Vatan savunması ailede başlar
Bütün dinlerde ve toplumlarda, vatan kutsaldır. Eldeyse, "ilk korunması gereken şey"; kaybedilmişse, "ilk kurtarılması gereken şey" sayılır.
Bizim kültürümüzde, geleneğimizde; "yuva" ile "yurt" aynı anlama gelir. Eşlerin ve çocukların birlikte yaşadıkları sosyal, kültürel, fiziki yapıya "aile"; devletin ve milletin varlığını, dirliğini, birliğini teminat altına alan din, tarih, coğrafya, kültür, medeniyet değerlerinin bütününe "vatan" denir.
Her ikisinin de içinde, geçmişin hatıraları ile geleceğin hayalleri vardır. "Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için" anlayışı ve işleyişiyle; orada insanlar hem yaşar, hem yaşatır.
Yurdu olmayanın, yuvası da olmaz. Yuvalar yıkılırsa, yurdu koruyacak ve kalkındıracak kimse kalmaz.
Cahit Külebi, insan ile toprak arasındaki kadim ilişkiyi mısralara yansıtmış. "Yurdum" adlı şiirinde, "annesinden emdiği sütün çeşmeden ve tarladan geldiğini" anlatmış.
Vasfi Mahir Kocatürk, vatanı aile ocağına benzetmiş. "Yurt Türküsü" adlı şiirinde; "Ninniyle salladın beni, / Şefkatle kolladın beni, / Sevginle bağladın beni, / Güzel yurdum, güzel yurdum" diye tasvir etmiş.
Askerlik görevini yapmak için giden Anadolu genci, vatanını anası gibi görür. Onun için, "Vatan bizim neyimiz?" sorusuna "Anamız" cevabını verir.
Dilimizdeki "ana vatan" ile "yavru vatan" sözcükleri bu anlayışın uzantısıdır. "Ana gibi yar, vatan gibi diyar olmaz" deyişimiz de bundandır.
Çanakkale savaşı sırasında, vatan savunması için yetişkinler ve gençler yetmeyince; askerlik yaşının altında kalan ergenlere de sıra geldi. Olar, ana ocağından, ellerine yahut alınlarına kına sürülerek cepheye gönderildi.
İçlerinde, "Kınalı Hasan" diye anılan biri de vardı. Başı kınalı olduğu için, arkadaşları bu isimle hitap ediyorlardı.
Komutanı kendisine kınanın sebebini, hikmetini sordu. "Bilmiyorum, cepheye gelirken anam yaktı" cevabını verdi.
Anasına mektup yazıp sormasını istedi. "Yazamam komutanım, ben okuma yazma bilmem" dedi.
Hasan söyledi, Bölük Katibi yazdı, mektup gönderildi. Aylar sonra, anasından cevap geldi.
Komutan açıp merakla okudu. "Bizim buralarda, Allah için kurban edilecek koçların başı kına ile süslenir. Ben de seni din, devlet, vatan, millet ve Allah yolunda kurban olmak üzere gönderdiğim için başını kınaladım" diyordu.
Ayrıca, komutanına karşı saygılı olmasını ve arkadaşları ile iyi geçinmesini tembih etmişti. "Sakın onları incitme, yoksa sana sütümü helal etmem" demişti.
Mektubu Kınalı Hasan'a da okumak istediler. Ancak, arkadaşları; "Komutanım, bir hafta önce Arıburnu'ndaki şiddetli muharebede Hakk'a yürüdü" dediler.
1960 İhtilalinden sonraki günlerde, Amerika'dan Türkiye'ye bir heyet geldi. Resmi açıklama olarak, "Halkevleri ile ilgili araştırma yapmak istedikleri" bildirildi.
Başlarında, Türkçe bilen bir profesör vardı. Aslında, halkın nabzını yoklayıp ihtilal sonrası durumun nasıl olduğunu anlamak istiyorlardı.
O zaman Halkevleri Genel Müdürü olan Prof.Dr.Tahsin Banguoğlu'nu makamında ziyaret ettiler. "Önce Ankara'da, sonra Anadolu'da araştırma ve inceleme yapmak istiyoruz" dediler.
Kars'ta, yaşlı bir köylü ile tanışıldı. Biraz havadan sudan, biraz savaştan ve vatan savunmasından söz açılıp uzun uzun konuşuldu.
Heyet Başkanı, adama; "Ruslar eskiden beri Kars'ı, Ardahan'ı almak istiyorlar. Yukarıdan aşağı geliverirlerse ne yaparsınız?" diye sordu. Köylü, hiç tereddüt etmeden; "Gelecekleri varsa görecekleri de var, savaşırız" diye cevap verdi.
Profesör, bu tavrın arkasındaki duyguyu ve düşünceyi anlamaya çalıştı. Adam hiç savaş görmemiş, hatta askerlik bile yapmamıştı.
Hayret ve merak içinde; "Sen kaç yaşındasın, İstiklal Harbi çıktığında neredeydin, askere niçin gitmedin, savaşa neden katılmadın?" diye sorguladı. "Biz beş erkek kardeştik. En küçükleri bendim. Savaş çıkınca babam dördünü cepheye gönderdi, beni dağa kaçırdı" cevabını aldı.
Arkasından, "Peki neden?" sorusu geldi. "Gayet basit. Onlar cephede şehit olurlarsa ben tohumluk kalayım diye" dedi.
Sonra bir ilave daha yaptı. Elini kılıç gibi sallayarak, sesini ve nefesini söz üzerinde toplayarak; "Şimdi beş oğlan da bende var. Ruslar gelirlerse; dördü aynen cepheye, biri tohumluğa" diye nara attı.
Heyet Amerika'ya döndüğünde, ellerinde bir deste fotoğraf vardı. Herkese bu hikayeyi anlatıp; "tohumluk, tohumluk" diye tekrar ediyorlardı.
Tarihin her döneminde; "vatan sevgisi imandandır" diyecek, vatanını anası gibi görecek, gerekirse vatan için ölecek insanlara ihtiyaç var. İşte onlar; ana kucağında, aile ocağında yetişiyorlar.
Onun için; aile kurumuna yönelik tehditler ve tehlikeler, vatana yönelmiş demektir. Vatan savunmasının içeride aileden, dışarıda sınır ötesinden başlaması gerekir.
İlk "seferberlik" ilanı, aile için yapılmalıdır. En ücra köşedeki taşı, toprağı için bile savaşılmalı ama ille de "iç kale" korunmalıdır.
Zekeriya Erdim
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.