Ahmet Ağırakça
9.06.2025
Ahmet Ağırakça
Peygamberliğe İlk Adım
Tüm Yazıları

Peygamberliğe İlk Adım

Hz. Musa, Medyen'deki hicret günlerinde salih ve bilge kişi ile yaptığı anlaşma gereği kararlaştırılan hizmet müddetini doldurunca hanımı ve çocuklarını alıp Mısır'a gitmek üzere kayınpederinden izin istedi. Kur'ânî ifadesiyle hz. Musa'nın başlayan Mısır'a dönüş yolculuğu şöyle devam etmiştir:

"Musa (ikisi arasında varılan anlaşmaya göre konuşulan şartlarda söz konusu sekiz veya on yıllık) süreyi tamamlayıp ailesi ile (Mısır'a doğru) yola çıkınca Tûr Dağı'nın yan tarafında bir ateş gördü; ailesine: "Siz (burada bir müddet) bekleye durun. Ben orada bir ateş gördüm. Olabilir ki bundan size bir haber (Mısır'a doğru yolu gösterecek bir bilgi) veya ısınmanız için ateşten bir parça kor getiririm" dedi." (el-Kasas, 28/29).

Bunca yıldır hicret yıllarında ve 8-10 yıllık çobanlığı müddetince cenab-ı Allah tarafından peygamberliğe hazırlanan, bu konuda ilahi bir terbiye ile eğitilen Hz. Musa, artık risalet görevini yüklenmeye hazırdı. Kendisine peygamberlik emanetinin verilmesi için Allah (cc) bir sebep yaratıyor ve Hz. Musa'yı o sebebin arkasından kendisine doğru çekiyor, Peygamberlik görevini yükleyeceği ve tebliğ devresine hazırlayacağı ortamı yaratıyordu. Ailesiyle birlikte Mısır'a doğru yollarına devam ederlerken Hz. Musa'nın hanımı hastalanıp üşümeye başlamıştı. Allah'ın yarattığı ve uzakta ateş gibi gözüken bu sebep, aslında Allah'tan olan bir nur idi. Hz. Musa bunu ateş sanarak ona yöneldi. Aslında yolda üşüten ve hastalanan hanımının ısınmaya ihtiyacı olduğu için uzaktan ateş gibi görüne o nura doğru gitmeye başladı. Kur'ân-ı Kerim bize olayı "......... ailesi ile yola çıkınca Tûr Dağı'nın yan tarafından bir ateş gördü; ailesine: "Siz (burada bir müddet) bekleye durun. Ben orada bir ateş gördüm. Olabilir ki bundan size bir haber (Mısır'a doğru yolu gösterecek bir bilgi) veya ısınmanız için ateşten bir parça kor getiririm" dedi." Allah irade buyurduğu bir olayı gerçekleştirmek için önce sebeplerini yaratır:

Hz. Musa, kutsal vadiye (Tur dağına) yaklaştığında artık vahye muhatap olmaya başlamış, risalet görevi ve gerçek kendisine açıklanmış oldu. Artık o andan itibaren Hz. Musa için yeni bir hayat tarzı şekillenmeye başlamış, olay farklı ve yeni bir boyut kazanmıştı.

"O ateşin yanına vardığında ona: "Ey Musa!" diye seslenildi (ve ilk vahyi ve ilahi hitabı burada aldı). "Evet (Musa!) Ben senin Rabbinim! Hemen ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen, kutsal vâdi Tuvâ'dasın. "Ben seni (peygamber olarak) seçtim. Artık bundan böyle (sana) vahyolunanı dinle: "Ben, evet Ben "Allah"ım. Benden başka ilâh yoktur. Öyleyse Bana ibadet et ve Beni anmak için namaz kıl. Herkes yaptığının karşılığını görsün diye Kıyamet saati er veya geç gelecektir. Neredeyse geleceğinden hiç söz etmeyerek zamanını tamamen gizli tutarım. "Ona iman etmeyen ve dünyevî arzularına uyan kimse, sen, bu gerçeğe iman etmekten alıkoymasın. O takdirde helâk olursun." (Ta-Ha, 20/11-16).

Zaten yıllardır dolaylı olarak bu olaya hazırlatılan Hz. Musa kendisini bir anda gerçekle karşı karşıya buldu. Artık vahiy başlamış, risalet görevi Hz. Musa'nın omuzlarına yüklenmiş büyük zorluk ve sıkıntılı imtihan günleri başlamıştı. Hayat tarzı değişmiş zulme ve küfre karşı mücadele dönemi bütün zorluk ve imtihanlarıyla baş başa kalmıştı.

Allah (cc), o güne kadar bu görevi üstlenen diğer peygamberlerde olduğu gibi, Musa'ya da aynı süreci yaşatmıştı. Yüce Allah Musa'ya seslenirken önce kendisinin tek ve yegane ilah olduğunu bildirmiş ve Rablığını anlatmıştı. Tevhidin yüceliği önce peygambere anlatılıp kavratıldıktan sonra sorumluluk yüklenirdi, İlahî sünnet ve uygulama buydu: "Ben, kendisinden başka ilah olmayan Allah'ım" buyurarak tevhid hakikatini ve bunun nasıllığını öz bir ifadeyle açıkladı. Bu vecizenin bu muazzam sözün "la ilahe illa ene" yüce kelimesinin getirdiği hakikat ile tevhid inancının kesin sınırı belirlenmişti.

Gerek canlıların yaratılmasında ve gerekse bu yaratılanların tümü ölünceye kadar hayatlarının düzenlenmesinde bu gerçek geçerliliğini asla kaybetmeyecektir. Allah tek bir ilahtır, ondan başka ilah yoktur. Bu öğreti tevhidin özeti olarak peygamberlere öğretilir onlar da görevleri gereğince insanlığa bunu öğretir ve herkesi buna davet ederler. İnsanlar bu gerçeğe iman ettikçe, saadet içerisinde sonsuza kadar refah ve nimet içinde yaşayacaklardır. Bu inancı kabul etmeyenler ve Allah'ın vahdaniyetine/tek ve yegane ilah olduğuna iman etmeyenler ise yine sonsuza kadar dünya ve ahiret hayatında cehennem ateşindeki azabla cezalandırılacaklardır.

Yüce Allah bu ilk bilgiyi verdikten sonra artık peygamberini vahye muhatap alarak:

"(Her şeyi bilen yüce Allah) Ey Musa? O senin sağ elindeki nedir, (diye bir soru yöneltince, Musa): "O asamdır/değneğimdir, ona dayanırım, onunla koyun ve keçilerime (ağaçlardan) yaprak çırparım ve başka işlerimde de kullanırım" dedi. (Allah): "Onu yere bırak, ey Musa" buyurdu. (Musa'ya verilen emir üzerine) Onu yere bıraktığı anda asa, (o cansız odun parçası birden sayısız hücrelere kana ve deriye dönüşüp hareketlenen bir canlı varlık olarak) hızlıca koşan bir yılan oluverdi. (Musa bu olağan üstü olay karşısında dehşete kapılmış, insan olarak bu ejderhayı görünce korkmuş ve kaçmaya başlamıştı)." (Ta-Ha, 17-20). Diğer bir ayette de başka ibarelerle şöyle buyrulur:

(Allah, Musa'ya emretti): "Asanı (yere) bırak." (Musa), Asanın ince bir yılanmış gibi hareket ettiğini görünce arkasına bakmaksızın (kaçarak) dönüp gitti. "Korkma ey Musa! Çünkü Benim katımda (ve huzurumda olan) Rasuller korkmaz." (en-Neml, 27/10); ".......Ey Musa! Beri gel, korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın (koruma altında olanlardansın buyuruldu)." (el-Kasas, 28/31). Sonra yüce Allah Musa'ya hitaben şöyle buyurdu:

"Al onu, korkma! Biz onu ilk haline döndürürüz" buyurdu. (Musa bu emir üzerine elini yılana uzatıp tuttuğu anda tekrar değnek oluverdi. Artık Musa'ya verilecek mucizeler arka arkaya gelmeye başlıyor). (Ta-Ha, 21). Zor bir toplumda, ceberut ve zalim bir yöneticinin olduğu bir yönetime peygamber olarak gönderilecek bir rasûlün elinde güçlü deliller ve akıllara durgunluk verecek ikna edici mucizeler olmalıydı. Onun için Hz. Musa'ya verilen mucizeler ikna edici ve hatta ürpertici sonuçları olan mucizelerdi. Firavuna karşı verilecek mücadele günleri yaklaştığını bildiren yüce Allah Hz. Musa'ya arka arkaya mucizeler vermeye başlamış ve şöyle buyurmuştu:

"Başka bir delil ve mucize olmak üzere de elini koltuğunun altına götür. Kusursuz, hastalıksız, bembeyaz (ışık saçan bir el) olarak çıkacaktır. Böylece Sana (bu yüce peygamberlik görevini yerine getirirken başarılı olman için) en büyük mucizelerimizden birini göstermiş olalım. " (Ta-Ha, 20/22-23).

Dikkat edilirse, Allah (cc), Tuva'ya kadar Hz. Musa'yı değişik vesilelerle belli bir eğitimden geçirmiş zor günlerde dirayetle zalim hükümdara karşı direnme gücü kazandırmıştı. Bu eğitim bir peygamberi görmesi gereken ilahi bir eğitim idi.

Çünkü Allah, peygamberleri insanlar arasından eğiterek seçer, terbiye eder, sonra da peygamber olarak insanlar arasına gönderir. Daha önceki dönemlerde Nuh, İbrahim ve Yusuf (aleyhimusselâm) hazretleri bu eğitimden geçmiş sıra Hz. Musa'ya (as) gelmişti. Ulu'l-azm peygamberlerden olan Hz. Musa, küfrün bataklığına saplanan, azdıkça azan, yoldan çıkan, Kur'ân'ın tabiriyle haddi aşıp tuğyan eden yeryüzünde her türlü kötülüğü yayan bir toplum için görevlendirilmişti.

Peygamberlerin Allah'tan böyle mukaddes bir görev ile geldiklerine dair delillerin olması gerekir. Bundan dolayı da Allah Hz. Musa'ya hem halk tarafından açıkça görülebilecek ve insan üstü olan elin bembeyaz olması, hem de gerektiğinde bir güç ve silah göstergesi olarak kullanabileceği asa mucizelerini vermişti.

Kuşkusuz en büyük mucize ise peygamberlerin, her türlü kötülük yapabilecek, her türlü cinayeti işleyebilecek, kendisini Allah'tan müstağni görerek ilahlaşan müstekbir ve tağutların karşısında apaçık ve cesurca hakkı ilan etmeleridir.

Artık Hz. Musa için yol ve yöntem belirlenmiştir. Sapık ve inançsız bir topluma gitmek ve onlara hakkı öğretip, teslim olmalarını sağlama görevi ile görevlendirilmişti. Hz. Musa için ilk belirlenen hedef, sapık ve zalim düzenin başı Firavun'dur.

"Firavun'a git, çünkü o gerçekten azdı." (Ta-Ha, 20/24).

Bu safhadan sonra Hz. Musa için tebliğ, uyarı ve mücadele günleri başlamıştı. Fakat Hz. Musa mütereddit idi. Onlardan birini öldürdüğü için kendisine de kastedeceklerini düşündüğünden bu durumunu Rabbine arz etmiş fakat mazeret bildirmeden bu görevi yerine getireceğini söylemesine rağmen Allah'ın kendisini yalnız bırakmayacağı garantisine de iman etmekteydi.

O günkü dünyanın en güçlü devletlerinden birisi olan Hiksosların despot, ceberut ve zalim firavununa karşı çıkıp Allah'ın tek bir ilah olduğunu, bunun dışında hiçbir kimsenin ve bir başka varlığın ilah olamayacağını söylemek güç, kuvvet, cesaret ve güzel hitabet kabiliyeti ister. Firavun kendisinin Mısır'ın ilahı olduğunu halkına zor kullanarak baskıyla da olsa kabul ettirmişti. Hz. Musa ise, Allah'ın tek bir ilah olduğuna davet ettiğinde sarsacağı en büyük makam Firavunun bu makamı ve yok edeceği inanç onun ilahlığı yalanı idi. Mûsâ bunları tebliğ etmeye kalkıştığında nasıl bir tepki ve zorbalıkla karşılaşacağını bildiği için Rabbinden isteklerde bulunmuştu:

Zira Hz. Musa'nın dilinde pelteklik olduğu için bu tebliğin iyi anlaşılmasını sağlamak maksadıyla kendisinden daha fasih bir dille konuşan kardeşi Harun'a da risalet verilmesini ve kendisine yardımcı (vezir) olmasını Rabbinden niyaz etmişti. Hz. Mûsâ'nın dilindeki pelteklik, Kur'an'da belirtilir ama sebebi açıklanmaz. Firavunun Musa'nın önüne koyduğu altın ve ateş parçasından hangisini alacağını öğrenmek istemişti. Allah Musayı Firavunun şerrinden ve onu öldürmesinden korumak üzere ateş parçasını tutup ağzına götürmüş ve dili kısmen yandığı için dilinde bir nevi kekeleme oluştuğuna dair bazı tefsirlerde kaydedilen rivayeti meşhurdur, fakat İsrailiyât türündedir. Kur'an-ı Kerim bundan bahsetmemektedir. Sadece dilinde bir pelteklik olduğu buyrulur. Asıl önemli olan, Allah'ın ona hitabet gücü verdiği Hârûn'u ona yardımcı kılmasıdır. Peygamberlik görevi bu sayede eksiksiz yerine getirilmiştir.

(Artık Allah Musa'ya görevini açıklıyor ve ne yapması gerektiğini bildiriyor): "Firavun'a git. Zira o iyice azgınlaştı. (Musa) dedi ki: "Rabbim, göğsümü genişlet, (insanları tevhid inancına davet ederken yapacağım) işimi kolaylaştır. Bir de (kendilerine tebliğ yapacağım insanlar) sözümü anlasınlar diye (konuşmamı zorlaştıran şu) dilimdeki bağı (tutukluluğu ve peltekliği gider ve) çöz. Bir de Bana ailemden bir yardımcı ver! Kardeşim Harun'u (peygamberlik görevi ile görevlendirip bana destek olmasını lütfet Allah'ım). Onunla sırtımı pekiştir ve onu işimde ortak yap. Ta ki Seni çok tesbih edelim/övüp yüceltelim, Seni çok analım (Allah'ım!). Çünkü Sen bizi haliyle (zayıflığımızı, Firavuna karşı koyacak gücümüzün azlığını, muhtaç olduğumuz her şeyi bilir ve) görmektesin. (Allah Musa'nın bu isteklerini geri çevirmiyor, onun görevini başarıyla yapabilmesi için bütün isteklerini kabul ederek): "İstediğin sana verildi ey Musa" buyurdu. Sana bir kere daha ikram ve ihsanda bulunduk." (Ta-Ha, 20-24-37).

Hz. Musa Rabbinden aldığı bu destek ve güçle artık Firavunun önüne dikilip onun ilah olamayacağını kâinatı yaratan yüce Allah'ın tek bir ilah olduğunu anlatacağı ve Peygamberliğini açıklayıp insanların kendisine iman etmelerini isteme zamanı gelmiştir.

Ahmet AĞIRAKÇA

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Ahmet Ağırakça

Ahmet Ağırakça Diğer Yazıları