Cebri Züht Hayatı: Yaylada Yaşamın Hatırlattıkları
Modern öncesi dünyada hemen herkes 'zorunlu' bir züht hayatı yaşıyordu. Zühdün erdem olarak zikredilmesi zorunlu züht hayatının içerisinde yemek, içmek, cinsellik ve hepsinden önemlisi mülkiyet konusunda daha özel züht hayatını tercih etmek demekti. Mesela üç-beş günde bir yemek, içeceği asgariye indirmek, evlenmemek, herhangi bir şekilde mülkiyet sahibi olmayı reddetmek ve değersiz görmek, zühdün gerekleri kabul ediliyordu. Bunun neticesi ise az konuşmak, zaruret dışında insanlarla içli dışlı olmayı (ihtilat) ruhun kemaline aykırı görmekti. Günümüzde tıbbın zaruri bir ihtiyaç olarak dile getirdiği su içmekle ilgili bir zahit 'su içmek şehvettir, ihtiyaç değildir' demişti. Kastettiği kabul edilebilir olmasa bile anlaşılabilir bir şeydir: İnsanın bileşik yapısını teşkil eden unsurlardan birisi olan suyun belirli bir ölçüde tutulması gerekiyordu; ölçüsü artan su yemeğin fazlalığına yol açacak, su artınca bedende başka dengesizlikler hasıl olacak (hastalık), maddi ve manevi itidal bozulacaktı (ahlak). Tasavvufun ortaya çıkışını belirleyen mütevazi züht hareketlerini doğru anlamak, insanlığın ahlak ve bilgi arayışında zühdü bir yöntem olarak doğru bir yere yerleştirmek, modern hayatın üretim tüketim ilişkileri içinde şekillenen zihinler için mümkün görünmüyor. Ülkemizdeki tüm yaylalar ve köyler gibi bizim yayladaki hayat da 'zorunlu' bir züht hayatı idi.
Elektrik yoktu, yol yoktu, modern hayatın herhangi bir aracı yoktu demek anlam taşımıyor; bunlar zaten yoktu ve şimdi de olmayabilirdi. Su ve yeterli miktarda beslenme imkânları yoktu. Karadeniz fıkralarında anlatılan ballar, kaymaklarla dolu sofraları görenler pek azdı sanırım. Rahmetli babamla asr-ı saâdetteki kıtlık ve sahabe neslinin çektiği maddi sıkıntılardan söz ederken babam 'evladım, bunlar bizim çocukluğumuzda yaşananlardan farklı değil' demişti. Bu nedenle ülkemizde nostaljik anlatımlar hiç karşılık bulmaz, hayali ve romantik bir anlatım olarak kabul edilir. Yaylalarda bir üretim vardı fakat meşakkatli kışlar için stoklamak veya satmak, öteki ihtiyaçları temin etmek için üretilirdi. Bununla birlikte yaylanın oldukça kalabalık insan ve hayvan nüfusu için imkânları sınırlıydı. Modern hayat ölçüleriyle yaylalarda insanlar, hayvanlar susuzluktan mağdur olmalıydı veya ciddi sağlık sorunları yaşanmış olmalıydı. Vakıa bunların hiçbiri olmadı: Çünkü insan ihtiyaçları modern dünyanın anlattığı ölçülerde 'abartılı' olmadığı gibi insanın yaşama direnci ancak güçlüklerle sınandığında ortaya çıkabilecek ölçüde tahminlerin ötesindedir. Haddizatında farklı alanlarıyla birlikte modern dünyadaki 'başarıyı' sağlayan da o yaşama tutunma çabası, hırsı ve bunun istilzam ettiği cesarettir. İnsan bütün şartlara bir şekilde intibak edebilen fakat kısa sonra olanı biteni unutabilen bir varlıktır: yaşadığı şartları 'yaşanması imkansız durum' olarak görür.
Karadeniz'in muhtemelen en güzel yaylasında en ciddi eksiklik su idi. Dağlarda-meralarda henüz erimemiş kar kütlelerinden sızan sular en mühim su kaynağıydı, dağlarda ve meralarda çobanlık yapan insanlar için. Günümüzde dünyanın kaynaklarının tükenmesiyle ilgili ciddi endişeler dile getiriliyor, bu endişelerin bir kısmı haklı endişelerdir bunda kuşku yoktur. Fakat bu değerlendirmelerin insan gerçekliği açısından değil modern hayatın konforu cihetiyle yapıldığını da hesaba katmak gerekir. Kırk, elli sene önceyi bilen insanlar yeryüzünde insanın hikâyesinin sadece yeni evrelere girebileceğini düşünür, insanın doğadaki imkânlar nedeniyle kolayca yaşama imkânlarını kaybetmeyeceklerini bilirler. Çünkü ihtiyaçlarımız hiçbir zaman modern hayatın icbar ettiği ölçüde değildir, insanın yeme içmesiyle ilgili veriler, abartılı ve kasıtla yanlış söylenmiş verilerdir. Bunun nedeni ise modern hayatın, kapitalist dünyanın ortaya çıkması süreciyle yakından ilgilidir. Ülkemizde başta İsmet Özel olmak üzere birçok yazar, dünyada ise René Guénon gibi yazarlar, modern dünyanın bu özelliğini ısrarla yazmış, kapitalist dünyanın 'ihtiyaç' kavramını ters yüz ederek her ürettiğini olmazsa olmaz gibi dayatabildiğini anlatmışlardır. Modern hayat ekonomi biliminin tanımını tahrif ederek üretim tüketim ilişkilerini ters çevirmiş, insanlara 'ihtiyaç', zaruret gibi kavramlarla yaklaşmış, dünyanın imkânlarının tüketilmesine yol açan bir israfı zorunlu hayat tarzı gibi anlatmıştır. Bu noktada yaşanan en ciddi sorun ise hemen her bireyin bu anlatıya tereddütsüz bir şekilde ikna olmuş olmasıdır. Günlük hayat içinde kullandığımız hemen her şey, olmazsa olmaz bir zaruret şeklinde hayatımızın bir parçası haline gelmiştir. Günlük hayatta kullandığımız -mesela on tane- ürünleri daha önce kullanmamış olanlar bile 'bu araçlar olmaksızın yaşamak mümkün müdür?' sorusuna olumlu cevap veremeyecek şekilde ikna olmuştur. Galiba hiçbir dönem insanları modern hayat kadar ikna edebilmiş değildir. Öyle ki bir vesileyle dile getirmiştim, 'modern dünya münafığı olmayan tek dünyadır.' Bunun iki nedeni var: Birincisi, modern dünyanın insan zaaflarına dayalı yanı; ikincisi ise geçmişte sıkıntı ve meşakkatle yoğrulmuş hayatın hafızalarda bıraktığı derin izler.
Gelecek yıllarda doğanın tükenmesi hakkında sürekli 'ikiyüzlü' cümleler duyacağız belki söyleyeceğiz. Vakıa konuşan herkes bu dünyayı tüketen akılla konuşuyor, akılda bir değişiklik yapma ihtiyacı hissetmeden 'bilgi kudrettir' diyen akılla konuşuyor. Cümlelerin samimi olma ihtimali yok, sadece daha çok tüketmek, konforlu yaşamak, yaşam imkânlarını öteki canlıların da aleyhine olacak şekilde genişletmek için konuşuyoruz. Lakin bilmek gerekir ki dünyanın selameti itiraz edebilme, kapitalist dünyanın 'cebri' dayatmalarına 'belki öyle değil' diyebilme aklımızı ve kabiliyetimizi korumaya bağlıdır. Modern dünyada dinin terbiye ettiği aklı benimsemek, ondan yana olmak, itiraz cesaretini koruyabilmek için mühim görünüyor. Olması gereken aslında çok açık: Kadim filozofların 'imkân' ve mümkün diye gördükleri dünyada hiçbir şeyin mutlak bir zorunluluk olmadığını hatırlamak gerekiyor. Mümkün dünya içinde üretilen ürünler de mümkün sınıfında kalıyor. Böylece insan tarafından üretilen şeylerde zaruretin alanını daraltmak, ihtimalleri düşünmek, günlük hayat için birçok ürüne "belki olmasa daha iyi olur' diyebilmektir.
Ekrem Demirli
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.