Kıble Yahudileri

İbni Teymiye devletçi ve devlet merkezli dini anlayışın İslam fırkaları arasında Mürcie anlayışı olarak temayüz ettiğini ve onlar tarafından temsil edildiğini söylemiştir. Mürcie irca edenler yani 'hükmü geriye bırakanlar' demektir. Burada hükmü geriye bırakmak içinden çıkılamayan meseleleri ahirete talik etmek ve bırakmak anlamına geliyor. Kimileri bunu pasifist bir yaklaşım olarak algılamıştır. Bu aslında bir yerde 'tefviz' yani çözümünün Allah'a ısmarlanması anlamına da gelir. İrca anlayışı bazen mensuplarını hakikatin ve adaletin uzağına tefrit sarmalına sürüklemektedir. Pasif bir dini anlayışı temsil etseler de yani tefrit sonucu bu anlayış üzerine büyük hatalar terettüp etmektedir. Hasan el Basri gibi Tabiin kuşağının ulularından biri olan Said İbni Cübeyr onları ve bu yönlerini şöyle tanımlamıştır: "Mürcie kıble Yahudileridir. Hiç bir düşman grup yok ki onları desteklemesinler. Hiçbir fasık topluluk yok ki onlarla ittifak kurmasınlar. Hiçbir zalime rastlamasınlar ki ona yardımcı olmasınlar. Hayra çağıran kimi görürlerse ona muhalefet etmiş ve savaş açmışlardır..." Şeytan ayrıntıda gizli dedikleri gibi bu ayrıntılar bu anlayışın kabulünü zorlaştırıyor.

Bu tanımda hem inanç hem de siyaset boyutu vardır. Hareket eden insanın hatası kaçınılmazdır. Tefekkür ise dingin bir ortamın mahsulüdür. Elbette ihtilaf ve nizadan kaçınmak için bazı tartışmaların hükmünü geriye bırakmakta fayda vardır. Ama onlar o noktayı aşmışlardır. Kimileri bu ümmetin Mecusileri olduğunu da ifade etmişlerdir. Kimileri yansıtma babından bunların Şii zümrelerden mürekkep olduğunu söylemişlerdir. Kaderi inkar ettikleri için Abdülaziz bin Baz bunların kaderi inkar eden Kaderiye (Mutezile) zümresine mülhak olduklarını söyler. Bu durum muvacehesinde her bir İslam fırkasının geçmiş ümmetlerde bir karşılığı ve izleri bulunabilir. İzdüşümü ve paraleli vardır. Onların inanç mirasını paylaşmışlardır.

Peki, bu isimlendirme veya onları gayri Müslim inanç gruplarıyla eşleştirmek ve kategorisine sokmak ne derece isabetlidir? Onlara geçmişten kökler bulmak yerinde midir? Veya İslami anlayışa sığar mı? Bu yönde rehber ve izah edici hadisler bulunmaktadır. Birisi şudur: "Ebû Saîd el-Hudrî -radıyallahu anh-'dan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: «Muhakkak ki sizler, sizden önceki ümmetlerin yoluna tıpa tıp, aynen uyacaksınız. Hatta onlar bir keler/kertenkele deliğine girmiş olsalar, oraya siz de gireceksiniz.» Biz de dedik ki: Ya Rasûlallah! Bunlar Yahudiler ve Hıristiyanlar mıdır? Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur: «Ya başka kim olacak?» Bu hadisin yorumunda şarihler şöyle demiştir: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- kendi zamanından sonra ümmetinden bir kısmının durumunun nasıl olacağını; yani inanç, davranış, gelenek ve göreneklerinde çok dikkatli bir şekilde santim santim ve arşın arşın Yahudi ve Hıristiyanların yoluna kayacaklarını, öyle ki bir kertenkele deliğine girseler dahi oraya gireceklerini haber vermiştir. Bunun nedenlerinden birisi taklit hastalığıdır.

Demek ki Müslümanların taklit edecekleri zümreler sadece Yahudi ve Hıristiyanları temsil eden Batı medeniyeti değildir. Daha kapsamlı ve umumi bir taklit söz konusudur. Bu anlamda kimi fırkalar Yahudilerden tecsim anlayışı tevarüs etmiş ve devşirmişlerdir. Özellikle de bazı selefi gruplar. Özellikle de Camiye ile Medahile fırkaları. Zat-ı akdesin tanımında buluştuklar gibi siyasi olarak da Gazze'de de İsrail ile buluşmuşlardır. Örnek olarak Kuveytli selefilerden Salim el-Tavil'i gösterebiliriz.

Velhasıl her dönemde ve her alanda Yahudi ve Hıristiyanlar taklit edilmiştir. Mesela Nasirüddin Elbani Allah'ı görünen kainat içinde hassaten göklerde aramayan kimselerin maduma taptıklarını söylemiştir! Halbuki Eş'ari ve Maturidi'lerin de ifade ettikleri gibi tersi de maddeye tapmaktır. Allah'ı mahlukat nevinden algılamaktır. Bunu reddetseler de sonuç buna çıkmaktadır. Öncekilerin sünnetini izlemek elbette medeniyetini taklit etmeye münhasır değildir. Bu 17 ve 18'inci yüzyıl için geçerlidir. Lakin inanç zemininde taklit daha eskiye dayanmaktadır. Nitekim Said İbni Cübeyr'in tespiti ve teşhisi bu yöndedir.

İlk devrelerde mezhep ve meşreplerini de taklit etmeyi intaç eder. Kısaca Mürcie anlayışı devletçi zümrelere bilhassa Selefilere intibak etmektedir. En azından günümüzde bazı yönleriyle Camiye ve Medahile fırkaları buna girer.

Tarihte Mürcie ekolüne nispet edilenler arasında Ebu Hanife ve bazı ashabı da vardır. Bunun nedeni imanın kalp ile tasdik ve dil ile ikrarla sınırlı olduğunu söylemesi ve buna üçüncü bir rükün olarak amelleri ilave etmemesidir. Ameller bir rükün değil sonuçtur. Ameller imanın semeresi ve tezahürüdür. Aksi takdirde tersi tekfire götürür. Oruç tutmayan, namaz kılmayan ya da amellerini eksik yapan kişi bir nevi küfre düşmüş olur. Selefilerin bir kısmı bunu 'ameli küfür' sayıyor ve ve insanı dinden çıkarmayacağını söylüyorlar. Küfrün dune küfr yani küfür skalasının alt basamağı olarak görüyorlar. Ebu Hanife'nin görüşü/duruşu daha muhkem ve sağlam görünüyor. İbni Useymin, Elbani'den Mürcie töhmetini kaldırmıştır. Amel imandan bir cüz diyerek Nasirüddin Elbani de kendisini savunmuştur. Bu anlayışla Mürcie ekolünden ayrıldığını söylemiştir.

Elbani'nin fakihliği de tartışmalıdır. Talebelerinden Ebu İshak Huveyni hocası Elbani'nin hem muhaddis hem de ötekine göre daha geri planda olsa da fakih de olduğunu söylemiştir. Elbette hadis tekniği ile fıkıh tekniği ayrıdır. Bu nedenle her fakih muhaddis olmadığı gibi her muhaddis de fakih değildir. İbni Hazm gibi sahasının erbabına göre Ebu Hanife zayıf hadisi bile kıyasa tercih etmektedir. Bununla birlikte erken devre müçtehitlerden birisi olduğu için bazı hadisleri görmemiş olabileceği varsayılmıştır. Onun ötesinde üzerinde ittifak edilen fıkıh tekniğiyle usulüyle çelişmesi halinde hadisleri kabul etmediği de bir gerçektir. İşte buna fıkıh tekniği diyoruz. Fıkıh tekniği bazı hadisleri elemektedir. Nasirüddin Elbani ise bu elemeye tabi değildir. Dolayısıyla bu yönüyle fakihlerin tarzından ayrılıyor.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Mustafa Özcan

Mustafa Özcan Diğer Yazıları