Yahudi toplumundan niçin bir “Schindler” çıkmıyor?
Salzburg'da/Tuz Kalesi, Tuna nehri üzerindeki köprülerden birisinin üzerinden geçerken köprünün korkuluklarına dizilmiş fotoğraflar dikkatimi çekti. Sağanak halinde yağan yağmur altında bir yandan otele koşmaya çalışırken öte yandan bir daha göremem -ki ikinci defa görmeyi hak edebilecek bir şehir de değildi- fotoğraflara bakıyor, daha çok da fotoğrafların altındaki açıklama notlarını okuyarak binlerce insanın her gün maruz kaldığı bu masum propagandanın amaçlarını anlamaya çalışıyordum. İkinci Dünya Savaşı sürecinde Yahudi toplumunun maruz kaldığı soykırımı hafızalarda canlı tutmayı amaçlayan sergideki fotoğraflar Holokost kurbanlarına veya onların yakınlarına bir kısmı ise o insanlara yardım eden Yahudi olmayan kişilere aitti ve onlara bu vesileyle teşekkür etmek amacı taşıyordu. Holokost meyanında Yahudilerin nasıl bir kültürel mücadele verdiğini, bir hadiseyi unutturmamanın yegane teminatının dolaylı anlatımlar ve kültürel yöntemler olabileceğini gösteren örnekti oradakiler. Sinemadan edebiyata dolaylı anlatımı esas alan sahalarda şahit olduğumuz bu yöntem, Gazze'deki soykırımlarına rağmen, Yahudi imajının dünyada ciddi bir şekilde niçin sarsılmadığının nedeni olarak kabul edilebilir. Fotoğraflar arasında kocası kamplarda öldükten sonra verdiği mücadeleyi 'benim yaşamam için yaşamını tehlikeye atarak yardım eden birçok insana teşekkür ederim' diyen bir bilim adamı dikkatimi çekmişti.
Dikkatimi çeken fotoğraflardan birisi de Abdü'l-Hüseyin (Hz. Hüseyin'in hizmetkarı) adlı İranlı bir Müslüman'a aitti. Yağmurun etkisi altında gözden kaçırdığım başka isim yok ise Abdü'l-Hüseyin köprüdeki yegane Müslüman fotoğrafıydı. Onu görünce daha dikkatle ülkemizden birisi var mı diye bakmadan edemedim, lakin yoktu. Abdü'l-Hüseyin'in yanındaki fotoğraf ise bir Hıristiyan'a aitti ve Steven Spielberg'in filmine (Schindler'in Listesi) atıfla "dönemin Schindler'i" olarak nitelendiriliyordu. Üstünden zaman geçince hafızam beni tereddüde düşürdü: 'Dönemin Schindler'i' tabiri İranlı Müslüman için mi kullanılmıştı yoksa başka birisi için mi? Hatırlanacağı üzere iş adamı Schindler, fabrikasında Yahudileri çeşitli görevlerle çalıştırmış, yaklaşık iki bin civarında Yahudi'nin hayatını kurtarmıştı.
Abdü'l-Hüseyin kimdi peki? Abdü'l-Hüseyin o dönem Fransa'da görevli İranlı bir diplomatmış. Görevi süresince Yahudilerin Doğu'ya -belki Türkiye'ye de- kaçmalarına yardımcı olmuş, çalışmaları sayesinde üç bin civarında Yahudi'nin hayatını kurtarmış. Fotoğrafın önünde bir müddet durdum, böyle büyük hadiselerde adı bilinen ve bilinmeyen binlerce insanın Yahudi cemaatine yardım etmiş olabileceğini düşündüm. Bunda da şaşılacak bir durum yoktur: Zulme maruz kalan insana -zalim/mazlum kim olursa olsun- yardım etmekten başka akla ne gelir ki? Bunu abartmak insanı hiç anlamamak demektir. Ülkemizde hikayesi anlatılmamış onlarca Schindler hikayesi vardır muhtemelen. Özellikle tehcir döneminde Ermeni çocuklarına veya Rumlara yardım eden. Bence dünya hiçbir zaman böyle örneklerden yoksun değildir. Çünkü insanlık iyi değerlerle yaşar, her toplum ahlaki erdemler üzerinden toplumsallaşır, büyük korku veya tehdit anlarında değerlerini ihmal etse bile, gerçekte erdemler insanlığın zihninde yerleşiktir. Bu itibarla insan ve insanlık hakkında iyimser olmak, insanların iyi değerlerle mücehhez olduklarına inanmak, Muhammed İkbal'in tabiriyle 'insandan umut kesmemek', ahlaki bir ilkedir.
Fotoğrafın yanında yağmur altında ıslanma bahasına bir müddet düşündüm: Her toplumdan böyle örneklerin çıkması gayet normal olduğuna göre, niçin Yahudi toplumunun içerisinden böyle isimler çıkmıyor? Niçin Gazze'deki Müslümanlar için hayatını tehlikeye atacak bir Schindler çıkmıyor? Dünyanın en eğitimli toplumu olmakla övünen bir cemaat -ki büyük ölçüde haklı olabilirler, en azından son iki asırdır- irrasyonel geleneklerini, inançlarını, toplumunu, kendi mağarasını neden eleştiremiyor? Hadiselere iyimser bakanlar son dönemlerde dünyada ortaya çıkan tepkileri abartıyorlar, dünyada ciddi bir Siyonizm eleştirisi ortaya çıktığını düşünüyorlar. Gerçekte böyle bir kanaat abartılı bir vehimden başka bir şey değildir. Üstelik bunların arasında Yahudi cemaatinden olanlar da yoktur. Halihazırda ortaya çıkan tepkilerin Müslüman toplumda umutlar oluşturması başlı başına tartışılması gereken bir zihinsel bir sorun: Zayıfların güçlü insanların jest ve mimiklerinden bile merhamet ummasının örneği gibi yorumlanabilecek hadiseler yaşıyoruz. İsrail içindeki siyasi içerikli hadiseler de -ülkemizde de dahil olmak üzere- yanlış ve abartılı yorumlanıyor, sanki büyük tepki varmış gibi gösteriliyor. Cemaatte bir bölünme yok, dağılma yok, tereddüt yok: Ne yaptıklarını biliyorlar, amaçları açık ve bu amaçtan kimse vazgeçecek görünmüyor. Yakın geçmişte Levinas gibi Yahudi yazarların "Şabra ve Şatilla zulmü"nü normal görmesi gibi günümüzde aynı tutumlar ortaya çıkıyor, 'cemaat' psikolojiyle hareket etmekle entelektüel olmak arasında hiçbir tereddüt görmüyorlar. İbn Sina'nın iş ciddiye bindiğinde 'eğitim ortadan kalkar, doğa nükseder' dediği vasiyeti yaşıyoruz. Eleştirilmeyeceklerini bildikleri için tutumlarını açık seçik beyan edebiliyorlar. Çünkü soykırımcılar, onların kardeşi.
O zaman şu soruyu düşünmek gerekir: Niçin Yahudilerin arasından Schindler'ler çıkmıyor, neden cemaat bölünmüyor, niçin böyle eğitimli bir toplum içinde yaşadığı mağaranın dışına çıkmıyor?
Sorunun akla gelen ilk cevabı 'seçilmişlik' meselesinin nasıl bir kimlik ve öteki algısı inşa etmiş olabileceğiyle ilgilidir. Galiba Yahudi olmayanlar seçilmişlik meselesini hiçbir zaman doğru anlayamayacak, bir toplumun kendisi hakkındaki 'abartılı' bir telakkisi gibi yorumlayacaklardır. Tıpkı Hindistan'da veya Çin'de -dünyanın henüz karşılaşmadığı- sınıfsallık meselesini anlamayacağımız gibi. Fakat seçilmişlik soru için yeterli cevap teşkil etmeyebilir. Bunun yanı sıra geçmişin edebiyat üzerinden hafızalara kazınmış olması da dikkate değer unsurlardan birisidir. Masum rolünü hafızalara öyle kazıdılar ki -ki bu ancak edebiyatla yapılabilirdi- 'bu yaptıkları onların hakkıdır' demeye getiriyorlar. Dikkate değer bir unsur ise muhataplarının Müslüman olmasıdır. Yaklaşık bir asırdır sistemli bir inşa edilmiş olan Müslüman algısı kimsede Müslümanları savunabilecek cesaret bırakmadı.
Bu sorunun cevabını düşünmek, dünyanın nasıl bir sorunla karşı karşıya kaldığını anlamak için hayati öneme sahiptir.
Ekrem Demirli
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.