İsmail Güleç
5.07.2025
İsmail Güleç
Tophane Kadiri Asitanesi'nde Aşure Geleneği
Tüm Yazıları

Tophane Kadiri Asitanesi'nde Aşure Geleneği

Muharrem ayında ve aşure zamanındayız. Evlerimizde aşure kaynatılacak, konu komşuya dağıtılacak. Kimimiz tatlı niyetine kimimiz de Hz. Hüseyin'i yâd ederek lokma edeceğiz.

Günümüzde evlerde pişirilen aşure bir zamanlar İstanbul tekkelerinde de büyük bir merasimle pişirilirdi. İçine katılan yiyeceklerin temininden ve hazırlanmasından dağıtılmasına kadar geçen her adımın bir sırası ve yapılma biçimi vardı. Senede bir kez yapılmasına rağmen bu kurallar unutulmaz, harfiyen riayet edilirdi.

Bu kurallar ve usul sıradan bir yemek pişirme kurallarından çok farklı idi. Her bir adımın kendine has bir anlamı, başta pişirenler olmak üzere tekkedekilere verilen mesaj, bir hatırlatma uyarısı idi. Aşure pişirme merasiminin işaret ettiği bu manaları Tophane Kadiri Asitanesi'nde gerçekleştirilen aşure pişirme usulü üzerinden açıklamaya çalışacağım. Asitane postnişinliği yapan ailenin bir ferdi olan ve aklı erdiğinden beri aşure pişirilmesine şahitlik eden Eren Erkmenkul'dan dinlediklerim ve Nedret İşli ağabeyimin yazdığı makaleden okuduklarımdan yararlanarak aşure pişirme ritüelini ve işaret ettiği anlamı açıklamaya çalışacağım.

Açıklamaya geçmeden önce Tophane Kadirî Asitane'si hakkında bilgi vermek isterim.

Âsitâne, İstanbul Tophane'de Firuzağa semtinde 1630'da Kādiriyye tarikatının âsitânesi olarak kuruldu. Âsitâne, kurucu şeyhi İsmail Rumî için inşa ettirilen bir külliye aynı zamanda. Tevhidhanesi aynı zamanda caminin harimi olan âsitâne kurulduğu 1630'dan tekkelerin kapatıldığı 1925'e kadar Kadirî-Rumî kolunun merkezi olmakla birlikte Osmanlı döneminde Kadirîliğin de merkezi âsitânesi olmuştur. İstanbul'da teşekkül eden tasavvuf kültürünün gelişmesine katkıda bulunan önemli merkezlerden biri olan âsitâne şeyhlerinden Mehmed Şerefeddin Efendi Meclis-i Meşâyih üyesi, Ahmed Muhyiddin Efendi aynı meclisin başkanlığı yaparak Osmanlılarda tasavvuf hayatının denetlenmesinde de söz sahibi olmuşlardı. Kazasker Mustafa İzzet Efendi gibi büyük bir hattatın da mensubu olduğu Kadirihâne'nin kapatılmadan önceki şeyhi İsmail Gavsî Efendi (Erkmenkul) harem bölümünde yaşamış ve tekkenin muhafazası için elinden gelen gayreti göstermiştir. Ahfadı da cedleri gibi Kadirihane'nin muhafazası ve hizmetlerinin devam etmesi için çalışmaya devam ediyor.

Kâdirîhâne'de Aşure geleneği

Kadirihane aşuresinin diğer tekkelerde pişen aşurelerden farklı birkaç mühim yönü vardır. İlki 395 seneden beri hiç kesintiye uğramadan aynı usulde pişirilmesidir. Babadan oğula geçen bir yöntemle, dört asır önce olan her şey aynı usulde aynı şekilde yapılmaktadır. İstanbul'da geniş bir kesim tarafından bilinen bu lezzetin düşkünleri arasında saray mensupları da vardır. Vaktiyle Sultan İkinci Abdülhamid'in Yıldız Sarayı'nda Kadirihâne'den merasim ile yollanan aşureyi mabeyncisine "Aşuremiz nerde kaldı?" diyerek sabırsızlıkla beklediği hâlâ anlatılmaktadır.

İstanbul'da Tophane'de bulunan Kâdirîler Asitânesi'nin 395 senelik geleneksel yemeklerinden olan aşûre, bu mekanda hususi merasimle senede iki defa pişirilir. İlki Kerbela Vak'asının sene-i devriyesi anısına olan Muharrem aşûresi'dir. İkincisi ise Hazreti İmam-ı Zeynelâbidin'in Kerbela'dan sağ salim kurtulması ile peygamber neslinin devamının kutlanması için düzenlenen Sefer aşuresidir. İlki hüzün ve matem, ikincisi coşku ve sevinci temsil eder.

Kādirîler'e mahsus aşurenin bir diğer özelliği, kaymaklı olması ve üste konulan kaymağın sıcak aşure tabağında erimemesidir.

Aşure bize neleri hatırlatır?

Tekke yaşantısında aşure pişirilmesi ve yenilmesi bir nevi nafile ibadettir. Sıradan insanlar için lezzetli bir yiyecek olan aşure tekke mensupları ve dervişler için işaret ettiği anlamlardan dolayı bir kitap mesabesindedir. Baştan sonra sembollerle doludur.

Kādirîhâne'de aşure atvâr-ı seb'ayı temsilen yedi derviş tarafından belirli kurallar çerçevesinde ve Kur'an hatmi eşliğinde pişirilir. Yedi derviş, nefsin emmâre, levvâme, mülhime, mutmainne, raziye, marziyye ve kâmile olarak sıralanan yedi mertebesine işaret eder. Bu yedi mertebe seyrüsülukta geçilmesi gereken yedi menzildir. Bu yedi menzilin her birinin farklı bir esması vardır ve tarikatlere göre bu esma değişebilir. Kadirilikte usul esması denilen bu nefs mertebelerinin esması Lâ ilâhe illallah, Allah, hû, hay, vâhid, azîz ve vedûddur. Makamat esması ise Lâ ilâhe illallah, Allah, hû, hak, hay, kayyûm ve kahhârdır. Her bir mertebede bu esmalar şeyh efendinin uygun gördüğü miktarda zikredilir.

Aşurenin pişirilmesi dört aşamadan oluşur. İlki içine konulacak malzemenin toplanması ve pişirilmeye hazırlanmasıdır. İkincisi kaynatılması, üçüncüsü çeyizlenmesi ve dördüncüsü de yenilmesidir.

Aşure kazanı tekkedir ve içine konulacaklar da o tekkeye gelen dervişlerdir. Hazırlık evresi talibin derviş olmadan önceki haline işaret eder. Derviş olmak isteyen bir talip gerçekten isteyip istemediğinden emin olmak için birtakım sınavlardan geçirilir. Ondan bir şeyler istenir. İstenilen şeyler yapılınca ve derviş olabileceğine dair bir kanaat hâsıl olunca dervişliğe kabul edilir. Aşurenin içine atılacak malzeme de pazardan alındığı gibi pişirilmez. Öncesinde ayıklanır, temizlenir, bekletilmesi gereken bekletilir, kazana atılacak kıvama getirilir.

Kazana girmek derviş olmaktır. Kazanda pişmek ise olgunlaşmaktır, kemale ermektir. Seyrüsüluku tamamlamaktır. Kazanın ateşinin hararetini ayarlamak ise şeyh efendinin talimatı ile olur. Dervişe yüklenen sorumluluk bazen ağırlaştırılır, bazen de hafifleştirilir. Bu pişmek ile ilgili durumdur ve ateşin ne zaman harlanıp ne zaman dindirileceğine şeyh efendi karar verir.

Aşure içine konan her malzeme iki anlama gelir. İlki birbirinden farklı her malzeme her yaşta, her cinste ve her meşrepte taliplere işaret eder. Marifet birbirinden farklı olan bu insanları birbirine benzetmek, aynı tadı verecek kıvama getirmektir. Diğer anlamı ise aşurenin içine konulan her malzemenin farklı bir esmaya işaret etmesidir. Bu esmalar dervişlerin her birine ait olabileceği gibi seyrüsüluku esnasında yaşadığı hal ve makamlara da işaret eder.

Çiğ olarak kazana giren derviş, pişer, olgunlaşır ve en sonunda durulur, peltelenir yani yumuşar ve eski sertliklerinden eser kalmaz. Pişmek sertliği, yani derviş olmadan önceki hallerini ve huylarını terk etmektir.

Hazırlanması

Pazar günü pişirilecek aşureye cumartesi gününden hazırlanılır. Pazar günü pişirilir, salı günü usulünce ikram edilir. Aşureye konulacak malzeme sayısı on iki imama hürmeten on ikidir. Bunlar su, şeker, yağ, buğday, pirinç ve pirinç unu, çekirdeksiz üzüm, az tuz, fasulye, nohut, nişasta, süt ve sindirimi kolaylaştıran bir nevi nişasta olan ararottur.

Şeyh efendi, cumartesi sabah namazını eda ettikten sonra aşureye niyet ve niyaz eder. Niyazı Hak'tan ve pirden destur almak içindir. Öğle vakti dergahın mutfağında 14 masuman-ı pâk'a hürmeten 14 kilo buğday daha önceden belirlenmiş yedi derviş tarafından ayıklanır. Aynı gün 7 kilo fasulye, 7 kilo nohut, haşlandıktan sonra tek tek kabukları ayıtlanır. Yedi kilo yedi esmaya işaret eder. Her derviş her bir fasulye için kendi esmasını zikreder. Şeyh efendi de başlarındadır. Esma zikredilerek ayıklanan fasulye ve nohutlar, cumartesi akşamı suya basılır.

Fasulye ve nohutun kabukları dervişin önceki halinden kurtulması, günlük elbisesinden yani eski hayatından sıyrılmasına ve bırakmasına işaret eder.

Yine malzeme dahilinde olmak üzere bir kapta 3 kilo pirinç; sıcak suda ıslanır. 7 kilo koyu renk çekirdeksiz kuru üzüm haşlanır. 7 kilo nişasta, 7 kilo pirinç unu, 7 kilo ararot, 1 kilo yağ, 1 kilo gül suyu, az miktar tuz, 12 litre süt, 10 kilo toz şeker, hazır edilir. Hazırlık bitince şeyh dua ve Fatiha ile mutfağı sırlar. 1, 3, 7, 10 ve 12 hep sembolik değeri olan sayılardır ve bunların miktarları asla aşılmamalı veya eksik olmamalıdır. Kıvamı için bu çok önemlidir. Derviş de kendisine verilen görevleri ne fazla ne eksik, kendisinden istenildiği kadar yapmalıdır. Aksi takdirde kıvama gelmesi mümkün olmaz, ayarı bozulur.

Gece kalkıp aş pişirme geleneğiyle ilgili bugün pek bilmediğimiz veya unuttuğumuz kul hakkı namazı da denilen iki rekat Husema namazı kılar. Bu namaz hazırlanan gıdaların helal olması, kimsenin hakkının geçmediğinden emin olmak içindir.

Kazana giren her malzemenin her zerresi fatiha okunarak hazırlandığı için bir Fatiha kabul edilir ve asla zayi edilmez. Çiğnenmez, çöpe atılmaz. Malzemenin kazana girmeyen kısımları toplanır ve bir yere gömülür. Çünkü her biri Kur'an'la ve esma ile ayıklanmıştır ve artık bir hüviyete kavuşmuştur.

Tekke yaşantısında aşure pişirilmesi ve yenilmesi bir nevi ibadettir. Aşureye konan her malzeme birer esmaya işrettir. Çiğ olarak kazana girerler, pişerler, olgunlaşırlar ve en sonunda durulur, teslimiyyet haline gelirler. Onun için bir zerresi dahi bir Fatiha'dır; yere düşürülmez, zayi edilmez. Aşure bir şifa besini, bir ilaç gibi yenmektedir. İstanbul'da Sefer Aşuresi'nin pek tanınmamasına karşı Muharrem Aşuresi bilinmekte ve halk arasında da pişirilmektedir. Halk tarafından pişirilmesi merasimsiz sade bir şekildedir. İmparatorluk dönemi İstanbulunda tesis edilmiş dört yüz tekkede, gerek Sefer ve gerekse Muharrem aşuresi merasimle uygulanmakta idi. Günümüzde bu gelenek kesintisiz bir şekilde aralarında Kadirihane''nin de olduğu birkaç tekkede sürdürülmektedir.

Pişirilmesi

Pazar sabahı Şeyh Efendi gusul abdesti alıp namazını kıldıktan sonra tümü abdestli ihvanı ile birlikte matbah-ı şerife girer. Eüzü besmele çekilirek işe başlanır. Önce yakılacak odunlar konulur, sonra sacayağı odunların üzerine, dergahın kazan-ı şerifi de sacayağının üstüne konur. Bu arada kazanın içine konmak üzere kaynatılmış üzüm suyundan ihvana bardaklarla ikram edilir. Özel hazırlanan bu suyla kahvaltı yapılmadığı için vücudun dengesinin bozulmaması için hem ağızlar ıslanır hem de tatlandırılır.

İstiap haddi 40 teneke su olan kazan-ı şerife 33 teneke su konur. Daha sonra ateş uyandırılır ve Hz. Hüseyin Efendimizin hürmeti için Şeyh Efendi Fatiha çeker ve okunur. Bu fatiha aşurenin pişirilmeye başlandığının habercisidir.

Aşure için hazırlanan malzemenin her birinin Fatiha verildikten sonra kazana konulması usuldendir. Kazana 5 kaşık tuz ve yağdan sonra sonra buğday eklenir. Matbah-ı şerifte Şeyh Efendi varsa davetli şeyhler, ile tekkenin zâbitanı adı verilen zakirbaşısı, sertarik, serhalife, meydancı, dervişler ve ihvan; dedegan, bacıyan ile muhibbanın yanı sıra konu komşu ve misafirler de bulunur. Ancak herkesin yeri bellidir ve kimse kendisi için ayrılan yerin ötesine geçemez. Kazana ve pişirmeye daha önce görevlendirilen dervişler dışında kimse karışamaz, el süremez.

Aşure pişirme merasiminin yöneticisi Şeyh Efendi'dir. Pişirme esnasında Şeyh Efendi ve aşçıbaşı dededen başkası dünya kelamı edemez. Şeyh istediği şekilde konuşabilir. Aşçıbaşı dede ise pişme işi ile ilgili söz sarf edebilir. Çünkü pişirme esnasında zikrullah ile Kur'an tilaveti devam eder ve bu esnada dünya kelamı etmeye ihtiyaç da yoktur.

Tüm ihvan, zakirbaşı ve sertarik kontrolünde tevhiddelerdir. Şeyh, serhalife ve aşçıbaşı dede ile kazan başında yer alır. Meydancı, şeyhin istediklerini yapmak üzere onun bir adım arkasında bekler. Buhurdanı getirmek meydancının vazifesidir. Hafızlar ve ilahi okuyan dervişler zakirbaşının tam karşısında bir arada bulunurlar. Kazan orta yerdedir. Diğerleri ile kazan arasında mesafe bulunur.

Kazan, şeyh efendi fatiha verip okunduktan sonra sacayağın üzerine konur ve besmele ile işe başlanır. Önce bir hafız Sure-i Mülk'ü okumaya başlar. Kazanda aşure pişerken bir ara bir hafız Fetih suresini okur, dervişler zakirbaşının işaretine göre usulüne uygun ahenkle ilahi ve kaside okur.

Buğdaydan sonra kazan-ı şerife sırasıyla nohut, fasulye, pirinç, üzüm bırakılır. Kazan-ı şerifin altındaki ateş devamlı yandığından Şeyh Efendi ve aşçıbaşı dede kazanın pişme durumunu devamlı kontrol eder. Ateşin hararetini pişme derecesine göre zaman zaman azaltıp çoğaltırlar. Kazanın içine katılan malzemenin ne zaman piştiği yılların verdiği tecrübe ve gözleme dayanarak tayin edilir. Bazı malzemenin kazana girecekken okunması lazım gelen sure veya esma bellidir. Suda ezilmek suretiyle hazırlanan pirinç unu, nişasta, ararot karışımı kazana dahil edilirken Fatiha okunarak dökülür ve bunu takiben Yasin suresi okunur. Genelde aşure pişirimi esnasında Kur'an-ı Kerim'den okunanlar haricinde okunan ilahiler ve kasideler günün anlam ve önemine binaen Hz. Peygamber'e, ehl-i beyte, Hz. Ali'ye ve özellikle Hz. Hüseyin'i anlatanlar arasından seçilirler. Kuran ve ilahiler zakirbaşının komutuyla hafızlar ve görevli dervişler tarafından okunur.

Pişirme usulü

Aşure kazanı ateş üzerine konup içine su ve tuz konmasıyla iki derviş "mablak" adı verilen özel tahtalarla kazanı karıştırmaya başlar. Bu karıştırma aşurenin pişmesine ve ateşin söndürülmesine kadar ara verilmeden devam eder. Bu süre zarfında Hazret-i Pir'in makamından Şeyh Efendi veya desturlu meydancı tarafından alınıp mutfağa getirilen dergahın kadim buhurdanı, meydancı dede tarafından uyandırılır ve pişirme süresince devamlı tüttürülür. Buhurdana buhur konulurken hep birlikte yüksek sesle Fatiha-yı Şerif okunur.

Mablak denilen tahta, yaklaşık 2 metre boyunda bir nevi kürektir. Daima iki derviş tarafından karıştırılır. Yorucu olduğu için dervişler nöbetleşerek birbirlerine devrederler. Devrederken de mablakı bırakan ve alan derviş mablakın sapını hafifçe öpmeyi ihmal etmez.

Karıştırmanın da bir usulü vardır. Rastgele ve dervişin keyfine göre olmaz. Mablağı eline alan önce yuvarlak kazanın tam ortasından karşıdan kendine çekmek suretiyle düz bir çizgi çizer. Bu çizgi elifi sembolize eder. Yine hiç durmadan sağına doğru kazanın kenarını takiben yarım daire çizdikten sonra dik olarak kendine doğru çeker. Bu işlemin iki derviş tarafından aynı anda ve aynı şekilde yapılması gerekir. Biri diğerinden hızlı veya yavaş yapmaz. Mablakların kalem olduğunu düşünürsek yapılan hareketle Arap harfleriyle lafzatullah yazılmış olur. Bu yüzden dervişler mablağı karıştırırken azami özen gösterirler.

Dört saatten fazla süren pişirmenin son saatinde şeyh efendi kıvamı ve tadı kontrol için karıştırmayı durdurur. Kıvam ve tadı bilmek ise ihtisas ister, herkes anlamaz. En son olarak kazana Fatihalarla ve Hazret-i Peygamber'e salavat getirilerek süt ve şeker katılır ve karıştırmaya devam edilir. Karıştırma, kıvama gelinceye kadar devam eder. Kazan dahilindeki mayinin kıvama gelmesi, üzerindeki kaynaklanma ile belirmeye başlayınca ateşin harareti azaltılır.

Pişirme işi tamam olunca cümle dervişan Şeyh Efendi'nin dolayısıyla kazanın etrafında sıkıca halkalanılır. Halkanın şeyhin bulunduğu ilk sırasına kıdemli şeyhler, zakirbaşı, halife, sertarik gibi zabitan-ı dergah girer. Daha sonra kıdem sırasına göre dervişler halkalanır. Misafirler ve muhipler ise halkanın en sonuna geçerler.

Halkaya karışanlar omuzları birbirine değecek şekilde sıralanır. Kazana en son olarak Hz. Resulullah'ın kokusu addedilen gül suyu bizzat varis-i Nebi olarak kabul edilen şeyh efendi tarafından konulur. Bu esnada okunması yaklaşık sekiz-on dakika süren evrada başlanır. Evradın okunması pişirmenin sonuna gelindiğine işaret eder. Evrad okunurken rahmet ve bereket lafızları geçtikçe halkanın ilk sırasında olanlar parmak uçlarını yukarıdan kazanın içine doğru dökülecekmiş gibi hareketlendirerek gönüllerince kazana bereket niyaz ederler.

Evrad biter bitmez kelime-i tevhidin tekrarlandığı kısa bir tevhid usulüne geçilir. Daha sonra sırasıyla diğer esmalar zikredilir. Hiç ara vermeden "Yâ Şâfî, Yâ Kâfî, Yâ Afî, yâ Muâfî, yâ Allah... Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resulullah; yâ Hayre'l-Halâs, yâ Hızır, yâ İlyas, yâ kutup, yâ Gavs, yâ Seyyide'l-Abdülkadir Geylanî" cumhur halinde okunur. Halka bozulmadan zikr devam eder. Aşure pişirme merasiminin en görkemli ve seyredilesi kısmı bu bölümdür. Halkadakilerin aşk ve şevk içinde kendinden geçercesine üst perdeden okudukları bu coşkuya şahit olmak başlı başına büyük bir lütuftur. Kalıp halde tekrâren söylenen bu dörtlüğün her seferinde son mısrasında zikredilen isim değişir. Bunlar sırasıyla Abdülkadir Geylanî, Seyyid Ahmede'r-Rufâî, Seyyid Ahmede'l-Bedevî ve Seyyid ibrahim Dusûkî'dir. En sonunda Dergahm piri İsmail Rûmî'nin adı zikredilir.

Usule geçmeden ocağın altı tamamen söndürülmüş, aşure kendi halince hallenmeye bırakılmıştır. Bir hafızın aşr-i şerif okumasıyla merasimin sonuna gelinir. Şeyh Efendi'nin duasıyla birlikte pişirme işi nihayet bulur ve dağıtma işi başlar.

Kazandan eski bakır ölçekle tarihi lenger ve toprak kâselere ve mahallelinin getirdiği kaplara aşure dağıtılmaya başlanır. Şeyh efendi ve yanındakilere de dergah kaplarından sıcak aşure ikram edilir, çay içilip destûr alınır.

Bu işlemler aynı zamanda bir dervişin kamil bir mürşid elinde kıvama gelmesinin sembolüdür. Her bir malzeme bir hale, her bir esma bir makama işaret eder.

Aşurenin çeyizlenmesi

Dergahta aşure pişip kaseye konulduktan sonra üstüne pişmemiş yemişler ile donatılmasına, süslenmesine çeyizlenme adı verilir. İkram edilen aşurenin son derece gösterişli ve eksiksiz olması şarttır. 12 imam ve 12 pir aşkına ve hürmeten 12 parça kaymak, rendelenmiş Hindistan cevizi, şifa sembolü olarak nar taneleri, siyah kuş üzümü, kahverengi kuru üzüm, fındık, ceviz, fıstık, şam fıstığı, badem, kabuklu fıstık konur.

Böylelikle on bir çeşit besinle süslenmiş olur. Bu da on bir ihlas ve bir Fatiha'nın hasıl ettiği sırra izafeten Kur'an'ın sırrına vusûldür.

Dervişin çeyizlenmesi ise abdest alıp derviş kisvesine bürünmesidir. Aşurenin güzel sunulması hem görüntü hem de tat olarak önemli olduğu gibi bir dervişin çeyizlenmesi hem ilk görüşte insanların ona güvenmesi ve muhabbeti için kıyafetinin temiz ve güzel olmasına hem de huy ve davranışlarının güzel olmasına işaret eder.

Kanaatimce aşure pişirmenin sadece aşure pişirmek olmadığını anlatmış oldum. Ancak akıldan çıkarılmaması gereken şey Hz. Hüseyin'in şehit edilmesi ve onun hatırasının unutulmamasıdır.

Rahmet Hüseyin'e ve Hüseynîlere. Lanet Yezid'e ve yolundan gidenler.

İsmail Güleç

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

İsmail Güleç

İsmail Güleç Diğer Yazıları