Cizre’de bir Ulucami
Bayramdan önce merak ettiğim ve uzun zamandan beri görmek için fırsat kolladığım Cizre'ye nihayet gidebildim. Genç meslektaşım Abdülaziz Bilge'nin rehberliğinde gezdiğim bölgenin en önemli merkezlerinden biri olan Cizre'yi anlatınca, neden bu kadar görmek istediğim daha iyi anlaşılacak.
Yaygın inanca göre Cizre'nin tarihi 7 bin yıl öncesine, "Büyük Tufan"a kadar gidiyor. Tufan'da tahrip olan Cizre, Hz. Nuh'un yanındakilerle birlikte gelip yerleşmesi ile yeniden inşa edilir.
Her şeyden önce Cizre bölgenin ilim ve kültür merkezlerinden biri. Biyografi kitaplarında isimlerinin sonu Cezerî ile biten birçok alimin yetiştiği veya yaşadığı bu kentte görülmesi gereken; Ulucami, Kırmızı Medrese, Cizre Kalesi, Nuh Peygamber Cami, Hamidiye Kışlası, Mem u Zin türbesi, Akabin Köprüsü (Deşt Köprüsü) ve Artuklulardan kalan ve günümüzde Türkiye sınırlarının biraz dışında kalan Cizre Köprüsü var.
Cizre sadece tarihi eserleri ile değil coğrafyası ile de çok etkileyici. Yanı başında kıvrılarak akan Dicle, Cizre'nin boynuna dolanmış kolye gibi yarım ada yapmış kenti. Arkasına Gabar'ı, karşısına Cudi'yi alan Cizre'nin her tarafı bir başka farklı.
Tarih kitaplarında Cizre hakkında anlatılanlardan buranın tarih boyunca çok önemli bir merkez olduğu anlaşılıyor. Mezopotamya ile Anadolu arasında geçiş bölgesinde bulunan Cizre'nin 638'de Hz. Ömer devrinde İslam yurdu olduktan sonra Müslümanlar kente damgasını vurmaya başlamış. Dicle'nin büklüm büklüm aktığı bir bölümünün bir adaya çevirdiği kente Müslümanlar Cezire demişler, zamanla da Cizre'ye dönmüş. Şehrin en büyük kilisesini de fetih hakkı olarak camiye çevirip Ulucami yapmışlar.
Cizre, 1057'de Büyük Selçuklular'a tabi olunca ilim ve kültür merkezi olmuş. Moğollara bağlandığı kısa bir dönem içinde biraz gerilemiş. Daha sonra Timur, Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Safevilerin idaresi altında kaldıktan sonra İdris-i Bitlisî'nin yardımıyla Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı mülkü olmuş. Osmanlılar döneminde Diyarbakır eyaletine bağlı olan Cizre yerel beyler tarafından yönetilmiş. Diyarbakır ile Musul arasında işleyen deniz trafiğinde konaklanma yeri olması Cizre'yi aynı zamanda ticaret merkezi yapmış. Kim bilir, belki yine günün birinde Diyarbakır ile Musul arasında aynı şekilde ticaret devam eder.
Bugün Cizre artık eskisi gibi değil. İlk kurulduğu ve çevresi surlarla çevrili yarım adanın kuzeyine, Gabar dağlarına doğru genişlemeye devam ediyor. Şehir kalabalıklaşmış, kalabalıklaştıkça da çarpık yapılaşma artmış. Maalesef özellikle suriçinin ciddi bir imar faaliyetine ihtiyacı var.
Cizre'yi anlatmaya Ulucami ile başlayalım.
Ulucami
Cizre Ulucami İslâmiyet'in Anadolu'ya ilk girdiği yıllarda, muhtemelen VII. yüzyılda kiliseden camiye dönüştürülmüştü. Zengîler döneminde yeniden inşa edilen cami zaman içinde bazı onarımlar görür.
Diyarbakır Ulucami'nin biraz küçültülmüş hâli olan Ulucami maalesef geçmişinin verdiği değeri pek görmüyor. Yakın çevresi binalarla çevrili maalesef. Dolayısıyla caminin güzelliği bütünlük içinde fark edilmiyor. Dikkatlice bakılmadıkça da güzelliği de fark edilmiyor.
Cami, erken dönem Anadolu camileri planı gibi, düzgün kesme dere kenarından toplanan siyah taştan, enine dikdörtgen planlı inşa edilmiş ve sekizgen kasnak üzerine oturan mihrap önü üstünde kubbe var. Caminin içi kubbe kasnağındaki pencerelerle ve doğu, batı ve güney cephesinde tavana yakın çok fazla büyük olmayan pencerelerle sağlandığı için biraz karanlık duruyor.
Kuzeyden iki ve yanlardan birer kapı ile girilen iç avluda medrese hücreleri, üstü kubbe ile örtülü altıgen planlı bir şadırvan ve baldaken tarzda inşa edilmiş bir kubbe ile kapatılmış kuyu var. Minare ise kuzey cephesi duvarlarının üzerine daha sonra inşa edilmiş. Mihrap zaman içinde yapılan değişikliklerle özgünlüğü kaybetmiş. Minberi ise çok yeni.
Minare, şadırvan ve kuyu
Caminin en meşhur yerlerinden biri Cizreli Ebu'l-İzz tarafından yapılan kapısı. Cephenin ortasındaki sivri kemerli giriş kapısının sövesindeki bitkisel ve geometrik süslemeler, kufi hatlı kitabesi ile bugün biri yurt dışına kaçırılmış, diğeri İstanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi'nde sergilenen iki ejderin ortasında bir aslan başı motifinin olduğu kapı tokmağı ile kendine has özgün bir kapı.
Meşhur kapı tokmağı
Caminin yamuk dikdörtgen planlı avlusunun çevresinde medrese odaları yer alıyor. 2007'de Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan onarımda revaklar ve odalar yeniden yapılmış, şadırvan ve su kuyusu yenilenmiş.
Caminin kendine has olan ve Türkiye'de bir ikinci örneği bulunmadığı söylenen tuğla minaresi avlunun kuzeybatısında yer alıyor. Kaidesi kare planlı ve bir minareye göre oldukça yüksek. Minarenin gövdesi ise aşağıdan yukarıya doğru daralan silindirik bir yapıda. Tepesinde konik bir külâh var. Minarede kaidenin dört yönündeki çini panolar dışında bir süsleme yok.
Şehrin diğer turistik mekanlarına kıyasla Ulucami biraz gölgede kalmış gibi. Hak ettiği ilgiyi görmediği gibi hisse kapıldım. Bu muhteşem caminin önce muhteşem görüntüsüne halel getiren yakın çevresinin yıkılıp açılması daha sonra da gerekli çevre düzenlemelerinin yapılarak Cizre'nin incisi haline getirilmesi kent yöneticilerinin tarihi sorumluluğu.
Sadece Ulucami'i görmek için bile Cizre'ye gelinir diyeyim, gerisini siz anlayın.
Şu giriş ne demek istediğimi çok güzel anlatıyor.
İsmail Güleç
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.