
Hz. Şuayb’ın tebliğ mücadelesi ve medyan halkının ekonomik anlayışı
Hz. Şuayb'ın (as) adının "şa'b" Arapçada halk anlamına gelen kelimeden isim yapılarak verildiği bilinmektedir. Kelimenin başka bir söylem şekliyle de "şi'b" yani yol, bölge, vadi, meydan, mahalle anlamına gelen kelimenin ism-i tasgîr yani küçültülme sıygasıyla olduğuna dair görüşler kaydedilir. Bir başka yoruma göre de kendisinin: "Allahım! Beni milletim içinde mübarek kıl" diye dua ettiğinde "fi Şa'bî" sözcüğünü kullandığı için kendisine bu ismin verildiğine dair bir başka bilgi kaydedilir.
Bölge halkına gelince Hicaz'ın kuzeyinden başlayarak Filistin topraklarına kadar uzanan bölgede Eyke ve Medyen halklarının yaşadığı bilinmektedir. Medyen bölgesinin bugünkü Arabistan Yarımadası'nın kuzeybatısını içinde yer alan Kızıldeniz sahili, Filistin-Ürdün bölgesi olduğu düşünülebilir. Bu iki büyük kabile muhtemelen Arap kökenli kabilelerdir. Bölge uzak doğudan gelen malların Yemen üzerinden Akdeniz sahiline taşındığı tarih boyunca bilinen bir husustur. Kureyş suresinde bize anlatılan yaz ve kış ticaret kervanlarının bu bölgeden geçerek Akdeniz sahiline taşındığını görmekteyiz. Bu ticaret kervanlarının taşıdığı malların aktarıldığı bir bölgede yaşamalarından dolayı ticaretin toplumlarının hayatlarında büyük rol oynadığı görülmektedir. Fakat ne yazık ki bu ticari işlem ve işlerini dürüstlük ilkelerinin uzağında bir anlayışla sürdürmüş ve buralardan gelip geçen ticaret kervanlarından haksızca gümrük rüsumları (vergileri) aldıkları gibi kervanların yollarını keserek insanlara zulüm yapmaktaydılar.
Bu iki kabile muhtemelen Hz. İbrahim döneminden uzun asırlar sonra bu bölgede hayatlarını ticaretle devam ettirmişlerdir. Fakat ne yazık ki alıp satarken ölçüp tartarken hileler yaptıkları ve müşterilerinin mallarını eksik ölçüp tarttıklarını dolayısıyla hırsızlıkla zulme yol açtıklarını ekonomik ahlaklarının tamamen çöktüğünü ve alış-verişlerinde hilelere baş vurduklarını Kur'an-ı Kerim bize birden çok surede onlarca ayet-i kerimelerle haber vermektedir:
"Medyen halkına da (onların soyundan gelen birini) kardeşleri Şu'ayb'ı peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka hiçbir gerçek ilah yoktur. İşte Rabbinizden size apaçık bir delil (kanıtlayıcı bir mucize) geldi. Artık ölçüyü ve tartıyı tam tutun. İnsanların eşyasını / malını (haksızlık edip) eksik vermeyin. Islah edilmiş olmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Şayet iman eden kimselerseniz böyle dürüst davranmanız (zulmetmekten uzak durmanız) hakkınızda daha hayırlıdır!" (el-A'râf, 7/85).
Kur'ân-ı Kerim'den anladığımız kadarıyla Medyen ve Eyke halkı daha önceleri imân etmiş bir topluluktu, ancak Allah'ın kendilerine verdiği bol nimet, zenginlik sayesinde zamanla onları aşırılığa ve şirke düşürmüş, zenginlik onları inançlarından uzaklaştırırken, günlük hayatlarında ve ibadetlerinde tevhid inancından alabildiğince uzaklaşmışlardı. Bundan dolayı da Hz. Şuayb, onları tekrar Allah'a imana ve ona itaate çağırıyor, amellerini düzeltmelerini istiyor.
".........Ben sizin müreffeh bir hayat ve bol nimetler içerisinde olduğunuzu görüyorum. (kötülüklere ve ticari hayatınızda hileler yapmaya devam ederseniz) ben, o gün (dünya ve ahirette) hepinizi kuşatacak bir azaptan korkuyorum." (Hud, 11/84).
"Âd'ı, Semûd'u, Ress halkını, bu arada (gelip geçen) daha nice nesilleri de (Allah'ı ve hükümlerini) inkâr etmede ısrarcı davranmaları sebebiyle helâk ettik." (el-Furkan, 25/38). Bu ayete baktığımızda Ad ve Semud Hz. İbrahim'den önce yaşayan kavimlerdi. Yani bu Ad ve Semud kavimlerinden sonra Ress halkının yaşadığı döneme gelinceye kadar nice asırlar geçmiş ve nice nesiller yaşamıştır demektir. O halde bu ayetten anlaşıldığı kadarıyla Medyen halkına Peygamber olarak gönderilen Hz. Şuayb kendisinden birkaç nesil önce gelen Hz. İbrâhim'e verilen suhuflardaki bilgilerle halkına tebliğde bulunmuş olduğu tahmin edildiği gibi Allah'tan aldığı vahiyle inanlara tebliğde bulunup tevhid inancına ve ilkelerine bağlanmalarını istemiştir. Ama hz. İbrahimdenne kadar sonra geldiğini tahmin etmek ya da ifade etmek kolay olmasa gerektir.
Bazı kaynaklarda Hz. Mûsâ'nın Mısır Firavunlarının şerrinden ve onu öldürme ihtimallerinden korktuğu için kendisini çöllere vurup yanına gidip kızıyla evlendiği bilge kişinin Şuayb (as) olduğu zannedilirse de bu tarihî bir gerçek olarak mümkün değildir. Şuayb (as), Medyen'de risâlet görevini Hz. Musa'dan asırlarca önce yapmıştır. Bazı tefsir âlimleri sadece "Medyen" sözcüğünün bazı ayetlerde Şuayb'ın kavmi diye ifade edildiğinden hareket ederek bu salih kişinin Hz. Şuayb olduğu düşüncesine kapılmış ve yanlış bir bilgi oluşturmuşlardır. Böylesi bir bilgi ise asla doğru olamaz. Zira Hz. Şuayb'ın Hz. Mûsâ'dan birkaç asır önce yaşamış olduğunu çok açık bir şekilde görmek ve ifade etmek mümkündür. Hz. Şuayb (as), Hz. İbrâhim ve Hz. Lût (aleyhimesselam) dönemine yakın, ya da muhtemelen Hz. Yûsuf'tan sonraki dönemlerden de uzun bir zaman sonraki asırlarda yaşamıştır dememiz de mümkündür. Hz. İbrahim ve Hz. Lut'un (as) tebliğ dönemlerinden çok daha sonra geldiği konusundaki bilgiler gerçeğe daha yakındır. Ancak Hz. Mûsâ ise bu dönemlerden ve özellikle Hz. İbrâhim'den en az 1000 yıl sonra gelmiş olup onun Medyen'de karşılaşıp kızıyla evlendiği kişinin bir peygamber değil, bilge ve salih bir zat olduğunu ve bu salih kişinin Hz. İbrâhim'e inanan ve kendisiyle Babil'den Şam'a hicret eden müminlerin neslinden geldiğini kaydeden bazı kaynaklar vardır. Bunların dışında bazı bilgilere bakılırsa da Hz. Şuayb'ın Hz. Lût'un kızının oğlu yahut torunu veya neslinden gelen birinin olduğunu ileri sürerler (Taberî, Târîh, I, 325; İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam, I, 324). Ancak Hz. Şuayb'ın geldiği Medyen halkının Arapça konuştuğu bilinmektedir. O zaman büyük bir ihtimalle Hz. Şuayb'ın Hz. Salih'ten sonraki dönemlerde buraya gelip yerleşen Arap kabilelerinden birilerinin oluşturduğu Medyen halkına peygamber olarak görevlendirildiği kanaatini ifade etmek de mümkündür.
Hz. Mûsâ'nın Hz. Şuayb'ın kızı ile evlendiğini söyleyenler bu asırlar süren ve gelip geçen uzun tarihî dönemlerin yansıttığı gerçekleri dikkate almamışlardır. Buna dayanarak tarihi olayların seyrini bir uzmanlık gözüyle incelemeyip elde ettikleri bilgilere güvenip kanaatlerini belirten müfessirlerin verdiği bu bilgiler doğru kabul edilemez. Tıpkı Hz. Süleyman ile görüşen 'Sebe' kraliçesinin Belkıs adında biri olduğu yanlışlığına düşenler olduğu gibi bu konuda da bir yanlışlığa düşenlerin olduğu görülmektedir. Zaten Kur'ân-ı Kerim de Hz. Mûsâ'nın yanına gelip on yıl müddetle kaldığı bilge kişiden söz ederken "Şuayb" adını hiç zikretmemektedir. Böylece Hz. Musa'nın kayınbabası olan bilge adamın Hz. Şuayb (as) olmadığı muhakkaktır.
Medyen halkının o dönemdeki inanç ve yaşayışlarına gelince zenginlik ve refah zaman zaman insanları tamahkârlığa düşürür, helâl kazançtan uzaklaştırır, nefislerinin zevklerini tatmin yoluna sevk eder ve haramlara dalmalarına yol açar. Böylesi bir hayat tarzı ise alış-verişlerinde başkalarına haksızlık etmek, sattıkları ve satın aldıkları mallardan çalmak, eksik ölçüp tartmak, hatta soygun ve zorbalık yapmak, kervan yollarını kesmek Medyen halkında bir alışkanlık haline gelmişti. Bugün çağımızda ve daha öncesinde görüldüğü gibi kapitalist-emperyalist toplumlarındaki aşırı refah ve zenginlik insanların her gün yeni bir çirkinliğe ve emperyalist duygularla kıtalar sömürmeye, mazlum Afrika halkının ve Kızıl derililerin topraklarına ve toprak altı ve üstündeki her nimete zorla el koyup hırsızlıklara dalmalarına sebep olduğu gibi o gün de Medyen halkı aynı duygularla hareket ettiği için Allah onları uyarmak üzere Hz. Şuayb'ı (as) peygamberlik görevi ile görevlendirmiştir. Allah ve ahiret inancı olmayınca dünya hayatında ve günlük yaşayışlarında yaptıklarından bir gün hesaba çekileceklerini düşünmedikleri hatta kabul etmedikleri için ruhlarında meydana gelen boşluğu zorbalık, sömürü, hısızlık ve haksızlık taşıyan duygularla dolduruyorlar.
Fuhuşun her çeşidinin yaygınlaşması, eğlencenin ilâh ve nefsani duyguların tatmininden başka bir şeylerin düşünülmediği batı dünyasındaki hayat tarzının benzeri zaman zaman bazı toplumlarda yaşanmıştır. Dünyayı yok edecek silahlar, sömürü ve katliamlar vb. Emperyalist siyasetlerle Batının içine düştüğü bataklık, yenilenen sömürgecilik ruhu teknolojinin ve aşırı zenginliğin getirdiği sonuçlar Allah'a isyandan başka bir hayat tarzı değildir. Sömürü ve dolayılı hırsızlık Batı'yı bir felakete götürürken bire zamanlar gelip geçen Ad, Semud ve onlardan sonra gelen nice asırlar yaşayan kavimlerin helak edildiği olaylardan ibret alınmazsa dünyanın akıbetinin kötüye gittiğinin işaretleri görülmektedir.
Adalet, Allah'ın ve insanların haklarını tam olarak yerine getirmektir. Burada sadece ölçü ve tartıda adil olmaları bir örnek olarak verilmiş. Allah'ın hiçbir zaman asla zulme rıza göstermediği gayet açıktır. Adaletin zıddı zulümdür ki bunun en büyüğü Allah'a şirk koşmaktır. Hayatın her alanında insanların âdil olması ancak kendilerini kurtarabilir...
Ahmet Ağırakça
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.