Ahmet Ağırakça
22.06.2025
Ahmet Ağırakça
Hz. Musa ve Harun Firavun’u İman Etmeye Davet Yolunda
Tüm Yazıları

Hz. Musa ve Harun Firavun’u İman Etmeye Davet Yolunda

Yüce Allah peygamberini yönlendirip en uygun davet yöntemlerimi öğreterek o günkü dünyanın en despot ve en zalim hükümdarına İslâm'ı ve tevhid inancını tebliğ etmesini ve yaptıklarının zulüm, sahip olduğu inancının da batıl olduğunu bildirmek üzere karşısına dikilmesini ve hemen bu görevini yerine getirmesi istenmişti:

"Ve seni kendim için (insanlığa tevhid inancını anlatmakla görevli bir peygamber olarak) seçtim. "Sen ve kardeşin mucizelerimle (donatılmış olarak zalim hükümdar Firavun'a) gidin. Beni anmakta gevşeklik göstermeyin. "(Kardeşin Hârûn'la birlikte) ikiniz Firavun'a gidin. Çünkü o, iyice azgınlaşmış/haddini aşmıştır. Ancak ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır yahut ürperip korkar." (Ta-Ha, 41-44).

Tebliğ üslubunun yumuşak ve tatlı bir dille yapılması gerektiğini Cenâb-ı Allah peygamberlerine ve onların yolundan giden bütün İslâm davetçilerine öğretip böyle davranmalarını emrediyor. Zalim hükümdarlar genellikle kibirli ve mağrur oldukları için sıradan birilerinin söyleyecekleri sözler onlarda aksi tesir yapabilir. Ama kendilerine yumuşak sözlerle hitap edilirse olur ki âhiret azabından korkar ve iman ederler. Kibir içinde hayat süren hükümdarlar kendilerine yanlışlık yaptıkları söylendiğinde bu kibirlerinin kurbanı olup hakkı tebliğ edenlerin canlarına kıyabilirler.

"Artık ona (Firavun'a gidip deyiniz ki: "Biz senin Rabbin tarafından gönderilmiş elçileriz. Artık (asırlardan beri sen ve senden önceki hükümdar atalarınızın işkenceler edip köleleştirdiğiniz) İsrail oğullarını bizimle gönder. (Yeter artık) Onlara azap etme. Biz, sana Rabbin tarafından bir ayet/mucizelerle geldik. Hakka ve doğru yola uyanlara selam ve esenlikler olsun! Gerçekten bize, "(Allah'a iman etmeyi) yalanlayan ve yüz çevirenlere bir ceza olacaktır, diye vahyolundu." (Ta-Ha, 47-48). Kur'an'ın bir diğer anlatımıyla Hz. Musa ve Harun şöyle yönlendşirilmiş ve vahiyle desteklenmişlerdir:

"(Ey Musa Firavun'a) De ki: "(Ey Firavun!) Sen (kötülüklerden uzaklaşarak) arınmak istemez misin? İster misin ki, sana Rabbine giden yolu göstereyim de (azabından) korkup (Allah'a ibadet ederek) saygı duyasın?" (Naziat, 18-19).

Cenab-ı Allah Hz. Musa'yı zalim hükümdara ceberut Firavun'a karşı mücadele edecek bir Peygamber ve aynı zamanda küfür için de olan insanları Allah'a itaat ve ibadet etmeye çağıran bir davetçi olarak yetişmesine mükemmel bir zemin yaratmış ve Peygamberini bu mücadeleye hazırlamıştı. İşte Hz. Musa bu öğreti ve davet usulleriyle Rabb'lık ve İlahlık iddiasında bulunan azgın bir hükümdara ve ona kulluk edip her konuda itaat eden müşrik bir toplumu hakka ve imana davet etmeye, İslam'ın ilkelerini tebliğe gidiyordu.

Bu davet ve uyarı yöntemleri Peygamberlere vahiyle bildirilmiştir. Kur'an'ı kerim de bize bu ilke ve yöntemleri şöyle haber vermektedir: Öncelikle tebliğ Allah'ın indirdiği hükümlerin bildirilmesiyle başlar, bu davet Allah adına ve Allah rızası için yapılırken son derece yumuşak ve tatlı bir dil ile ve Allah'tan yardım dileyerek ve sadece O'na güvenerek yapılmalıdır.

Tebliğ ve davete Allah'ın Ayetleriyle vahyin yöntemleriyle başlamak esastır. Bütün peygamberlerin ve onları örnek alan tüm davetçi mü'minlerin ilk usulü budur: İnsanlara Allah'ın ayetleriyle gitmek ve vahiyle anlatıma başlamak. Allah Hz. Musa'ya "ayetlerimizle git" buyururken ve "sana vereceğimiz mucizelerle Firavun'a git" emri verilirken söz konusu edilen "ayet" bir vahiy metni olmaktan daha çok kendisine bahşedilen ve tebliğini yaparken etkili olacak mucizeler kastedilmektedir.

Hz. Musa'ya "ayetlerimizle git" denmiş ise ve buradaki ayet "mucize" manasına gelmekle birlikte tebliğ ve davet her zaman Allah'ın peygamberlerine indirdiği vahyin hükümleriyle olması gerektiği anlaşılmaktadır. Müslüman, dini tebliğ ederken Allah'ın ayetlerinden söz ederek muhataplarını uyarması ve Allah'a iman etmeye davet etmesi gerekmektedir. Böylece insanlar ilk olarak Allah'ın ayetleriyle vahiyle yüz yüze gelip ilahi hüküm ve emirleri anlayarak Allah'ı da bilmiş olurlar ve tebliğciler de uygun yollarla tebliği ve ilkelerini gerçekleştirmiş olurlar.

Tebliğ Allah adına ve Allah rızası için yapılmalıdır derken de şunlar kastedilir: Allah'ın rızası gözetilerek yapılan tebliğ yöntemiyle de çok önemli bir kural gerçekleştirilmiş olur. Böylelikle İslam'ı anlatanlar heva ve heveslerini tatmin, mevki ve makam ve dünyalık mal, mülk sahibi olmak için değil, sadece İslam'ı insanlara ulaştırmak ve onların uhrevi azaptan kurtarmak gayesiyle yaparlar. Mü'minler Allah'ın yeryüzündeki mümin kulları olarak onun emir ve yasaklarını anlatmak görev ve sorumluluklarıyla Allah adına davet yaparlar.

Tebliğ sürekli Allah'ı anmak, ondan ve onun rahmet ve inayetinden ümidvar olmak üzere yapılır. Allah'ın yardım ve inayetinden müstağni olmak asla mümkün değildir.

Allah'tan müstağni kalmak, gaflete düşmektir. Bu da mümine yakışmaz kişiyi şeytana uymaya sürükler. Şeytan insana Allah'ı unutturarak, insanları haramlarla baş başa bırakır. Böyle bir durumda kişinin haram işlemekten, delalete düşmekten ve hatta küfre girmekten başka bir seçeneği kalmaz olur. Onun için insanlar tebliğ sırasında her türlü yardımın Allah'tan geldiğini ve bundan dolayı da nankörlük etmeyip kibre kapılmaktan kaçınıp Allah'a şükretmesi gerekmektedir.

Birçok insanın küfre girmesine sebep olan böyle bir yaklaşım ve davranış kişiyi nankörlüğe ve hatta küfre götürebilir. İşte böyle bir yaklaşım ve anlayış kişiyi "tebliğ yapıyorum" derken "ortaya çıkardığı harikalar, meydana getirdiği icatlar veya kendisindeki güç, mal ve yetenek, zenginliğini" bizzat kendinden, kendi kazancından, kabiliyet ve gücünden zannederek Allah'ın yardım ve inayetini unutması halinde küfre saplanıp kalabilir.

Oysa, insanı yaratan ve ona her şeyi bahşeden Allah'tır. İnsan iyiliklerle karşılaştığında şükür, kötülüklerle karşılaştığında ise tevbe ile Allah'a sığınmalıdır. Davetçi ve tebliğciler için de aynı şeyler geçerlidir.

Tebliğ tatlı bir dil ve yumuşak sözlerle yapılmalıdır: Bu ilke de davetin önemli özelliklerinden birisidir. İslam iman etmeye davet ettiği kişiyi diriltmek üzere bu inanca davet eder, iman etmesi halinde ona mutlu ve bahtiyar olacağı bir hayat tarzı kazandırır. İman edenlerin ebedi bir mutluluğa kavuşacaklarını Rabbimiz haber vermektedir:

"Mutlu ve bahtiyar olanlara gelince; Rabbinin dilediği kimseler hariç onlar da cennettedirler. Gökler ve yer ayakta durduğu müddetçe (sonsuza kadar) orada sürekli kalacaklardır. Bu, ardı arkası kesilmeyen bir lütuf olarak verilmiştir." (Hud, 11/108). Bu ayette geçen "suadâ'" kelimesi iman edenlerin dünya ve ahirette ebediyyen mutlu ve bahtiyar olacaklarını müjdeleyen ve kur'ân-ı kerim'de bu tabirle sadece bir defa geçen bir kelimedir.

Bu kurtuluş reçetesi lan İslam'ı insanlara anlatıp kurtuluşa ermelerine vesile olmaya çalışırken herhalde insanları azarlayarak, onlara sert davranarak ve anlaşılmaz bir dil kullanarak yapılmaz. Çünkü, burada bir hayatı kurtarmak söz konusudur.

Tatlı ve yumuşak söz kişiyi karanlıklardan ve yanlış inançlardan kurtarır ona hayat verip diriltirken, sert davranışlar, azar ve kötü sözler ise kişiyi İslâm'dan nefret ettirerek manen öldürebilir.

Bundan dolayıdır ki, Allah bütün peygamberlerine insanlara açık, yumuşak ve tatlı bir dil kullanmalarını, insanlara karşı yumuşak huylu olmalarını istemiştir.

Diğer taraftan tebliğ yaparken yalnızca Allah'a güvenmek gerekir. Bu husus imanla alakalıdır. Allah'a olan iman ve bağlarla iç içedir.

Mü'min, Allah'ın dışında başka varlıklara, değerlere güven duyduğu veya ondan başka varlıklardan korktuğu an artık her şeyini kaybetmiş demektir. Çünkü Allah, bu manada, üzerinde ısrarla durarak sadece kendisinin vekil ve veli olarak kabul edilmesini, bununla birlikte sadece kendisinden korkulmasını istemektedir. Çünkü Allah, "en yüce kudret ve azamet sahibi Aziz, Cebbar, Kahhardır."

Her an ve her zaman Allah'ın bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu, her an bize yardım etmek kudretinde olduğunu ve dilediği an düşmanları kahredebileceğini unutmamak gerekir. Bu bilgi, bizde sadece bir bilgi olarak değil, bilgi ile birlikte bizde bir duygu ve hareket olarak yansımalıdır. İşte Hz. Musa ve Harun (aleyhimesselam) Firavun'u uyarmaya, zulümden vazgeçip Allah'a iman etmeye davet ederken bu ilkeler çerçevesinde davetlerini yapmaları öğretisine sahip olarak tebliğlerini yapmışlardır.

Bu ilke ve yöntemleri izleyerek tebliğ mücadelesinde bulunmak mü'minler için Allah'ın yardımının yine Allah tarafından kendilerine lutfedilmesi pek yakındır.

Ahmet Ağırakça

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Ahmet Ağırakça

Ahmet Ağırakça Diğer Yazıları