Kur’an’da diaspora
Diaspora, Yunanca "dağılmak" veya "yayılmak" anlamına gelen bir kelimedir. Bir ulus veya etnik grubun ana vatanından uzaklaşarak başka ülkelere yerleşmesini ifade eder. Bunlar hafızalarında ana vatanlarıyla bağlarını muhafaza ederler. Bu bağlamda diaspora, göç, sürgün veya ekonomik nedenlerle ana yurtlarından ayrılmak zorunda kalan ve yeni yerlerde yaşayan kimseleri tanımlar. Araplar, diasporaya "şetat" diyorlar. Şetit ise dağınık halde bulunan unsurları ifade ediyor.
Tevrat'a göre diaspora'nın başlangıcı, Yehuda Krallığı'nın ortadan kalkışı, Süleyman Mabedi'nin yıkılışı (~MÖ 586) ve nüfusun sürüldüğü zaman olan MÖ 6. yüzyıl olduğu kabul edilir. Lakin bunu Hazreti Mesih'ten sonra Yahudilerin isyanlarına bağlı olarak Roma'nın aldığı sürgün kararına bağlamak daha doğru bir yaklaşım olur. Zaten Tevrat bu dönemi kapsamamaktadır. Babil Sürgünü küresel ölçekte değildir veya yeryüzüne dağılmaya neden olmamıştır. Bu açıdan diaspora döneminin Hazreti İsa'dan sonra başladığını söyleyebiliriz. Tevrat'ın bahsettiği olsa olsa cüz'i bir diaspora dönemi sayılabilir.
Kimi aklı evveller ya da kısır akıllılar tevfik olmadan veya zamanı dolmadan ya da vakti gelmeden Kur'an-ı Kerim'in tılsımlarını çözeceklerini zannediyorlar. İsra Suresinin 104'üncü ayeti diasporadan bahsediyor. Lakin şetat yerine lamı tarife ile 'el arda' ifadesini kullanıyor. Buradaki "el ard" veya "arz" yeryüzünü tanımlıyor. Galiba bu ayetin sırrını ilk defa Mustafa Mahmut'un kaleminden okumuştum. Yazı ve makaleleri bu gibi çarpıcı bilgilerle dolu idi.
İsra Suresinin 104'üncü ayetinde iki mucize birden saklı. Birincisi el arz ifadesinin karşılığı olan diaspora, ikincisi de diasporadan Filistin'e dönüş! Bir ayet iki bin yıllık süreci özetliyor ifade ediyor! Belki de daha fazlasını! Yeryüzünde böyle başka bir kitap var mı? Merhum Mehmet Akif Ersoy bu meseleyi iyi kavramıştır. 'Asrın idrakine söyletmeli İslam'ı derken tam da bunu kastediyor. Asrın seviyesinin üzerine çıkılmasını ve İslam'ın yeni bulgularla ve bilgilerle yorumlanmasını istemektedir. Elbette bu Hindistanlı Seyyid Ahmet Han ya da Muhammed Abduh tarzı reformcu bir çizgide yürümek değildir. Yoksa Ebabil gibi mucizeler mikrop veya çiçek hastalığı olarak karşımıza çıkabilir. İlimle Kur'an-ı buluşturmak, meczetmek mucizatı yakalamak ve keşfetmektir. Bu nedenle 'zaman keşşaf-ı hakaiktir' denilmiştir. Kur'an asırlar ötesine hitap ediyor Müslümanlar ise onu anakronik bir zeminde anlıyorlar veya okuyorlar. Zira zamanın üzerine çıkamıyorlar. Zamanın altında kalıyorlar. Burada İskilipli Atıf Hocayı hatırlamakta fayda var. İslam ne çağdaş ne de çağ dışıdır. Onun deyimiyle İslam asri değil a'saridir. Yani İslam çağdaş olmakla birlikte onunla sınırlı değildir, onun yanlışlarını taşımaz. Kur'an ve İslam çağları kuşatan, aşan bir anlayış, kavrayış ve kitaptır. Bütün zamanlara hitap eder.
Klasik mealler yanlış olarak bu ayetin mealini şöyle veriyorlar: "Arkasından da İsrâiloğulları'na, "Yurdunuzda oturun! Âhiret vakti gelince hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz!" dedik. Bilgiler anakronik olunca yanlış üzerine yanlış bina edilir. Bu da mucizelerin anlaşılmasını önlüyor ve gölgeliyor. Müteşabihat gibi mucizeler de zamana bağlı olarak Kur'an-ı Kerim'in iki kapağı arasında keşfedilmeyi bekliyor. Kimi Yahudi hahamları bile bu ayetin kendilerine temas ettiğini yani diasporadan dönüşe işaret ettiğini söylüyorlar. Güya bu durumda Kur'an onlara, hak vermiş ve kader onları haklı çıkarmış oluyor. Bu da onlar açısından değerlerin anakronisidir! Züğürt tesellisidir. Onlar bu kaderi mübrem zannediyorlar. Halbuki bu kazayı muallak ya da kaderin sadece bir cilvesi ve devresidir. Olayları dinamik okuyamıyorlar. Yaptıkları yanlışları kader üzerinden meşrulaştırmak istiyorlar. Burada 'arkasından da' ibaresi hangi önceki devir ve olaylara atıfta bulunuyor, bilinmez. Lakin Titus ve Roma idaresi tarafından Yahudiler yeryüzüne sürülüyorlar. Kur'an buna 'üskunu'l arda' ifadesiyle temas ediyor. Yurdunuzda oturun değil 'kümeler halinde dönüş vakti gelinceye kadar yeryüzünde (dağınık vaziyette) oturun' anlamındadır. Burada klasik mealler arza Filistin diye mana veriyorlar. Halbuki yeryüzü anlamındadır. Meali ile aslı arasındaki fark budur. Ayetin devamında ahiret vadesi gelince iaresi var. Bu ifade İsrail/İsra Suresinin evveliyatında birinci vadeye gönderme yapıyor. Öyleyse birinci vadenin devamı olarak 'vadu'l ahire' ifadesinden öteki dünyayı değil bu dünyayı anlamalıyız. Yoksa atıflar arasında anakronik bir durum ortaya çıkar. Yani olayların zinciri ve süreci birincisine bağlı olarak gelişiyor. Birincisini anlamayan ikincisini de anlamaz! Bu ayette 'ahiret/sonraki vade yani ikinci vade geldiğinde sizleri gruplar(lefif) halinde getiririz' buyrulmaktadır. Buradaki erteli vade veya ahiret vadesi ile ahiret yurdu karıştırılıyor. Eski meal veya tefsirlerin çoğunluğu bu manayı veriyor. Lakin zamanın inkişafları ve İsrail'in kurulması sayesinde gerçeklere agah oluyoruz. Bunun günümüze bakan bir mucize olduğunu anlıyoruz. Kısaca Kur'an, mucizatını gözlerimizin içine sokuyor. Zamanı kuşanamayan Kur'an-ı Kerim'i de bütün yönleriyle kavrayamaz.
Mustafa Özcan
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.