Ahmet Ağırakça
19.05.2025
Ahmet Ağırakça
Soygun Yapan, Yol Kesen, Hırsızlık Yapanların Akibeti
Tüm Yazıları

Soygun Yapan, Yol Kesen, Hırsızlık Yapanların Akibeti

Bu azgınlaşmış topluma tevhid inancını ve bu inancın gereği olarak siyasi ve ekonomik kuralları ve Allah'ın razı olacağı bir hayat tarzını öğretmeye gelen Şuayb (as) onları en açık ifadelerle uyarmış ve hakka davet etme mücadelesi vermişti.

"Ve siz öyle her yolun başında oturup Allah'a iman edenleri tehdit ederek izledikleri hak ve doğru yolun yanlışlığını iddia edip onda çelişkiler bulmaya kalkışıp iman edenleri haksızca Allah'ın yolundan alıkoymaya kalkışmayın. Düşünün ki siz bir zamanlar sayıca çok az idiniz de Allah sizi çoğalttı. Bir de (toplum içinde) bozgunculuk yapanların sonları nasıl olmuştur; bir bakıverin. Eğer aranızdan birileri benimle (Allah tarafından) gönderilen vahye iman etmiş, diğer bir kısmınız da iman etmemişse Allah aramızda hükmünü verinceye kadar sabredip bekleyin. Çünkü O, hüküm koyan ve karar verenlerin en hayırlısıdır."

Kavminin müstekbir mele' (büyüklük taslayan yönetici sınıfı): "Şuayb! Yeminle söylüyoruz! Ya tekrar dinimize dönersin ya da seni ve sana inanan bütün taraftarlarını hep birlikte şehrimizden sürüp çıkarırız," dediler. (Şuayb) şöyle cevap verdi: "Peki, ya istemezsek (ve reddetsek) de mi (dinimizden döndürmeye kalkışıp bizi ülkeden süreceksiniz, öyle mi)?" (el-A'râf,7/68-88). Güçlü olduklarını düşünen bütün zorba hükümdarlar ve onlara tabi olanlar hep bu tarz tehditlerini müminlere yapmış ve zamanımızda da yapmaya devam etmektedirler.

Şuayb (as), Medyen halkını Allah'ın birliğine, tek bir ilah olduğuna iman ederek Ona kulluk etmeye davet ediğ durmuştu. Davet edildikleri din, toplum içinde bütün hüküm ve hâkimiyetin Allah'a ait olduğunu emrediyordu. Şuayb (as), Medyen halkını ve yöneticilerini bozulmuş olan ekonomik ilişkilerini düzeltmeleri, ölçü ve tartıya dikkat etmeleri, alışverişlerinde dürüst davranarak Allah'ın belirlediği ekonomik kurallara uymaları için çağrıda bulunmuş ve sürekli olarak onları uyarmaya devam etmişti. Ama ne yazık ki kendilerini hakka ve doğruya davet eden Şuayb peygamberi ve ona iman edip tabi olanları ölümle ve sürgünle tehdit etmişlerdi. İnsanların sahip oldukları vatanlarından sürülüp çıkarılmaları tehditleri sadece çağımız despotlarına ait bir siyaset değil o günlerde ve daha öncesinde yaşayan hükümdarların siyaseti idi.

Allah'a İman Etmeye Yapılan Davete Tepki

Her tür ahlâki güzelliği ve davranışı üzerinde bulunduran Hz. Şuayb'a ve inananlara, şirki ve kötülüğü ahlâk edinmiş yöneticiler karşı çıkmaya başladılar. Bu çıkışın başını tabii olarak yine toplumun ileri gelen ve 'mele' olarak tabir edilen yöneticiler yaptılar. Onların içinde bulunduğu o kötü ortamda, ahlâk sahibi olmak, âdil olmak bir suçtu. Tıpkı kavminin Hz. Lut'u (as) iffetli olmakla suçladığı gibi. Medyen ve Eykeliler de iman eden insanların yollarına pusu kurdular, onları korkutmaya çalıştılar.

"Kavminden kâfir olan ileri gelen yöneticiler (mele sınıfı) halktan iman edenleri tehdit ederek: "Eğer Şuayb'a uyacak olursanız yemin olsun ki kesinlikle en büyük zarara uğramış kimseler olarak (ilkenizde sürülür) perişan olursunuz!" dediler." (el-A'râf, 7/90).

İman eden insanlara yapılan bu baskılar fayda vermeyince bu sefer Hz. Şuayb'ı tehdit etmeye başladılar:

Şuayb (as), bu şekilde Allah'a sığınırken, ve onlar azgınlıklarına da devam ederken, sonlarının geldiklerinden ve başlarına gelecek azaptan habersiz idiler. Bununla birlikte tartışmayı derinleştirerek sürdürüyorlardı.

Bunları Kıldığınız Namaz mı Emrediyor?

"Dediler ki: Ey Şuayb! Bize Babalarımız ve Atalarımızın yaptığı ibadet şeklinden ve tapındığı tanrılardan başka tanrılara işbadet etmemizi yahut mallarımızı istediğimiz gibi kullanmaktan vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor? Halbuki sen eskiden aklı başında, iyi ve yumuşak huylu biriydin." (Hud, 11/87).

Namaz ile ataların dinini terk etmek, malları nefsin istediklerine göre değil, Allah'ın istediği şekilde harcamak arasında nasıl bir bağlantı kurulmuştu? Bu kavim yöneticilerinin ne kadar da basitleştiklerini ve akıllarını kullanmadıkları belli idi. Aslında bu ibadet ile insanın hayatı arasında doğrudan doğruya bir ilişki vardır. Kur'ân'ın deyimiyle namaz, insanı fahşadan (her türlü yanlışlık ve kötülüklerden) korur. Günlük hayatta her şeyi Allah'ın iradesine bağlar, her şeyde Allah'ı yüceltir ve azamatini dile getirir. Namazın içinde yapılan hareketler ve söylenen sözler düşünüldüğünde bütün her şeyin "la ilahe illallah" tevhid ilkesiyle bütünlük arzettiği ve bu ilkenin günlük yaşama tarzına dönüştüğü görülecektir. Namaz kıyam, rükû, sücûd ve oturarak ibadete devam etmek tevhid inancını hayat tarzını oluşturmaktadır. Yaşarken her an Allah'ın gözetiminde olduğunu hissederek yaşamak ve bununla düzgün bir hayat tarzına sahip olmaktır.

Bütün bu halleriyle Allah'ın birliğine iman eden ve namaz kılan her bir insan, buna rağmen atalarının batıl dinine nasıl uyabilir. Bundan dolayı Allah, Şuayb (as) vasıtasıyla Medyen ve Eykelilere namazı emrediyor. Onlar da bunu bildikleri halde Allah'ın emirlerine itiraz ediyorlardı.

"Şuayb (a.s): "Ey kavmim! bana karşı olan düşmanlığınız, direnip iman etmemeniz, sakın Nûh kavminin yahut Hûd kavminin ya da Salih kavminin başlarına gelen felaketin bir benzerinin başınıza gelmesine sebep olmasın. Hatta bunu da iyi bilin Lût kavmi de sizden uzak bir yerde değildir. "Rabbinizden bağışlanma dileyin ve sonra O'na tövbe ile yönelip (yine O'na) sığının. Rabbim muhakkak çok merhametlidir, kullarını çok sevendir." (Hud, 11/89-90).

Evet, Medyen ve Eykeliler Hz. Şuayb'ın (as) söz konusu ettiği kavimleri daha önceden meydana gelen kendilerine kadar ulaşmış bilgileri biliyorlardı. Bu kavimlerin başlarına gelen felaketleri de yakın bir zamanda duymuşlardı. Zaten, onların başlarına gelen yok oluşlarına sebep olan felaketlerin izlerini gözleriyle görüyorlardı. Hz. Salih'in yaşadığı Hicr bölgesi ile Hz. Lut'un yaşadığı ölü deniz bölgeleri onlara uzak yerler değildi. Buna rağmen sanki hiçbir şey olmamış, kendilerinden önce kimse buralarda hiç yaşamamış veya kendileri hiç ölmeyeceklermiş gibi davranıyorlardı. Allah'tan mağfiret dilemek, tevbe etmek veya Allah'a dönmek gibi bir niyetleri de yoktu. Onun için de Hz. Şuayb'ın söylediklerini duymazlıktan veya anlamazlıktan geliyorlardı. Hz. Şuayb'a şöyle itiraz ediyorlardı:

"Dediler ki: "Ey Şuayb, biz senin söylediklerinden birçoğunu anlamadığımız gibi kabul de etmiyoruz. Üstelik biz seni aramızda gerçekten güçsüz birisi olarak görüyoruz. Eğer (sana destek veren ve arka çıkan) senin akrabaların/aşiretin olmasaydı seni taşlayarak öldürürdük. Zaten sen bizim için çok da değerli bir kimse değilsin. (Şuayb) dedi ki: "Ey kavmim, size göre benim aşiretim Allah'tan daha değerli midir ki onun emirlerini arkanıza atıp kulak ardı ederek önemsenmeyen bir şey haline getirdiniz? Ama unutmayın ki Rabbim yaptıklarınızı ilmi ile çepeçevre kuşatıcıdır, (her şeyi gören ve bilendir)" (Hud, 11/91-92).

İşte bu kavim geleneklerini, adetlerini ve milli duygularını Allah'tan daha değerli gören kavimdir. Hz. Şuayb Allah'ın peygamberi olduğu halde ve onları Allah'ın dinine davet ettiği halde ona saygı göstermiyorlar, sevmiyorlar, itaat etmeyip isyan ediyorlar ve fakat kendi kabilelerinden olduğu için ona dokunamıyorlar. Bu ırkçılığın farklı bir tezahürüdür.

Azabı İsteme ve Helâk

Bu kavim artık iflah olmaz. Zira bütün hidayet yollarını kapatmışlardı. Kalpleri katılaşmış adeta taş kesilmiştir.

"Şuayb: "Ey kavmim, siz bulunduğunuz yerde elinizden geleni yapın. Ben de tebliğ (ve peygamberlik) görevimi yapacağım. Yakında kendisini rezil ve perişan edecek azabın kime gelip çatacağını ve kimin yalancı olduğunu bizzat öğrenip göreceksiniz; gözleyin, doğrusu ben de sizinle birlikte (o azabın gelişini bekleyen bir) gözleyiciyim." (Hud, 11/93). Ayrıca artık bu inatçı yönetim ve halktan ümidini kesen Şuayb (as) onlara şöyle seslendikten sonra Allah'a dua etmiş ve Rabbinden talepte bulunmuştu:

"Eğer aranızdan birileri benimle (Allah tarafından) gönderilen vahye iman etmiş, diğer bir kısmınız da iman etmemişse Allah aramızda hükmünü verinceye kadar sabredip bekleyin. Çünkü O, hüküm koyan ve karar verenlerin en hayırlısıdır." (Şuayb devamla): "Allah bizi ondan (şirkten ve batıl inançlardan) kurtardıktan sonra yine sizin dininize geri dönersek doğrusu Allah'a karşı (iftira ederek) yalan söylemiş oluruz. Rabbimiz Allah dilemedikçe de zaten sizin dininize dönmemiz söz konusu olamaz (bu olacak bir şey değildir). Zira Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz, ancak Allah'a güvenip dayandık. Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında Sen hak ile hükmet! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın." (el-A'râf, 7/89).

Bu artık sonu gelmez, ertelenmez bir çağrıdır. Yakın gerçekte tüm hakikatleri apaşikâr göreceklerdir:

"(Nihayet iman etmeyenlere azap) emrimiz gelince Şuayb'ı ve onunla birlikte olan müminleri tarafımızdan bir rahmetle koruyup kurtardık. Zulmedenleri ise o korkunç bir çığlık (kulakları sağır eden bir gürültü) yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü çökerek (cansız bir hâlde yere serilip) kaldılar!" (Hud, 11/94). Olayın devamını haber veren Rabbimiz Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurur

"Şuayb'ı yalanlayanlar sanki o şehirde hiç oturmamış gibi yok olup gittiler. Halbuki Şuayb'ı yalanlayanlar onu yalancı çıkarmak isterken en büyük zarara uğrayanlar kendileri oldu." (el-A'raf 7/92). Şehirlerini saran o korkunç çığlık, kulakları sağır eden, ulaştığı herkesi olduğu yerde yok eden ses ile bir toplum helak edilmiş oldu.

Hz. Şuayb bu azgın yöneticilere, "Allah bizi ondan (şirkten ve batıl inançlardan) kurtardıktan sonra yine sizin dininize geri dönersek doğrusu Allah'a karşı (iftira ederek) yalan söylemiş oluruz" derken -gayet tabii olarak- kendisini kastetmemiştir. Zira bir peygamberin Allah tarafından risâlet görevi ile görevlendirilmiş olması, onun artık tevhid inancının kendi toplumunda yegâne temsilci ve savunucusu olduğunu gösterir. Bunu değiştirmesi imkânsız bir olaydır. Şuayb'ın (as) kastettiği kendisine iman eden kavmidir. Onlar da zaten iman etmiş, tehdit ve ölümlere aldırış etmeyen bir mümin gruptu. Böyle bir dinden dönmenin olması mümkün değildi. Allah'ın bilgisi her şeyi kuşatmış olup âhirette küfrü ve inkârı reddedenler ile peygamberlerin getirdiği ilahi mesajlara bağlananlar arasında hak ile hükmünü verecektir. Orada kimin doğru yol üzere olduğunu gösterecektir.

Kavminin ve Medyen'in halkının durumunu gören Hz. Şuayb Kur'ân-ı Kerim'in anlatımıyla, arkasına bakıp şöyle dedi: "Sonunda Şuayb, onlardan yüz çevirip uzaklaştı ve dedi ki: "Ey Kavmim! Şunu iyi biliniz ki ben size Rabbimin vahiylerini (mesaj, emir ve yasaklarını) tebliğ ettim ve size içtenlikle öğüt verdim. Şimdi ben helak olan böyle nankör ve kâfir bir toplum için nasıl ve neden üzüleyim ki?" (el-A'râf, 7/93).

"Sanki orada yaşamamış/barınmamış gibiydiler. Unutmayın, iyi bilin ki Semûd halkı Allah'ın rahmetinden nasıl uzaklaştıysa Medyen halkı da öylece uzaklaşıp yok olup gitti." (Hud, 11/95).

İşte böylece bir hakk-batıl mücadelesi daha bitmiş oldu. Tarih Peygamberlerle hükümdar ve hakim sınıfların arasında geçen mücadeleden ibarettir. Her zaman olduğu gibi bu defa da hakkı insanlara tebliğ eden peygamber üstün gelmiş, küfür içinde yüzen zalim ve Allah'ın vahdaniyetini inkar eden hükümdarlar ve onlara körü körüne itaat edenler ise mağlup olduğu gibi helak olup gitmişlerdi.

Prof. Dr. Ahmet Ağırakça

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Ahmet Ağırakça

Ahmet Ağırakça Diğer Yazıları