İsmail Güleç
24.05.2025
İsmail Güleç
Yayınevi deyip geçmeyin
Tüm Yazıları

Yayınevi deyip geçmeyin

Yayınevleri bizde ihmal edilen ve hak ettiği özeni ve değeri görmeyen kurumlardır. Eğitim dünyasının paydaşları sıralanırken MEB, okullar, üniversiteler ve aileler sıralanır ancak yayınevleri pek düşünülmez. Yayınevlerinin eğitim için ne kadar önemli olduklarının maalesef pek farkında değiliz.

Öğrencilere tavsiye edilen ve okumaları istenen kitapların listesini hazırlamaya çalışırken yayınevlerinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladım. Kitabın olması yetmiyor. Onun özenli bir dil ve titiz bir hazırlık sonrası güzel bir baskı ile öğrencilerin önüne konulması da gerekiyor.

Biraz daha ileri gideyim. Bir ülkedeki yayınevlerinin niteliği o ülkedeki yetişmiş insan sayısı, eğitim dünyası ve kültür düzeyi ile yakından ilgilidir. Nitelikli ve uluslararası yayınevi sayısı fazla, yayınlanan kitapların konu yelpazesi geniş ve baskı adetleri çok ise o ülkenin eğitim ve kültür seviyesi yüksektir. Çünkü bir ülkenin bir ülkenin eğitim ve kültür düzeyi o ülkede yayınlanan kitapların niteliği ve niceliği ile ölçülür ve kitapların çeşitliliği, içeriklerin düzeyi ve baskı adedi o ülkenin eğitim düzeyi hakkında ciddi bilgi verir.

Önemli konularda ciddi araştırmaların olmaması o ülkedeki eğitim düzeyiyle yakından ilgilidir. Bu sorunun ise üç sebebi olabilir. İlki ciddi konularda ihtiyaca cevap verecek kitaplar yazabilecek uzmanların olmamasıdır. İkincisi bu tür kitapları yayınlayacak yayınevi bulunmamasıdır. Üçüncüsü ve en önemlisi merak edip okuyacak kitlenin olmamasıdır. Bu üç sorun doğrudan ülkenin eğitim ve kültür düzeyi ile ilgilidir.

Yayınevleri=Üniversite kalitesi

Bir ülkede yayınevlerinin niteliği üniversitelerin niteliği ile doğrudan ilgilidir. Sadece yayınevlerine bakılarak bile üniversiteler hakkında birtakım bilgilere ulaşılabilir. Sözlerimi somutlaştırarak açayım.

Bir üniversitenin niteliğini öğretim üyeleri ve öğrencilerin niteliği belirler. Öğretim üyelerinin araştırma, eğitim-öğretim ve toplumu bilgilendirmek olmak üzere üç temel görevi vardır. Tıp ve mühendislik bilimlerinde kitap yazmak ikinci planda olup proje, patent ve makale daha yaygındır. Ancak bu alanların hocalarından bilimdeki gelişmeleri akademi dışındaki insanların anlayabilecekleri bir dille ifade eden kitaplar yazması beklenir. Bu işi profesörlerden daha çok o konularda eğitim almış yazma becerisine sahip kişiler yapar. Bizim üniversitelerin tıp, mühendislik ve doğa bilimleri hocalarının yazmak konusunda heveslerinin ve cesaretlerinin az olması ve eğitim hayatları boyunca bu kabil bir ders görmemeleri onları bu konuda biraz köreltmiş gibidir. Bu eksikliği televizyon programları ve Youtube kanalları ile tamamlamaya çalıştıklarına şahit oluyoruz. Bu konuda TÜBİTAK'ın büyük bir kısmı tercüme olan kitapları ile kimi yayınevlerinin özel bir hassasiyetle yayınladıkları kitaplar da var. Ancak bizim bilim insanlarımız maalesef bu konularda yeterince çalışkan ve gayretli değildir. Bunun nedenini sadece hocalarda aramak haksızlık olur, içinde bulunulan iklim ile çok yakından ilgilidir.

Sosyal bilimcilere gelince, onlar kitap yazma konusunda müspet bilimcilere göre daha şanslılar. Kitap yazma oranı müspet bilimcilere kıyasla yüksek olmasına karşın dünyanın gelişmiş ülkelerine kıyasla oldukça düşüktür. Yayınlanan kitaplar arasında uluslararası düzeyde olanları da maalesef pek yok.

Yukarıda, yayınlanan kitapların çeşitliliği ve baskı adedi ile üniversite öğretim üyelerinin seviyeleri arasında bir ilişki olduğunu söylerken kastettiğimiz bu durumdu.

Kitap konularındaki çeşitlilik

Kitaplarla üniversiteleri ölçebileceğimiz bir husus kitapların yayınlandıkları alanlardır. Tarih kitaplarından örnek verelim. Türk tarihi bilindiği kadarı ile İ.S. 4. asra kadar götürülür. Memluklular, Babürlüler, Altın Orda, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Karahanlılar ve Harizmler hakkında Türkiye'de yayınlanmış ciddi kitap sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bizde tarih kitapları Selçuklu ve Osmanlı tarihi ağırlıklıdır. Yabancı diliniz yoksa Google veya Wikipedia'nın verdiği yetersiz ve yanlış olma ihtimali olan bilgilerle yetinmek zorunda kalırsınız. Bu da bize üniversitelerimizde bu konularda yeterince araştırma yapılmadığını, yapılan sınırlı sayıda araştırmanın da yayınlanmadığını gösterir. Yayınlanmaması ise ülkedeki yayınevleri ile ilgilidir. Para kazanmak dışında sorumluluk hisseden yayınevi sayısının azlığı bizi bu tür bir fakirlikle karşı karşıya bırakmaktadır. Kimi vakıf ve devlet kurumlarının kâr amacı gütmeden yaptıkları yayınlar da olmasa hepten çölleşeceğiz.

Kitap baskı adetleri

Kitaplarla üniversiteleri ölçebileceğimiz bir diğer husus kitapların baskı adetleridir. Bu sefer örneği kendi alanımdan vereceğim. Ülkemizde 200'ü aşkın üniversite bulunuyor. Bunların yaklaşık 130'unda Türk Dili ve Edebiyatı bölümü bulunuyor. Türk Dili ve Edebiyatı bölümleri beş ana bilim dalından oluşur. Halk Edebiyatı ve Eski Türk Dili ana bilim dallarında diğerlerine göre daha az öğretim üyesi bulunur. Eski Türk Edebiyatı kürsülerinde ortalama üç öğretim üyesi olsa 130 üniversitede 290 öğretim üyesi yapar. Biz bunu 250 kabul edelim.

Bu 130 üniversitenin yüzünde yüksek lisans, ellisinde de doktora eğitimi verildiğini varsayalım. Ortalama her öğretim üyesinin bir yüksel lisans bir de doktora öğrencisi olduğunu kabul edelim. 500 öğrenci yapar. Öğrencilerin bir kısmının kitap alacak güçlerinin olmadığını kabul edelim. Bu durumda üniversite kütüphanelerinin kitap alacağını düşünelim. Sadece Türk Dili ve Edebiyatı olan üniversitelerin aldığını düşünerek 130 kitap daha ilave edelim. Hadi onu da yuvarlayıp 100 olarak kabul edelim. Öğretim üyeleri, lisansüstü öğrencileri ve kütüphaneleri düşünerek edebiyatın bir alanında yayınlanmış bir kitabın en az 850 adet satılması gerektiği ortaya çıkıyor. Ancak maalesef gerçekler böyle değil. Bir örnek vereyim. Prof. Dr. Ahmet Atillâ Şentürk'ün Eski Türk Edebiyatı için olduğu kadar tarih, kültür, sanat, antropoloji, sosyoloji, etnoloji, halk bilim hatta bilimler tarihi için de çok önemli bir kaynak olan Osmanlı Şiiri Kılavuzu kitabı yayınevinden son aldığım bilgiye göre 165 adet satılmış. Sadece bu rakama bakarak Türkiye'de verilen Türk Dili ve Edebiyatını eğitimini ve öğretim üyelerinin araştırma düzeylerini sorgulayabilir ve bir kanaate ulaşabiliriz. Kütüphane bahsi ise doğrudan üniversite ile ilgili olup o da bir başka değerlendirme konusudur.

Yayınevi neden önemli

Yayınevleri ile üniversite arasında çok yakın bir ilişkiden bahsederken yukarıda izah etmeye çalıştığım hususları düşünmüştüm. Yayınevi üniversitenin bir parçası olduğu gibi ilk ve orta öğretimin de parçasıdır. Dolayısıyla bir yayınevi kurmak da herkesin harcı değildir. Bakkal açılır gibi açılmaz. Yayınevi kurmayı düşünen kişide birikimin yanı sıra birtakım düşüncelere sahip olması da beklenir.

Bir yayınevinin ciddiyetini neşrettikleri kitaplara bakarak anlarız. Nelere dikkat edilmesi gerektiğini maddeler halinde sıralamaya çalışayım. Yayınevlerinin bir yayın politikası olmalıdır. Bu politika onun yayın stratejisini belirler. Stratejiye uygun olarak yayınlanması düşünülen kitaplar belirlenir.

Kitaplar iki türlü belirlenir. Yayınevine gönderilen kitap önerilerinden seçilenler ile yayınevinin piyasada olmadığını düşündüğü konularda sipariş vermek suretiyle yazdırdığı kitaplar.

Editörler önemli

Kitabın yayınlanmasında devreye editörler girer. Editörlük sıradan meslek değildir. Editör olacak kişinin bir alanda uzmanlaşmış olması beklenir. Uzmanlaştığı konudaki literatürü yakından takip etmeli, yayınlanacak kitabı değerlendirecek, literatüre katkısını hesap edecek kadar konuya hâkim olmalıdır. Böyle bir konuma gelmek için en az 15 yıl çalışılmalıdır.

Editörlerin yaptığı bir diğer iş kitapların okurların okuyabilecekleri bir biçime sokmalarıdır. Bu konuda üniversite öğretim üyeleri yetersiz kalırlar. Araştırma dili akademik olup kitap için uygun olmayabilir. Editörün görevi yazardan çalışmasını kitap formatına dönüştürmesini istemekle başlar. Ancak her yazar bunu arzu edilen düzeyde yapamaz. Editör müdahale ederek kimi yerleri özetletip kimi yerleri çıkartabilir. Zayıf bulduğu kimi konuları genişletmesini de isteyebilir. Dolayısıyla kitapta editörün bir müdahalesi söz konusudur ve bu müdahale işin gereğidir. Bazı öğretim üyeleri kitaplarına müdahale edilmesinden hoşlanmazlar ancak yetkin bir editörün tavsiyelerine de kulak vermek gerekir.

Editörün yönlendirmesiyle son hali verilen kitap bu sefer redaksiyon/tashih için bir musahhihe verilir. Musahhih kitabın imlasına ve Türkçesine dikkat ederek okur. Tashih hatalarını düzeltir, anlaşılmaz cümleleri yeniden kurar veya kurdurtur. Böylece ortaya kitaplaşmak için hazır bir metin çıkar.

Musahhihten metni alan editör bu sefer kitabın tasarımını düşünmek zorundadır. Konuya ve muhataba göre bir kapak tasarlatır. Bunun için de iyi bir grafikere ihtiyaç vardır. Editörün işi grafikere yapması gereken işi iyi aktarmaktır. Çünkü bir grafikere istenen iş ne kadar açık ve net izah edilirse grafiker o kadar rahat çalışır ve ortaya çok şık alternatif kapaklar çıkar. Yazarın da görüşü alınarak kapağın rengine, görsellere ve yazılara ufak dokunuşlarla son hali verilir.

Kapak kadar önemli olan bir diğer husus kitabın iç tasarımı, mizanpajıdır. Konu ve muhataba göre punto ve font belirlenir, satır arası ve paragraf boşluklarının ne kadar olacağı tespit edilir. Sayfa kenarları, alt ve üst bilgiler, sayfa numaraları, iç kapak, künye sayfası, içindekiler, bölüm başları, alt başlıklar, bibliyografya, dizin belirlenir. Bunların hepsi kitabın okunması ve yararlanılması için önemli faktörlerdir. Editörün yönlendirmesi ve grafikerin yeteneği tasarımın başarısını doğrudan etkiler. İyi bir yayınevi iyi tasarımcılarla çalışır.

Kitap baskıya hazır hale geldikten sonra sıra kitabın basılacağı matbaaya gelir. Onca emeğin boşa gitmemesi için baskının kusursuz olması gerekir. Kitabın sayfa sayısına ve muhtevasına göre seçilen kâğıt ve cilt, bunların başarılı bir şekilde yapılması kitabın raflarda yerini alması için önemlidir. Ciddi matbaalarda ve iyi malzemeler kullanılarak basılan kitap şüphesiz çok daha çekici ve güzel olacaktır.

Onca emekten sonra üretilen bir kitabın haklarının korunması ise yasalara ve yasaları uygulayacak kurumların sorumluluğundadır. Bu sorumluluk işini düzgün yapanları koruyacak ve güzel kitaplar yayınlanmasının yolunu açacaktır.

Yazımızın başına dönelim. Bir yayınevi en az bir okul kadar önemlidir, cümlesini neden kurduğumuz derken bunları kastetmiştim. O zaman son sözümüz şu olsun.

Bana yayınevlerini anlat, sana okullarını (üniversite dahil) anlatayım.

Not 1. Lütfen artık kimse kitap okumuyor, kitap mı kaldı demeyin.

Not 2: Vasat yayınevlerini örnek gösterip konuyu bağlamından çıkarmayın.

İsmail Güleç

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

İsmail Güleç

İsmail Güleç Diğer Yazıları