamların olduğunu biliyoruz. Bu durum, halkla kurulan gönül bağının ötesinde, sanki Yunus'u sahiplenme arzusunu da gösteriyor. Bu açıdan bakıldığında, bir maneviyat büyüğü olarak Yunus Emre hâlâ Anadolu'yu işaret ediyor diyebilir miyiz?

Kesinlikle diyebiliriz. Bugün özellikle mübarek gecelerde, Yunus Emre'nin şiirleri okunmadan bu gecelerin icra edilmediğini görüyoruz. Bunun dışında, çocukluğumda rahmetli babamın bize söylediği bir şey vardı: "Sabah kalkınca kapıyı pencereyi açın, salavat getirin ve namaz kılın." Ben bu ifadeyi çok sonra, asistanlık yıllarımda Yunus Emre'nin Divanı'nda gördüm. Görüyoruz ki Yunus hâlâ büyük bir muallim, bir "Üstad-ı Azam" olarak zihinlerimizde, gönüllerimizde –tabii gönlü açık olanların gönlünde– yerini korumaktadır.

➡ Yunus Emre, dediğiniz gibi edebiyatımızı ve düşünce dünyamızı derinden etkiledi. Bununla birlikte kendisine benzetilen başka şairler de oldu. Örneğin Aşık Yunus gibi. Bu noktada, ölçüyü kaçırmamak adına Aşık Yunus ve benzerlerinin çizgisini nasıl belirlemeliyiz? Yunus Emre'nin şiirleri diğerlerinden nasıl ayırt edilecek?

Öncelikle Aşık Yunus meselesine bir açıklık getirelim. Aşık Yunus diye tanımlanan Yunus, şüphesiz olabilir. Ancak bu, Yunus Emre'den ayrı bir kişiyi ifade etmiyor olabilir. Çünkü Yunus Emre bazı şiirlerinde kendine "Aşık Yunus", bazılarına "Emrem Yunus", bazılarında ise "Yunus Emre" der. Zaten "Emre" kelimesi Türkçede "aşık" anlamına gelir. Dolayısıyla "Aşık Yunus" başka bir kişiymiş gibi düşünmek çok da doğru bir yaklaşım değildir. Elbette başka bir Aşık Yunus da olabilir. Peki, biz bunları nasıl ayırt edeceğiz? Bunun yolu üslup ve dil analizinden geçer. Çünkü Yunus'un şiirlerinde "Yunusça" bir derinlik vardır. Bu derinliği ehil olan kişiler anlayabilir. Şu anda bu konuda bir çalışma yürütüyoruz. Yani Yunus'un şiirlerini üslup özellikleriyle ayırt etme yönünde ciddi bir çaba var. Çünkü Yunus'un şiirleri, onun vefatından en erken 150 yıl sonra yazıya geçirildi. Bu 150 yıl boyunca şiirler sözlü dolaşımdaydı ve herkes zihninden bir şeyler ekledi, çıkardı. Bu yüzden ancak "Yunusça" düşünmeye başladığımızda, "evet bu Yunus'a aittir" diyebiliriz. Bu konuda bir parantez açalım: Daha önce yapılmış bir çalışmada Yunus Emre'nin en eski Divan nüshalarından beş tanesi bir araya getirildi. Bu nüshalarda yer alan 300 şiir yayınlandı. Bugün rahatlıkla söyleyebiliriz ki, bu şiirler Yunus'un söyleyişine en yakın olan şiirlerdir. Ancak bu yeterli değil, çalışmalar hâlen devam ediyor.

➡ Yunus Emre'nin şiirlerinin, vefatından ancak 150 yıl sonra derlenebildiğinden bahsettiniz. Bu süreç nasıl gelişti hocam? İlk kimler buldu, nasıl bir yayınlama süreci oluştu? Sizin çalışmalarınıza gelene kadar bu konuda neler yaşandı?

Yunus'un yaşadığı çağda matbaa yoktu. Şiirler ancak elle çoğaltılarak yazılıyordu. Biz bugün bu kopyalara "nüsha" diyoruz. Yunus'un da günümüze ulaşan yaklaşık 50 kadar divan nüshası mevcut. Bunların 10 kadarı 16. yüzyıla kadar yazılmış olanlar. Biz, 15. yüzyıla ait beş tanesini bir araya getirerek yayımladık. Peki bu süreçte başka nüshalar var mıydı? Belki vardı. Fakat Yunus, Moğol karşıtı cephenin bir ferdi olarak bu anlamda da zorluk yaşamış olabilir. Belki kendi el yazısıyla yazdığı bir defteri vardı ama o defter şu anda elimizde yok. Çünkü o dönemlerde birçok eser yok edildi ya da kayboldu. Ancak onu sevenlerin gönlünde, hafızasında taşıdığı şiirler; tasavvuf meclislerinde, derviş ocaklarında ezberlenerek bugünlere ulaştırılabildi. Bu nüshaların yazıldığı yerlere baktığımızda, Mevlevî dergâhları, Nakşî dergâhları, Halvetî dergâhları karşımıza çıkıyor. Özellikle Halvetîler arasında Yunus Emre şiirlerinin çokça yayılmış olduğunu görüyoruz. İşte elimizdeki şiirleri bu dergâh ortamlarında yazılmış nüshalardan elde edebiliyoruz. Ancak o 150 yıllık ilk dönemden kalma, tarihi olarak belgelenmiş bir nüsha maalesef şu anda elimizde yok.

➡ Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte Türkiye'de bir Türk Dil Devrimi başlatılıyor. Ancak bu süreçte, Cumhuriyet'in ilk yıllarında Yunus Emre bir süre unutulan, hatta unutulması istenen isimlerden biri hâline geliyor. Buna rağmen bugün bile "İlahi Gökkuşağı" gibi programlarda halkımızın Yunus Emre ile kurduğu o özel bağı hâlâ sürdürdüğünü görüyoruz. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yunus aslında çok bahtsız bir insan. Yaşadığı çağda çocuklarını kaybediyor, memleketini terk etmek zorunda kalıyor, Moğol zulmüne maruz kalıyor. Daha sonra, bu sürecin devamında eserleri kayboluyor, bulunamıyor. Osmanlı döneminde de Yunus Emre ne yazık ki gerektiği şekilde anlaşılamıyor. Örneğin 17. yüzyılda Sümbülzâde Vehbî'nin bir şiiri var, orada kötü şiirlere örnek verirken Yunus Emre'nin şiirlerini gösteriyor. Yani anlayamamış, halk şiiri zannetmiş. Halbuki Yunus Emre'yi en iyi anlayanlar Fuzûlî, Necâtî ve Hüdayî Hazretleri olmuştur. Onlar Yunus'un kıymetini fark etmişlerdir ama geniş anlamda bir sahiplenme yine gerçekleşmemiştir. Cumhuriyet dönemine gelince… Herkes kendisine bir dayanak, bir kaynak arıyor. Cumhuriyet ideolojisini ortaya koyacak bir kaynak. Bu arayışta bazıları Yunus Emre'yi buluyor ve sahipleniyor. Ancak daha sonra fark ediyorlar ki Yunus, onların beklentisine tam uymuyor. Çünkü Yunus'ta aranan hümanizm, Batı felsefesinin doğurduğu seküler bir hümanizm değil. Yunus, evet herkesi seviyor; maddeyi, ağacı, taşı seviyor ama niçin? Allah'ın eseri olduğu için. Yani Yunus'un sevgisi bir yaratılmışa duyulan saygı değil, Yaratan'dan ötürü yaratılmışı sevme hali. Dolayısıyla Batı tipi hümanist bir kalıba oturtulamıyor. Bu sebeple bir süre sonra onu da bırakıyorlar. Peki Yunus kime kalıyor? Yine halka. Yunus'u anlayan, onun kıvamını ve kıymetini bilen halk sahipleniyor. Bugün de Allah'a şükür ki Türk akademyası bu konuda daha bilinçli. Daha önce yapılmış olan doktora tezleri var, bizler de bugün bu çalışmalar üzerine devam ediyoruz.

Son olarak şunu da söylemeden geçmeyelim: Yunus Emre Enstitüsü, adına gerçekten çok yakışır bir biçimde bu meseleyi sahiplendi. Çok büyük bir gayretle, Yunus Emre üzerine derinlikli ve kapsamlı çalışmalar yürütülmeye başlandı. Bu da geleceğe dair büyük bir umut kaynağıdır.