İslam-Hıristiyan ittifakına doğru!
Asaf Hüseyin, 'Batı'nın İslam'la Kavgası' başlıklı kitabında mühim bir konuya parmak basıyor. Buna göre, Orta Çağ'da Haçlılara ve Hıristiyanlara karşı Müslümanlarla Yahudiler arasında yazılı olmayan tabii bir ittifak kuruludur. Saldırgana karşı mazlumlar ittifakı. Haçlı kafası her iki tarafı da tehdit etmektedir. Bu ittifak Selahaddin Eyyübi döneminden beri kuvvetlenerek devam etmiştir. Bunun aşamalarından birisi 1492 yani Müslüman ve Yahudilerin İspanya'dan sürülmeleridir. Bu atılmayla alakalı olarak 1992 ve sonrasında İspanyol hükümeti Yahudilerden özür dilemiş ve iade-i itibarda bulunmuştur. Bu davranışı Müslümanlardan esirgemiştir. Zira Yahudileri azınlık olarak tanımlamış ve bu tanım üzerinden onlardan özür dilemiştir. Kral I. Juan Carlos savaşta Müslümanları eşit rakip saydıklarından bu nedenle onlardan özür dilemeye mahal olmadığını savunmuştur. Asaf Hüseyin'in bahsettiği Musevi-Müslüman ittifakı İsrail devletinin kurulma aşamasına kadar devam etmiş ve kurulma süreciyle birlikte bozulmuş ve tarihe karışmıştır. Bugün ise taraflar farklı bir noktada bulunuyor. İspanya da safını değiştirmiştir.
Gazze mezalimi bir dönüm noktası ve turnusol kağıdı olmuştur. Kartların yeniden karılmasına neden olmuştur. Latin Amerika ülkeleri gibi kimi İskandinav ülkeleri de İsrail kampını terk ediyorlar. Yerine Filistin kampını tercih ediyorlar. Kamp değiştirme zamanını yaşıyoruz.
Latin Amerika ülkelerinin bir şekilde saf değiştirmesi İsrail'de alarm zilleri çalmasına vesile olmuştur. Bunun üzerine Hıristiyanları kendi kampına çekme mücadelesi başlatmıştır. Bu uğurda yine yalan sermayesini kullanıyor! Filistin ile İsrail arasındaki yeni kavga alanı Hıristiyanları kazanma mücadelesidir. Elbette Evanjeliklerin safı belli ve şimdilik sabittir. Bununla birlikte bilhassa Katolik ülkelerde vicdani bir muhasebe ve uyanış göze çarpmaktadır. Bu nedenle de geçtiğimiz günlerde Netanyahu hilaf-ı hakikat bir cümle kurmuş ve Ortadoğu'da Hıristiyanları himaye eden ve kollayan tek devletin İsrail olduğunu söylemiştir. Bu açıklamasıyla burnu biraz daha uzamıştır. Halbuki bu tarihin akışına ters bir iddiadır. Aksine Hıristiyan kesimler de Filistinlidir ve en nihayetinde Filistinli muamelesi görmektedir. Filistin'de Kilisi İşlerini İzleme Başkanlığı Yüksek Konseyi buna dair daha doğrusu tezi reddeden bir açıklama yapmış ve Netanyahu'yu yalanlamıştır. Filistinli Hıristiyanlar Maruni veya Kıpti Hıristiyanlar gibi el üstünde tutulmuyor!
Konsey bunu ispat makamında 2002 yılında Batı Şeria'yı yarma harekatı sırasında Mehd Kilisesi önünde çekilmiş bir İsrail tankının fotoğraflarını yayınlamıştır. BM'deki boş sıralar veya koltuklar önünde nutuk çeken Netanyahu İsrail'in şarkta Hıristiyanları en çok gözeten ülke olduğunu söylemiştir. Halbuki İsrail Filistinli ayrımı yapmadan etnik temizlikte bulunmakta ve ırk ayrımını sürdürmektedir. Kaldı ki Yahudilerin kendi aralarında bile ırk bütünlüğü bulunmamaktadır. Tali olarak zemini olmayan bir mücadele yürütüyorlar. Bu meyanda el Cezire Muhabiri olan Şirin Ebu Akle de kasıtlı olarak öldürülmüştür. Kendisi Hıristiyan kökenli bir muhabirdi. Tek suçu zulme tanklık etmesidir. Filistin'de Kilise İşlerini İzlime Başkanlığı Yüksek Konseyi soykırım siyasetiyle birlikte şarktaki Hıristiyanlara en büyük zararı İsrail'in verdiğini hatırlatmıştır. Nekbe/Nakba'dan önce Hıristiyanlar Filistin nüfusunun yüzde 12.5'ini teşkil ettikleri halde şimdi onlardan geriye 1948 topraklarında sadece yüzde 1.2, 1967 topraklarında ise sadece yüzde 1 nispetinde kalmışlardır. Nekbe döneminde İsrail 90 bin Hıristiyanı topraklarından sürmüştür. 30 kiliseyi de kapatmıştır. 1948 yılında Yahudi teröristler Semiramis Oteli'ni kundaklamışlar ve 25 Filistinli Hıristiyanı öldürmüşlerdir. Aynı yıl Nasıra yakınlarında bir köyde 12 Hıristiyanı infaz etmişlerdir. Gazze'de de kiliseler ve hastaneleri hedef almışlardır.
Son sıralarda Madonna gibi tanınmış kimseler Vatikan'dan duruma müdahale etmesini istemişlerdir. Keza Atallah Hanna gibi Ortodoks rahipler de benzeri çağrıları paylaşmışlardır. Siyaset aleminde de Latin Amerika ülkeleri ses vermekte ve Filistinle dayanışmaya girmektedirler. Keza İskandinav ülkelerinden Norveç, İsveç ve Finlandiya'nın mizacı Filistin'den yanadır. Netanyahu yalnız kaldıklarını itiraf etmiş Trump da bu gerçeği teyit etmiştir. Kolombiya Cumhurbaşkanı Gustavo Petro seçilmiş bir ırk yok bütün insanlık seçilmiştir demiştir. Gerçekten de seçilmiş ırk yoktur seçilmiş hasletler bütünü vardır. Bu hasletleri kuşanmış zümreler seçkin zümreler olurlar ve bunlara 'salihler zümresi' denilir. Kolombiya Cumhurbaşkanı Filistin'in kurtarılması için İsrail'e karşı Kudüs ordusu kurulmasını önermiştir. Brezilya Cumhurbaşkanı Silva da bu sözler üzerine onu alnından öpmüştür. Bütün bunların üzerine sürgündeki Mısırlı gazeteci Vail Kandil şunları söylemiştir: "Arapları boşuna Orta Doğu'da aramayın. Ararsanız, onları ancak Latin Amerika'da bulabilirsin. Cephe ülkeleri (düvel et tavk) Kolombiya, Brezilya ve Venezüela haline gelmiştir..."
Uzun lafın kısası, Sofranyus ile Hazreti Ömer'in ittifakına geri dönmeliyiz. Bu defa Bizans'a karşı değil İsrail'e ve uzantılarına karşı…
Mustafa Özcan
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.