Yayla: Kale Bela Taşı
Zihin zaman ve mekân şartlarında araçlar ve gereçler seçer; onlarla kurduğu ilişkiyle hayata tutunur, varoluş ile olan bağlar bu sayede gerçekleşme imkânı kazanır. Doğduğum yaylada çocukluk evresi üzerinde tefekkür ederken, kıt kanaat şartlar dahilinde bile zihnin çevresiyle nasıl bağlar kurabildiğini hatırladım. Vakıa, insanın hikâyesinde belki araçlar değişebiliyor, fakat insanın serüveni aynı şekilde cereyan ediyor.
Çocukluk hatıralarımın arasında, yaylanın ortasındaki büyük bir taşla ilişkimiz müstesna bir yere sahipti. Bizim köyde yaşamış herkes, insan boyu kadar en ve genişliğe sahip; uzaktan bakınca bir fili andıran bu kaya etrafında benzer hatıralar yaşamış, hayatın inişli çıkışlı yolculuğuna bir taşa azimle ve inatla tırmanarak hazırlanmış olmalıdır. O taşa tırmanırken düşmek, çıkmak, bazen itilmek, fakat hiç vazgeçmemek, yaşayacağımız hayatta karşılaşacağımız hadiselerin bir provası gibiydi. Okumayı ve yazmayı -bilhassa metafizik okumayı- insanın sürekli kayıp düştüğü, ama vazgeçmediği 'buz dağına tırmanmak' şeklinde betimlerken, bilinçaltımı o taştaki tecrübeler yönlendirmiş olabilir mi? Yüksek yaylalarda taşlar, köydeki ağaçların yerini alır: Arif Nihat Asya'nın 'Bizim orada kiraz ağacına çıkamayanı evlendirmezler' dediği durum, yaylalarda taşlar için söylenebilir.
Ağaca tırmanma işinde pek becerikli sayılmam. Hafızam yanıltmıyorsa, taşa tırmanma konusunda da istikbal vaat etmiyordum. Bu nedenle, taş eksenindeki oyunlarda veya yarışlarda vazgeçilmez bir eleman olmamıştım. Yaylanın ortasındaki 'merkez' taşa tırmanmamak diye bir şey de olamazdı. Taşın ismi de etkileyiciydi: Kale Bela Taşı. İsimlendirme nereden geliyor bilmiyorum; hâlen de öğrenmedim. Ses benzerliği nedeniyle aklıma 'Kalu-Bela' tabirini çağrıştırırdı. İnsanın dinle ilişkisinin başlama noktasını teşkil eden 'Kalu-Bela' evresi ile yaylada rüşt çağının habercisi olabilecek Kale Bela Taşı arasında, muhayyile bir ilişki kurmuştu galiba.
Kale Bela Taşı, birçok yerden çıkılabilen bir taştı. Böyle olunca, taşa çıkma yolları aynı zamanda bir 'sınıf' gibi kabiliyetleri tasnif edebiliyordu. Taşa en kolay tırmanma yolu, arka kısmındaki eğimli bölgeydi. Ayakların altına birkaç tane taş desteği koyulunca, tırmanmak —hileli de olsa— herkes için mümkün olabiliyordu. Taşın yan tarafındaki yarıktan tırmanmak da nispeten kolaydı. Taşın kuzeye bakan kısmı ise geniş gövdeydi; oradan tırmanmak biraz daha zordu. En zor olanı ise taşın baş kısmından tırmanmaktı. Orada tutunabilecek bir yer yoktu; elleri baş kısmına atabilmek için sıçramak gerekiyordu, sonra ellerinle kendini yukarıya çekmek vs. Hiç de kolay değildi. Bir taşın etrafında saatlerce durabilmek, inmek, çıkmak, taşın üstünde oturmak, hayata tutunmanın ilk talimi olarak hafızalarımıza kazınmış olmalıdır.
Kendisine tırmanmanın başlı başına bir hadise olduğu Kale Bela taşına maharetle tırmanan kimselerle ilgili 'efsaneler' anlatılırdı. Bir işi yaparken insan takatinin sınırlarını zorlayan kimselerin hikayelerinin neden konuşulduğunu anlamak mümkündür. Bir tür menkıbe veya efsane gibi anlatılar, insanda daha iyisini ve daha mükemmelini yapma arzusu oluşturur, vardığınız noktayı aşma cesaretini pekiştirir, insanı daha büyük meraklara taşır, vardığı nokta hakkında müşkülpesent kılar. Müşkülpesent olmak, yani varılan yeri beğenmemek, bütün başarıların kaynağı olabilir. Allah bir insana 'müşkülpesent' olmaktan daha büyük bir ihsanda bulunmuş mudur? Meslekte 'iyi olanı' tanımak nasip, mükemmelin hikâyelerini dinlemek, en azından mücadele azmi oluşturan bir destektir. Tasavvufta menkıbe anlatımından söz ederken Cüneyd-i Bağdadi 'Menkıbe Allah'ın ordularından bir ordudur, imanı tahkim eder' derken bunu anlatır. Köylerde de kendi ölçeğinde menkıbeler anlatılır, bir işi en iyi kimin yaptığı bir şekilde hafızalara yerleşir, kabiliyetler zayi olmaz, nesilden nesle aktarılır, yeni nesillerin işlerini rekabet duygusuyla ve azimle yapması telkin ve talim edilir. Kale Bela taşı hakkındaki menkıbevi rivayetlerde, çocukların güç bela tırmandıkları taşın üzerinden ellerini kullanmadan atlayan kimselerin hikayeleri anlatılırdı. Ben hiç şahit olmadım lakin şunu fark etmiştim: Efsanevi anlatımlar insanda genellikle cesaret, kararlılık ve azim oluştururken bazen umutsuzluk da oluştururdu. Böyle anlatımlarda nirengi noktası gerçeklikle bağın kopartılmamasıdır. Tasavvuf üzerindeki çalışmalarda bunu sıklıkla gözlemişimdir: Gerçeklikle bağ kopartıldığında inanmanın yerini 'inanır gibi yapmak' alır, destekleyici olan hikâye oyalayıcı bir lakırdıya dönüşür.
Yayladaki taşlarda sadece tırmanma hikayeleri yoktu: Tırmanmaya hazırlık sadedinde küçük taşlar üzerinden atlamak insan gelişimde önemli bir rol oynardı. Bu sayede çocuk tutunmak, tırmanmak, aşmak, güçlükle mücadele etmek gibi kişiliğini oluşturacak unsurları yoğun bir şekilde tecrübe edebilirdi.
Bizim yaylada bir de büyük taşlar vardır ki bunlar yaylanın kimliğini oluşturan işaretler ve merkez noktalar veya ana caddeler gibidir. En büyük taşlardan birisi, "Şapkalı Taş" diye isimlendirilmiş atalar tarafından… Yaklaşık 3000 m. rakımda böyle bir taşın nasıl teşekkül ettiğini, rüzgârın, hava şartlarının taşı nasıl şekillendirdiğini düşünmemek mümkün değildir. Kadim filozofların dört unsur üzerinden açıkladığı bileşik varlıklar aleminde ateşin, toprağın, suyun ve havanın 'şekillendirici' ilişkisini fark ediyorsunuz. Kur'an-ı Kerim'de taşlar genellikle hikmetle, paradoksal niteliklerle yad edilir, onların ilahi tecellinin mazharları olduğu belirtilir. Şapkalı Taş'ı görmek, iri bir gövdenin üzerinde bir kasket gibi duran 'şapka' üzerinde oturmak, ilahi kelamda taşlarla ilgili anlatılanları anlamak için en sakin ortam olabilir. Yayladaki taşlar arasında efsanevi olanı ise Trabzon Taşları'dır. İki büyük parçadan oluşan büyüleyici taşlar, üzerlerine çıkıldığında Trabzon'un ışıklarının göründüğü yerdir. Zaten ismini de buradan alıyor.
Hacı Bektaş Veli'yi ziyaret ettiğimde taşların bir kültür içindeki yeri hakkında hikayeler öğrenmiştim, çocukluğumun geçtiği yaylada taşlara bakınca zihnin dünyayla ilişkisi hakkında benzer tecrübeleri fark etmiş oldum.
Ekrem Demirli
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.