Ahmet Muhip Dıranas’ın Mektup’u

Cumhuriyet döneminin Olvido, Ağrı Dağı gibi birbirinden güzel şiirleri olmasına rağmen Fahriye Abla şöhret bulan şairlerinden Ahmet Muhip Dıranas'ın (1909-1980) Mektup adlı güzel bir şiiri var. Boudlare'in şiirlerini yazıldığı dilde okumak için Fransızca öğrenecek kadar şiiri seven şair daha çok saf şiir peşinde koşmasıyla bilinir.

Yaşadığı dönem göz önünde bulundurulduğunda Divan şiirine mesafeli duruşu anlaşılmakla birlikte özellikle 1940'lardan sonra eski şiirimizin tadını şiirine katmaya çalışması ile dikkati çeker. Kendisiyle yapılan röportajlarda Bakî, Fuzulî, Nailî-i Kadîm, Nedim ve Şeyh Galib gibi Divan şiirinin ustalarını beğendiğini söyleyen Dıranas, olduğu gibi taklit etmemek koşuluyla eski şiirimizden faydalanmaya sıcak bakan şairlerdendi. Ona göre şiir devam işidir ve daima gelişme gösterir. Şiirin geçmişten gelen kökleri kesilemez ve gelenek yeni anlayışlarla ve tekniklerle devam etmelidir.

Şiirin edebî ve estetik yönünü öne çıkaran şair, hece vezninde şiirler yazmış. Şiirlerinde aşkı, kadınları, tabiatı, mutluluğu ve hüznü, ümidi ve karamsarlığı dile getiren şairin bir diğer hassasiyeti biçimde kusursuzluğu aramasıdır. Dıranas, biçim ile ahenk arasındaki uyuma daima dikkat eder. O, duygu ve düşüncelerini birkaç mısrada terennüm ederken kendine özgü bir şiir dili oluşturmanın derdindedir.

Gazel gibi Divan şiiri nazım biçimlerini değiştirerek kullanan Dıranas'ın beytleri üç mısradan oluşan şiir söylemeye dikkat ettiği anlaşılıyor. Ülker'in Gözleri şiirini Divan şiiri nazım biçimi müselles kafiye düzeninde yazarken aşağıda açıklamaya çalışacağımız üç mısradan oluşan bentlerle yazdığı Mektup'da kafiye düzenini değiştirir. Klasik dönem şiiri olsa idi Mesnevî kafiyeli Müselles diyebileceğimiz bir biçimde yazar.

Dıranas, geleneği sadece Divan ve Halk şiiri nazım biçimlerini kullanarak şiirine aksettirmez. Klasik şiirin bedi sanatlarını da kullanır. Onun şiirlerindeki edebi sanatlar Divan şiirini aratmayacak kadar çoktur. Mektup şiiri onun edebi sanatlar üzerindeki tasarrufunu gösterir.

Mektup şiirini hatırlayalım.

Dost dost diye deli derviş gezdiğim,
Bir ağladığım, bir güleyazdığım,
Adını dağa taşa kazıdığım

Benim bir tanem dost, gözümün nuru!
Tutmaz elim, topal ayağım uğru,
Amansız kara bahtımdan ötürü

Kan ter dolandığım yollar gölgesi,
Kara ekmeğimin akça mayası,
Susayınca çağıldak sular sesi,

Ay aydınlığım, gün ışığım, canım,
Bayramım, bolluğum, yemişim, yenim
Göz yaşımı gözden gizli silenim!

Pek garipçe kaldım köyümde ıssız,
Otsuz ocaksız, akılsız, ayvazsız.
İki elin kanda olsa durma tez

Dağ başını duman almadan beri,
Eyüp sabrım, eyi düşlerim yoru,
Yet bu yana! Avareyim, yet, yürü!

Dostundan ayrılmış birinin psikolojisini anlattığı şiirinde şairin en çok kullandığı sanat teşbih, en sık dile getirdiği duygu özlemdir. İlk bentte kendi durumunu ifade eder. Sonraki üç bentte ise neden o durumda olduğunu dostunun kendisi için ne anlam ifade ettiğini ve ne kadar değerli olduğunu anlatır. Beşinci bentte dostundan ayrı kalmanın acısından bahseder. Son bentte ise dostuna gelmesi için yalvarır. Bu haliyle kompozisyonu da bir mektuba benzer.

Edebî sanatları sırayla açıklayalım.

Dost dost diye deli derviş gezdiğim,
Bir ağladığım, bir güleyazdığım,
Adını dağa taşa kazıdığım

Mektup adlı bu şiir "Dost dost" diye başlayınca okur, bir dosta hitaben yazıldığını hissediyor. Dostun iki kere tekrar edilmesinden (tekrir) bir özlem içinde olduğunu ve sürekli ismini zikrettiğini anlıyoruz. Ayrıca Aşık Veysel'in meşhur türküsünü çağrıştıracak (telmih) şekilde kullanması okura dostu ile arasındaki bağın ne kadar kuvvetli olduğunu göstermiş olmakta. Kendisini nereye gittiğini bilmeyen bir deli dervişe benzeten (teşbih) şair bir âşık olduğunu da söylemiş oluyor. Aklını kaybetmiş halde gezen bir deli derviş ile bizi Yunus Emre'nin ilahilerine, Mecnûn'un hikayesine de götürüyor (telmih).

İkinci mısrada şair deli dervişin hallerini açıklar. Delilik alametlerinden biri gülerken ağlamak, ağlarken gülmektir (tezat). Ancak ağlamak kesin iken gülmek kesin değildir. Çünkü -e yazmak eki gülmek eyleminin yaklaştığı halde gerçekleşmediğini söyler. Gülmek mecaz yoluyla sevinmeyi ifade eder ve yaklaşma grubu bir fiili kullanarak tam sevinecek iken sevincinin kursağında kaldığını, dolayısıyla sevinemediğini ifade etmiş olur. Sevinememesinin nedeni dosttan ayrı kalmaktır.

Adını dağa taşa yazmak (mübalağa veya mecaz) her gittiği yerde dosttan ve sevgiliden bir işaret bırakmak, her yeri onun adıyla doldurmak demektir. Dağlara taşlara kazımak hiç unutulmamak olup dostluğun kuvvetini gösterir. Şairin dostunu hiç unutmamıştır.

Benim bir tanem dost, gözümün nuru!
Tutmaz elim, topal ayağım uğru,
Amansız kara bahtımdan ötürü

Şair 'benim bir tanem' derken dostunun kendisi için ifade ettiği değeri göstermektedir. 'Benim' diyerek dostluğu kendisine tahsis etmesi, dostluğun sadece kendisine ait olduğuna işaret eder. Gözümün nuru deyim olup burada mecaz yoluyla dostun gözündeki kıymetini ifade etmenin bir diğer şeklidir.

Şair ilk mısrada dostunun kendisin için ne anlam ifade ettikten sonra ikinci mısrada dostsuz nasıl olduğunu deyimlerle (mecaz) açıklar (tensîku's-sıfat). Tutmaz el ile hiçbir iş yapamadığını, topal ayak ile bir yere gidemediğini ve kara bahtı ile dosttan uzak olduğunu büyük bir üzüntü ile ifade eder. Aslında şairin ne eli çolak ne de ayağı topaldır. El-ayak ve çalık-topal arasında tenasüp varken ikinci mısranın sonundaki uğur ile üçüncü mısradaki kara baht arasında iyhâm yoluyla bir tezat vardır. Böylece psikolojik durumunu ayrıntılı bir şelilde açıklamış olmaktadır.

Üçüncü mısrada amansız ile nitelenen kara baht şairin ümitlerininin yok olma sebebi olarak verilmektedir. Elinin ayağının tutmamasının nedeni kara talihinin aman vermemesidir (hüsn-i ta'lîl).

Kan ter dolandığım yollar gölgesi,
Kara ekmeğimin akça mayası,
Susayınca çağıldak sular sesi,

Bir önceki bentte kendinden bahseden şair bu bentte dostun kendisi için ne anlama geldiğini anlatıyor. Kan ter içinde dolandığı (mecaz) yolları sevgilinin gölgesine benzetir (teşbih). Kan ter içinde olmak yorulmanın mübalağalı ifadesidir. Dostun gölgesi olup kendisi görünmeyen bir varlığa benzetilmesi dostu bulamama konusunda ümitsiz bir duruma işaret eder. Gölgesini takip ederek kan ter içinde kalacak derecede dolaşmasına rağmen dostu bulamamıştır. Ayrıca dostun gölgesi kan ter dolaşmanın sebebidir. Ayrıca daha önce dostun dolaştığı yollarda onun gölgesini aramak, hatıralarının peşinde koştuğunu gösterir.

Kara ekmek (mecaz) fakirliğe işaret eder. Ekmeğin yapıldığı un kastedilerek kara denilmesi fakirlerin yediği ekmek kastedilir. Ekmek ve maya (tenasüp) bir tamamlamaya işaret eder. Kara ekmeğin akça maya ile (tezat) mayalanması hayatı üzüntü ve keder içinde geçen şairin hayatının neşesi ve anlamı olan akça mayaya benzetilen dosttur. Kara ekmek ile hayatın dertleri ve sıkıntıları, akça maya ise o sıkıntıları gideren derman olan dosttur (açık istiare).

Üçüncü mısrada dost bir diğer hayatî derecede önemli bir nesneye benzetilir (teşbih). Susamak, su ve çağıldak hep anlam dairesine ait kelimeleri (tenasüp) kullanarak okurun gözüne bir manzara çizilmektedir. Susanıldığında aranılan ses su sesidir, sıkıntıya düşünüldüğünde aranan ses ise bir dostun sesidir (açık istiare). Aynı kökten üretilen su ve susamak (iştikak) hayatı ifade eder ve bu hayat dosttur, dostun varlığıdır. Dosta olan ihtiyaç susamak ve susamanın çaresi sudur (iyham-ı tezat). Şairin sözlüklerde bulunmayan çağıldak kelimesini kullanması ayrıca dikkat çekicidir.

Ay aydınlığım, gün ışığım, canım,
Bayramım, bolluğum, yemişim, yenim
Göz yaşımı gözden gizli silenim!

Şair dostu niteleyerek tarif etmeye devam etmektedir. Ay ve güneş (tezat) gibi güzellik unsurunu aydınlık ve ışık (tenasüp) yönüyle dosta benzetir (teşbih). Dostu ayrıca can, bayram, bolluk, yemiş, yen, göz yaşı ve göz yaşını silen olarak niteler (tensiku's-sıfat). Bayram, bolluk, yemiş (tenasüp) mutlu günler ve anları tarif eder. Dost mutluluk kaynağı ve neticesidir. Aynı kökten gelen göz ve göz yaşı (iştikak) ağlamaya dolayısıyla hüzne, silinmesi ise sevince ve mutluluğa işaret eder. Gözün bile haberi olmadan göz yaşını silmek (mübalağa) şairin dostu görmeden de sadece onu düşünerek ve ondan haber alarak sevinebildiğine işaret eder.

Pek garipçe kaldım köyümde ıssız,
Otsuz ocaksız, akılsız, ayvazsız.
İki elin kanda olsa durma tez

Bu bentte şair dostsuz geçen günlerinde nasıl olduğunu anlatır. Bir önceki bentte dostu niteleyen şair bu bentte kendi durumunu niteler (tensiku's-sıfat). Issız ve garipçe (tenasüp) kelimeleri şairin çok yalnız olduğunu gösterir.

İkinci mısrada, ilk mısrada geçen 'ıssız'ı açıklar. Odsuz ve ocaksız olması bir ailesinin olmadığının mecaz yoluyla ifadesidir. -sız ile biten kelimeleri peş peşe sıralaması (seci) şiirin iç ahengini güçlendirdiği gibi şairin mahrumiyetini neredeyse kendisine acındıracak şekilde anlatmış olur. Issız olduğunu söyledikten sonra ıssızlığını pekiştirecek sözler seçerek (itnab) ifadesini güçlendirir.

Şair, yalnızlığını ve yalnızlıktan sıkıldığını çok güçlü bir şekilde ifade ettikten sonra dostuna elin kanda da olsa (mecaz) durmayıp hemen gelmesini ister. Çünkü dayanacak gücü kalmamıştır.

Dağ başını duman almadan beri,
Eyüp sabrım, eyi düşlerim yoru,
Yet bu yana! Avareyim, yet, yürü!

Gençlik Marşı'nı çağrıştıracak (telmih) şekilde başladığı bentte şair dağ başını duman almasına vurgu yapar. Dağ başını duman almak erişilmemek ve sıkıntı içinde olmak anlamlarına gelebilir. Duman almadan beri, 'duman aldığından beri' anlamına göre dostun gidişi üzerinden zaman geçmiştir. Dağ başını duman almadan ile Eyüp sabrı arasındaki zıtlık (tezat) şairin içinde bulunmuş olduğu durumu gösterir. Sabrını Eyüp sabrına benzetmesi (teşbih ve telmih) kendisinin çok sabırlı olduğunu, buna rağmen dayanacak gücü kalmadığına işaret eder. Düşlerinin yorumunda ise Yusuf peygambere telmihte bulunulur. Şair sabrına ve düşlerine seslenirken (tecrîd) aslında kendisine seslenmektedir (mecaz).

İki kere kullanılan yet (tekrir) fiili burada yetiş anlamındadır. Dosttan ayrı kalmanın vermiş olduğu sıkıntı, hasret, özlem ve dayanılmaz bir hal alan vuslat arzusu ile dosta artık dayanamadığını ve bir an önce gelmesini isteyerek şiirini tamamlar. Son mısra, önceki mısra ve bentlerin söylenme sebebi gibidir.

Dıranas'ın dostu Klasik şairin sevgilisi gibidir. Şairin mektup yazdığı dostu sevgili de olabilir, çok sevilen bir büyük veya arkadaş da. Buna okur karar verecek.

Sadece Divan şiiri geleneğinden değil Halk şiiri geleneğinden de beslenen Dıranas'ın bu şiirinin sadece adı Mektup değildir. Şair aynı zamanda şiirin kompozisyonunu da klasik mektup düzenini takip ederek yazmış gibidir. Dıranas'ın şiirinin özelliklerinden biri de budur.

İsmail Güleç

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

İsmail Güleç

İsmail Güleç Diğer Yazıları