Mustafa Özcan
13.09.2025
Mustafa Özcan
Hakkı’yı Hakkı’ya sordum
Tüm Yazıları

Hakkı’yı Hakkı’ya sordum

Günübirlik bir Abant gezisi yaptık. Yoğunlaştırılmış bir gezi oldu o da bizi yordu. Akyazı'ya uğramadan, teğet geçerek yeni yoldan Kuzuluk üzerinden Dokurcun'a ulaştık. Yol çiftleşti. Yeni yol yerine Dokurcun içinden geçen yolu tercih ettik. Daha meşakkatli ama daha manzaralı. Çocukluğumdan beri tanıdığım Dokurcun'da ilk defa bu kadar mola verdik. Alışveriş yaptık. Dokurcun yerleşim yeri olanak pek gelişmemiş. Bu nedenle de eskiyi hatırlatıyor ve yansıtıyordu.Belki okul yenilenmiş bir de büyükçe bir cami yapılmıştı. Akyazı-Taşkesti arasında yapılan yeni yoldan gittiğinizde Dokurcuna uğramadan geçiyorsunuz. Sizi doğrudan dağ yoluna tırmandırıyor. Ben ise eski yoldan gitmeyi tercih ediyorum. Bu da Dokurcun'dan geçmenizi sağlıyor. Sanki müze şehir, eskiyi oldukça muhafaza ediyor. Çocukluğumu akla getiriyor. Ceylan otobüsleri Sakarya-Mudurnu arasında mutlaka buradan eğleşirdi. Bu yüzden aşinalığım vardı. Bana ilk kez bu kadar sevimli geldi. Beldeyi bir müddet hem araç içinden hem de dışından temaşa ettim, süzdüm. Fırından ekmek almayı beklerken yöre sakinlerinden birisi selam verdi. Kaybettiğim bir şeyi bulmuş gibi sevindim. Hadislerde değinildiği gibi zamanın ahirinde (ahir zaman) sadece tanıdıklar tanıdıklarına selam verecekmiş. Demek ki tanımadan da selam verilebiliyormuş. İslam'ın şiarlarından birisi de selam. Selam rutini kırıyor.

Dokurcun molasından sonra Taşkesti'ye doğru yola çıktık. Köy isimleri çocukluktan tanıdık isimlerdi. Tavşansuyu vesaire. Bir iki yerde su başlarında, pınar başlarında mola verdik. Karamat (Karamurat) üzerinden Takesti'ye doğru akarken yol kenarlarında Çiller'in literatüre kattığı Kuşburnu çalıları vardı. Bizim köyde eskiden yaban mersini ve kuşburnu bol olurdu. Lakin bunların faydaları ve kullanım alanları bize meçhuldü. Oysa bolca ıhlamur tüketirdik. Sonra Romenlerin oturduğu mütemadiyen ormanlık içinden Karamurat 2 köyü içinden geçerek Taşkesti'ye doğru süzüldük. Taşkesti'nin sırtlarında peribacalarına benzer konutlar yapılıyor. Giderken Sarot Kaplıcaları hizası yerine doğrudan eski yoldan Taşkesti'ye ulaştık, indik. Bir zamanlar hayatta iken Hatice teyzemin oturduğu sokağa bakan Merkez Camii'nin avlusuna geçtik. Orada da birileri lavabo/tuvalet kabini kapılarına himmet etmeli! Günlerden perşembe günüydü ve henüz öğle vakti girmemişti. Merkez Camii'nde çocukluğumda çok namaz kılmışlığım var. Vakti tasarruflu kullanmak istiyorduk. Bu nedenle öğle ezanını beklemeden bizim yörenin yolunu tuttuk.

Gelirken en son uğradığımız yer Berceste idi. Sakarya istikametindeki Berceste şubesinde hizmetler aksamış. Lavaboları kullanmak isterken kabinlerinden birinde musluk çalışmıyordu. İkincisinde askılıklar yoktu. Üçüncüsünde kapı kapanmıyordu vesaire idi. Neden bunları yenileriyle değiştirmedikleri hususu merakımı celp etti. Aksi halde hizmet kalitesi düşüyor. Buradan, ilgili kuruma sesleniyor ve fiyat politikalarını gözden geçirmeye çağırıyorum. Yoksa mutfak takımları satmalarına gerek kalmaz. Halkın cebinde parası bolken belki pahalı gıdalar fazla caydırıcı olmuyor lakin alım gücünün düştüğü dönemlerde yeni bir imajla fiyatları normale çekmeleri yerinde olur. Tabii sonuçta bu firmanın kendi bileceği bir iş. Dönüştü İstanbul istikametindeki Bercceste'de durduk orası daha canlı ve bakımlı idi.

Sonra Taşkesti'nin Abant istikametine saptık. Madampaşa köyü ve Karaçomak istikametinde yol aldık. Karaçomak mevkiinde yol çatallaşıyordu. Elmacıkdere üzerinden Abant'a giden başka bir yol vardı. Bu yolu tutarak Topyeri olarak bildiğimiz eskiden orman işletmesinin bulunduğu noktaya geldik. Burada metruk bazı evler vardı. Amerikan filmlerindeki gibi metruk maden ocaklarına benziyordu. 1960 ve 1970'li yıllarda adeta burası para basma makinası idi. Köylüler orman işletmesi üzerinden para kazanıyordu. Burası o zamanlar gayet bayındır bir mekandı. Yukarı köyden veya Abdullah'lar köyünden Ercan ve benzerleri dükkan işletiyordu. Ahşap ve tomruk çekimi nedeniyle kamyonculuk da rayiç meslekler arasındaydı. Gel zaman git zaman ve 1980'li yıllar sonrasında burası köreldi, özelliğini kaybetti ve harabelere döndü. Harabelikler eskiden burada hayat belirtileri olduğuna işaret ediyor. Sonra dere boyundaki köyümüz Elmacıkdere köyüne doğru hareket ettik. Tanış mekanların zihnimdeki yerini bulmak istiyordum. Lakin tam olarak eşleştiremiyordum. Ya zihnim yanılıyor ya da mekanlar değişmişti. Kaymalar vardı. Okulumuzun bulunduğu yeri göstermek istedim lakin beraberimizdekiler yolun pek işlek olmadığını söyleyerek köyü doğru gitmeyi tercih ettiler. Köye vardık bir iki köpek hırıltısından başka bir şey duyulmuyordu. Köydeki eski evimizin yerine halalarım yeni ev yapmışlar. Köyün en parlak hanesi burası görünüyor. Nispeten bizim köy ayakta kalabilmiş. Biraz daha yukarıya doğru gittik ve yukarı mahalle sınırlarından Kadı Halit dediğimiz rahmetli olan bir ailenin hanesinin sınırlarından geri döndük. Kadı Halitler köyün son hanesi idi. Nüktedan bir adamdı. Duyma sorunu olan İsmet abla ile birlikte yaşardı. Ben çocukluğumda onun adı da İsmet, İsmet İnönü'nün adı da İsmet nasıl oluyor, diye kendi kendime sorardım. Dikkatimi çeken bir şey oldu. Bizim köyün ortasından geçen bir çay vardı. Taşkınlıklara tedbir olarak DSİ suyun etrafını kordona almış ve gemlemiş. Beton ile etrafına yükseltiler kurulmuş. Köyün silüetini bozmuş. Bu açıdan iyi mi olmuş kötümü olmuş karar veremedim. Halbuki ilk haliyle çay köyün tabii halinde şırıl şırıl akıyordu. Suyun kordon altına alınması estetik yönden hiç iyi olmamış.

Akabinde köyde eğleşmeden Topyerin'e geri döndük oradan da İğneciler köyü üzerinden Abant istikametine revan olduk. Yol bana eskisi kadar ıssız gelmedi. Bir iki yerde mola vererek yolumuza devam ettik. Artık gide gele iyice yollara aşina olmuştuk. Abant'a girişte faytonlar ve kiralık elektronik araçlar dikkat çekiyor. Abant'a vardıktan sonra gölü turladık. Sanki bana kuraklık nedeniyle suyu azalmış ve biraz çekilmiş gibi geldi. Başkaları da bu kanaatimi teyit ediyordu. Sakarya'daki Sapanca gölü için de aynı şeyler söyleniyor. Göle muvazi park ve bankların olduğu bir yerde mola verdik. Önceki gidişimizde yağmura yakalanmıştık. Şimdi de rüzgara yakalandık. Pek hazırlıklı değildik. Bu nedenle biraz üşüyünce harekete geçtik ve gölün karşı yakasına yöneldik. Orada hava daha ılımandı. Geç olmadan Mudurnu'ya ulaşmak istiyorduk. Taşkesti istikametinden gelmiş Mudurnu istikametinde ilerliyorduk. Bu defa Abant-Mudurnu yolu kaymak gibi akıcı idi. Hiç bir kusur yok.

Mudurnu'ya vardık, helva fabrikasının satış mağazası var. Biraz alışveriş yaptık ve şehre revan olduk. Yıldırım Beyazıt Camii Şerifinde ikindi namazını kıldık ve biraz yemek edik. İstanbul'a dönmek üzere yola cıktık. Ekinören köyünün tabelasını arıyordum. Tabelayı buldum. Ve karşıdaki Kovucak köyü tabelası da dikkatimi çekti. Ben de beraberimdekilere annemin köyü istikametinden geçtiğimizi söyledim. Sadece orada kısa bir mola vermek istiyordum. Lakin şoförümüz fasıla vermeye pek istekli değildi. Yalnız hanım ısrar etti illa uğrayalım, bir selam verelim diye tutturdu. Köyde rahmetli dayım Salih'in mahdumu ve kızı bulunuyordu. Yine çocukluk arkadaşım Salih de köyde bulunuyordu. Bir sürü keçi edinmiş ve keçi besliyor. Köy istikametine geri döndük köyün biraz yokuşta olduğunu görünce şoförümüz derhal ana yola dönmeyi teklif etti. İleride iki kişinin karaltısını seçtik. Onlara dayımın oğlu Hakkı'nın evini soracaktık. Ya da biraz daha ileriden dönecektik. Uzaktan karaltılarını gördüğümüz iki kişinin yanına vardık. Ben 'Hakkı Beşli'nin evi nerede?' diye soruyordum ki beklenmedik bir şey oldu. Hakkı ile yüz yüze geldik. O da haliyle köye gelen giden olmadığı için gelen araçları uzaktan tarassut ediyor olmalıydı. İkimizde şaşkındık. Köyde çocukluk arkadaşım Salih, Hakkı ve İskender adında bir başkası kalıyor. Diğerleri galiba buralardan göçmüşler. Eski evler içlerinde sahipleri kalmadığından harabe haline gelmiş dökülüyorlar. Köy harabe bitki örtüsü ise sanki afata uğramış. Söylediklerine göre ne ceviz ne fındık ne de kızılcık ve diğer meyvelerden veren olmuş. Güz tamamen kurak geçmiş. Tarihler belki de 2025 yılını afet yılı olarak kayda geçecektir. Bu köy aynı zamanda Bizans harabeleriyle de ünlü. Burada Bizans döneminden kalma gömütlerle ilgili kazılar yapıldı. Uzun süre basında haber olarak yer aldı. Kimse mahiyetini tam olarak bilemese de gömütlerin birinci elden hikayesini dinleme imkanım oldu.

Eskiden köy meydanında su sesiyle karışık hindi seslerinden geçilmezdi. Sular gürül gürül akardı. Şimdi su akıyor ama keyfi yok; eski coşkulu ve gürültülü halinden eser yok. Sesini kısmış! Zoraki akıyor. Hindiler de tarihe karışmış. Yaşam belirtileri kaybolmuş. Meğer yakın köylerden birisinden gelen su kaynağı, kendi arazisinden çıktığını fark eden bir köylü tarafından müsadere edilmiş ve sahiplenilmiş. Adam mahkemeye vermiş ve davayı kazanmış ondan sonra da köyün suyunu büyük miktarda kesmiş. O kulakları çınlatan su sesi de böylece yitip gitmiş. Kısaca buralarda da kendi halinde bir su kavgası var. Bunun bir numunesini akşam konakladığımız Kuzuluk'ta da gördük. Türkiye gazetesi 1980'li yıllarda Sebiller yapardı. Konakladığımız yerin hemen dibinde çarşıya girerken bir iki umumu çeşme var. Su almaya gittim burasını tıpayla kapatmışlar ve adamın birisi pervasızca 'damacanalara su almak yasak' yazmış! Tıpalı kurnalardan nasıl alacak? Şaştık kaldık ve biraz aşağıya gidince orada başka bir çeşme vardı küçük bidonu oradan doldurdum. Ama hazır su satmak için yaptıkları işgüzarlığa da inanamadım. Kısaca günümüzde su veya sular daha değerli hale gelmiş. Aç gözlülük de artısı! Bunu kırsalda da hissedebiliyorsunuz.

Hakkı ile buluşmamızdan sonra bizi bırakmak istemedi. Oysaki akşama Kuzuluk'ta olmamız gerekiyor. Yer ayırtmışız. Tanıdıkları da çağırdı. Lakin bizim için vakit dar hem de yorgunuz. Neyse birkaç saati Hakkı ve ailesiyle geçirdik. Yatsı vakti köyden ayrıldık. Kovucak'ta yeni yol eski yolun izlerini silmiş ve yapısını küllemiş, örtmüş. Yeni yolda eski yolun izlerini bulamıyordum. Sonra köye çıkarken eski yolun biraz perdelendiğini gördüm. Eski mekanın karakterini niye bulamadığımı keşfetmiş oldum. Yeni yol eski yolu gölgelemiş. Bu da hatıralarımızı küllemişti. Kısa bir süre içinde Taşkesti'ye vardık eğlenmeden Kuzuluk yoluna doğru yola saptık. Saat 22.00 sularında Kuzuluk'taydık. Yatmamla uykuya dalmam bir oldu. Kıpırdayacak mecalim kalmamıştı. Ertesi gün yeniden İstanbul'daydık!

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Mustafa Özcan

Mustafa Özcan Diğer Yazıları