Zilhicce günlerinde Âl-i İbrahim’i düşünmek…
Hatırlayacağınız üzere Zilhicce ayının ve özellikle ilk günlerinin farkını ve değerini bundan önceki yazılarımızda ortaya koymaya çalışmıştık. Önceki iki yazıda da bu ayda -gerçekleştirebilirsek eğer- yaşayabileceğimiz bir "tefekkür" döneminin, bizi bundan sonraki bir diğer mübarek ay olan Muharrem'e, daha donanımlı ve daha hazırlıklı girebilme imkanına kavuşturabileceğinden da söz etmiştik.
Bugünkü yazımızda sizlere bu ayda ifa edilen hac ve kurban ibadetlerinde kendilerini sık sık yâd etme durumunda olduğumuz Hazreti İbrahim (as) ve ailesinin yaşadıkları sabır ve teslimiyet sınavlarında, nasıl büyük başarılar elde ettiklerine ve onları sonradan gelen ümmetlerin gönül âleminde nasıl "unutulmaz" hatıralar bırakan kişiler haline getirdiğine değinmeye çalışacağız.
Gerçekten de Kur'an-ı Kerim'de kendilerinden "Âl-i İbrahim" olarak bahsedilen Hazreti İbrahim, eşleri Hazreti Sâre ve Hazreti Hacer, oğulları Hazreti İsmail ve Hazreti İshâk, (asm) sonradan gelen müminler için, hatıraları her dem taze olan ve muhtelif ibadetlerde isimleri sık sık yâd edilen kişiler olarak anılıyorsa eğer, bunda onların yaşadıkları hayat içinde, karşılaştıkları olaylarda, sabır ve teslimiyet sınavlarında başarılı olarak Allah Teala'nın rızasını kazanın kişiler olmalarının son derece önemli bir yeri vardır.
Dilerseniz konuya önce Hazreti İbrahim (as) ile başlayalım…
Putperest bir toplumun içine doğan Hazreti İbrahim, ayet kerimede belirtildiği üzere "kendisine göklerin ve yerin Melekûtu (sırları/hikmetleri) gösterilmiş ve kalbine Allah'a iman duygusu yerleştirilmişti." (bkz. En'âm, 75)
Gençlik dönemlerini yaşadığı bir gün, ince bir zekâ ile putperest topluma, bir ders çıkarabilecekleri bir olay planlamış ve puthânedeki en büyük put dışındaki bütün putları kırıp baltayı da onun boynuna asmıştı. Yaşanan bu olaydan yana sorgulandığında başvuru merci olarak büyük putu işaret edince artık söylenecek söz bırakmayan bu genci, toplumu ateşte yakmayı reva görmüştü… Daha ilk sınavında büyük bir teslimiyetle Rabbine sığınmış, O'na inanmış ve güvenmiş, O'na itimat etmişti. Sonuçta yakıcı alevler "yakmaz" olmuş, devasa alevleriyle o koca ateş "İbrahim için serin ve selamet" otağına dönmüştü (Bkz. Enbiya, 69)… Allah'a sığınan kulunu, Allah Teâlâ da daha ilk sınavında başarılı kılmış ve bu teslimiyetiyle ilk destan yazılmıştı…
Ancak sınav süreci devam etmekteydi. Bu kez babası onu, eğer düşüncelerinden vazgeçmezse "taşlayarak kendisinden uzaklaştırma" ile ve yine onu servetinden mahrum bırakmakla tehdit etti. Hazreti İbrahim'in şimdi sınavı, mal ileydi… Ancak cevabı son derece âl-i cenap bir şekilde ve kararlıydı: "Sana selametler dilerim. Senin için Rabbimden affını dileyeceğim. Ben Rabbime Rabbime gidiyorum. O beni, elbette doğru yola iletecektir." (Bkz. Meryem, 47; Saffat, 99)
Doğduğu ve yaşadığı beldeyi terk eden Hazreti İbrahim, bu kez de "ilk hicret eden peygamber" olarak geçiyordu Peygamberler Tarihi'ne… Kaynaklar, onun ilk durağının Filistin olduğunu ifade ederler… Böylece Filistin toprakları ilk kez bir peygamberle tanışıyordu. Yanında eşi Hazreti Sâre ile hayatlarının önemli bir bölümü burada geçti. Ancak çocukları olmamıştı. Aynı zamanda akrabası olan Hz. Sare, eşinin bir evlat sahibi olmasını düşünmüş ve onu Hacer isimli biriyle evlendirmişti. Bir süre sonra İsmail adını verdikleri bir oğulları dünyaya gelmişti… Yaklaşık 80 yaşında iken ilk kez baba olan Hazreti İbrahim için oğluna karşı büyük bir sevgi beslemesi kadar tabii bir şey olamazdı ama ilk eşi Hazreti Sâre için bu durum gittikçe katlanılması zor bir hal alınca Hacer ve oğlunu kendilerinden uzak bir yere götürmeleri ricasında bulundu, eşinden…
Kur'an-ı Kerim ve Peygamberler Tarihi kaynakları henüz süt emme döneminde olan küçük İsmail ile annesi Hazreti Hacer'i, Allah Teâlâ'nın gösterdiği kendisini yönlendirdiği yere, Faran dağlarının çevrelediği vadinin ortasındaki Ebu Kubeys Dağı'nın eteklerinde bir ağacın altına yerleştirdi… Şimdi sınav, eşi Hazreti Hacer için başlamıştı, çünkü Hazreti İbrahim onları "Allah'a emanet ederek" yanlarından ayrılmak durumunda kalmıştı… Geri dönmek üzere ayağa kalktığında Hazreti Hacer'in, "Bizi burada bırakıp dönmeni sana Allah mı emretti?" sorusuna "Evet" cevabını vermişti Hazreti İbrahim… İşte o an, Allah'a büyük bir teslimiyetle inanan ve güvenen Hazreti Hacer, asırlardır tekrarlanagelen anlatılan ve nesilden nesile aktarılan şu cümleyi kuruyordu: "Madem öyle, selametle git. O, bizi asla zayi etmez!.." Kısa bir süre sonra suları ve yiyecekleri tükenen Hazreti Hacer, su bulabilmek için Safa ve Merve tepeleri arasında koşturup dururken ümidini hiç kaybetmemişti. Yavrusuna su bulabilmek ve kendisi de içip ona süt verebilmek için döktüğü ter, gösterdiği sa'y ü gayret, sonuçsuz kalmamış neredeyse bir nehre dönüşecek güçlü bir akımla kumların arasından kaynayarak çıkan su, sadece onun ve yavrusunun değil, asırlardır insanların susuzluğuna âb-ı hayat olmuştu... Teslimiyet destanı bu kez bir kadın, hem de çeşitli yönlerden dezavantajlı durumda olan bir kadın tarafından yazılıyordu… Âl-i İbrahim'in her ferdi, şahsına özel vasıflarıyla müstesna insanlardır ve örnek şahsiyetlerdir. Şurası bir hakikattir ki, bu örnek ailenin her bir ferdinden alacağımız dersleri bu çağda, Müslümanlara da tüm dünyaya da Hazreti İbrahim'in günümüzdeki hemşehrileri olan Filistinli kardeşlerimiz gösteriyorlar bizlere… Hiç şüphesiz, izzet ve şeref sahibi Gazze halkı, gösterdikleri büyük bir sabır ve teslimiyetle sayısız destanlar yazdılar, canlarını ve mallarını Allah için vermenin ne demek olduğunu, en manidar, en yalın ve dramatik şekilde gösterdiler tüm dünyaya… Diyebiliriz ki Âl-i İbrahim'i tanımayı ve anlamayı başarabilmek, Gazze'yi, Kudüs'ü ve Filistin halkını tanımak ve anlamakla mümkün olacaktır…
Konuya devam edeceğiz…
Mehmet Emin Ay
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.