Ahmet Ağırakça
28.07.2025
Ahmet Ağırakça
Hz. Musa kendisine iman edenlere bir strateji belirliyor
Tüm Yazıları

Hz. Musa kendisine iman edenlere bir strateji belirliyor

Hz. Musa insanları tevhid inancına ve tek yaratıcı olan alemlerin Rabbine iman etmeleri için başta kendi kavmi olan İsrailoğullarını ve dolayısıyla da bütün Mısır halkını davet edip durdu. Fakat iman dünya ve ahiret hayatını düzenleyen bir tercihtir. Bu davete icabet edenlerin kurtulacağını etmeyenlerin ise dünya ve ahireti kaybedeceklerini bütün peygamberler geldikleri toplumlara anlatmış ve iman etmeye çağrıda bulunmuşlardır. Bütün Rasuller bu davet ile Allah, günahkârların hoşuna gitmese de kendi sözleriyle indirdiği vahiyle, ilahi kelamıyla hakkı ortaya koyup gerçekleştireceğini anlatmışlardır.

Hz. Musa, Allah'ın izniyle sihirbazlara karşı zafer elde etmiş yarıştan başarıyla çıkmıştı. Bu başarı ve zafer de gerek halk nezdinde ve gerekse İsrailoğulları arasında Hz. Musa'ya karşı büyük bir ilgi ve güven oluşturmuştu. İşte bu başarı üzerine de başta sihirbazlar olmak üzere onlarla birlikte gerçekleri gören halktan bir grup genç de Hz. Musa'ya iman etmişlerdi. Bunun üzerine Hz. Musa ve kardeşi Hz. Harun bu iman eden gençleri özel mescid ve evlerde özel bir şekilde eğitmeye çalışacaklar. Önce tebliğ sonra imana çağrı, ardından iman edenlerin küfre ve zorbalara karşı mücadelesi devam ederken gelen işkencelerin artması üzerine gizli bir çalışma dönemi geliyor ve bu diyarda yaşama imkanı kalmayınca hicret mukadder oluyor.

Ancak gözle görülen yaşanan bunca mucizeye rağmen iman etmeye bir türlü yanaşmayan Firavun'un ve ileri gelen yöneticilerinin zulümlerini devam ettirdikleri görülmüştür. İsrail oğulları ile diğer iman edenler de bu zalim yöneticilerin kendilerini işkencelerle zor durumlara sokmaktan korktukları için bunca kalabalık halktan sadece bir grup genç dışında Hz. Mûsâ'ya iman eden fazla kimse olmadı. Çünkü Firavun yeryüzünde gerçekten üstünlük taslayan zorba bir despot yönetici idi. Allah'a karşı gelmekle haddini aşmış ve kibirlenmişti. Zira Firavun tanrılık iddiasında bulunurdu. Halkına "Sizin asıl yüce rabbiniz benim" diyerek büyüklenen zalim bir diktatördü. Hz. Musa'ya iman etmek isteyen halk, Firavun'un zorbalığından ve işkencelerine uğratılmaktan korktuğu için iman edemiyordu. Bilindiği gibi bütün diktatörler halkların kendilerine itaat etmelerini istedikleri için kanunlar koyar ve herkesin onların otoritesine ve kanunlarına uymalarını isterler.

İşte bundan dolayı Hz. Mûsâ, kendisine ilk iman edenlerin korku yaşadıklarını görünce "Ey kavmim! Eğer siz Allah'a iman etmiş ve kendinizi Ona teslim etmişseniz artık yalnız Ona güvenip dayanın, Onun dışında kimseden korkmayın" şeklinde tavsiyede bulunmuştu. Müminler de Hz. Musa'ya şöyle karşılık verdiler: "Biz, yalnız Allah'a güvenip dayandık. Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğunun işkenceleriyle imtihan etme! Ve bizi rahmetinle o kâfirler güruhundan Firavun'un işkenceci devlet adamlarından ve zorba kolluk kuvvetlerinden kurtar." (Ta-Ha, 20/82-86).

Bu yaşananlar imani bir mesele olup doğrudan doğruya Allah'a olan güven ve imanla alakalıdır. Mü'minin, Allah'ın dışında hiçbir varlığa, hiçbir değere güven duyması mümkün değildir. O sadece Allah'tan korkması halinde başarıya ulaşmış demektir. Çünkü Allah, ısrarla sadece kendisinin vekil ve veli olarak kabul edilmesini, bununla birlikte sadece kendisinden korkulmasını emretmektedir. Çünkü Allah, "en yüce kudret ve azamet sahibi Aziz, Cebbar ve Kahhardır."

Bütün bu iman ve tevekküllere rağmen zorbalık işkence takip ve zindanlara atılmalar devam edince yüce Allah Hz. Musa'ya çeşitli önlemler almasını ve şehirde gözden ırak evlerde gizlice ibadet etmelerini emretti: "Mûsâ'ya ve kardeşine "Mısır'da kavminize evler hazırlayın, o evlerinizi namaz kılma yerleri edinin, namazı (kıbleye yönelerek) dosdoğru kılın. (Ey Mûsâ! Bu evlerde namaz kılan) müminleri de (dünya ve âhirette büyük ödüllerle) müjdele" diye vahyettik. (Ta-Ha, 20/87). Her an ve her zaman Allah'ın müminlere şah damarlarından daha yakın olduğunu, her an onlara yardım etmek kudretinde olduğunu ve dilediği an İslam düşmanlarını kahredebileceğini unutmamak gerekir. Bu tavır ve duruş bizde sadece bir bilgi olarak kalmamalı, bilgi ile birlikte bir iman ve güçlü bir duygu ve hareket olarak kendini göstermelidir.

Cenab-ı Allah bir yandan müminleri musibetlerle imtihan ederken, diğer taraftan da Hz. Musa'ya iman edenlerin, İslâmî bir toplum ve örnek insan olmaları için yollar gösteriyor. Zalim yöneticilerin kibirlik taslamalarını mazlum halklar üzerinde icra ettikleri ve müminleri amansız bir işkence ve hapislerle yok etmeye çalıştıkları bir zamanda Allah'a iman etmeyi tercih eden müminlerin kendilerini bu tağutun kahredici pençesinden kurtarmalarının gerektiğini ve ona göre stratejiler belirlemelerinin kaçınılmaz olduğunu anlamışlardı. İşte böyle bir safhada Allah müminlere bir yol göstererek o gün için en uygun ve stratejik mekan olarak mescid ve evlerde ibadet ve tebliğ çalışmalarını sürdürmüşlerdi. Bu Allah'ın bir yol göstermesi olduğu gibi aynı zamanda onların bir yardımı olmuştu. Böylece zorba yöneticilerin gözlerinden uzak mekanlar olmasından dolayı mü' minler, her türlü hazırlıklarını bu evlerde yapmışlardı.

"Mısır'da kavminize evler hazırlayın" emri üzerine Mûsâ'ya iman edenler namazlarını şehirde kendilerine özgü mescidlerde kılmaya başlamaları üzerine bu mescidlerin arttığını gören Firavun yönetimi hepsini kapattırdı ve burada ibadet edilmesini yasakladı. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, Hz. Mûsâ'ya "Evlerinizi musalla/mescidler, namaz kılma yerleri edinin" diye vahyetti. Zira o günlerde Firavun'un zorba devleti namaz kılmayı bile yasaklamış, ibadet edilen yerleri kapattırdığından müminler evlerinde gizli gizli ibadet ederlerdi. Bu gibi olaylar tarihte çok yaşanmıştır. Bugün bile İslam dünyasındaki ceberut rejim, despot kral ve diktatörlerin baskısı devam edip müminlere zorluklar yaşatılmaktadır. Asrımızda, İslâm dünyasının birçok bölgesinde gerçekleşen her askerî darbeden sonra bu gibi yasaklamalar hep yaşanmıştır.

Bu duruma karşı Rabbine yönelen Hz. Mûsâ: "Ey Rabbimiz! Gerçekten Sen, Firavun'a ve yönetiminin ileri gelenlerine dünya hayatında bir görkemlilik, servet ve zenginlik verdin. Rabbimiz bunların iman etmediklerini bildiğin hâlde üstelik insanları Senin yolundan saptırsınlar diye mi bu imkânları verdin? Ey Rabbimiz! onların mallarını silip süpür ve yok et, kalplerini sık ve mühürle! Çünkü onlar çok elemli azabı görmedikçe iman etmeyeceklerdir" dedi." (Ta-Ha, 20/88).

Hz. Musa'nın duası içinde bir soru ve serzeniş de vardı. "Rabbimiz! Bütün azgınlığı ve sana olan isyanına rağmen bu devletin içinde Firavun'a üstünlük ve debdebeli, her türlü dünya imkân ve nimetleriyle donatılmış bir hayatı yaşama imkânı verdin. Hz. Musa'nın bu yakarışının ardından Cenâb-ı Allah iman etmeyenlerin bütün mallarını yok edip ziraat alanlarını çoraklaştırdı, kıtlık üstüne kıtlıklar yaşadılar. Allah bu zalimlerin sahip oldukları her şeyi taşa çevirdi, kalpleri katılaştı. Âhirette acı verici azabı görünceye kadar iman etmekten uzak kaldılar.

(Allah) Her iki peygambere Musa ve Haruna (as) buyurdu ki: "İkinizin de duası kabul olundu! O hâlde (hak bildiğiniz yolda) dosdoğru yürümeye devam edin. Sakın (hakkı tanımayan, gerçekleri) bilmez kimselerin yolunu izlemeyin." (Ta-Ha, 20/89). Hz. Mûsâ dua ederken Hârûn (as) da "Âmin" dediği için Allah her ikisini muhatap alarak "İkinizin duası kabul edildi" buyurmuştur. Onlara, kendilerine indirilen hak yolda yürümeye devam etmeleri tavsiye edilmiş, hakkı tanımayan, gerçekleri bilmeyen ve kabullenemeyen kimselerin yolunu izlemeyin, diye emredilmişti.

Firavun Suda Boğulmaktan Kurtulamadı

Firavunun zulmunden kurtulup Mısır'dan çıkıp Kenan iline giderlerken karşılarına çıkan denizi nasıl aşacakları konusunda düşünmeye dalmışken, Yüce Allah denizin ortasında büyük bir kara yolu açıp müminler Hz. Musa ile birlikte denizin karşı tarafına geçmeye başladılar. Onları yakalamak üzere ordularıyla denize dalan Firavun yolun ortasına gelince iki büyük dağ gibi birbirinden ayrılan sular eski haline dönüp kapanmaya başlayınca Firavun ve ordusu sulara gömüldüler.

İsrâiloğulları denizin karşı yakasına geçiren yüce Allah'ın kudretini gözleriyle gören Firavun kalp gözünün kör olmasından dolayı bu mucizeyi anlayamamıştı. Hemen askerleriyle düşmanca saldırıya geçerek müminleri takip edip peşlerine düştü. Nihayet boğulmak üzereyken gerçekleri görmeye başlayınca sonunda teslim olmuş ama bu imanı kendisine fayda vermemişti: Buna rağmen ağzından şu sözlerin döküldüğünü Kur'ân-ı kerim bize bildirmektedir: "İsrâiloğulları'nın iman ettikleri ilahtan başka bir ilahın olmadığına iman ettim, ben de Müslümanlardanım'" dedi. Ama ne zaman iman etmişti. Bu iman kendisine de yanında bulunanlara da asla fayda vermediğini görüyoruz.

Bunun için Yüce Allah Hz. Musa'ya indirdiği vahiyle Firavun'a sordu: "Şimdi (ümidin kesilince) mi (iman ediyorsun)? Oysa sen bundan önce (Mûsâ'nın getirdiği her şeye karşı çıkmış ve) isyan edip bozgunculardan olmuştun. Biz de senden sonrakilere bir ibret olman (zulmedenlerin sonlarının nasıl olduğunun görülmesi) için bugün sadece senin (cansız) bedenini (korumak üzere) kurtaracağız. Gerçekten insanların çoğu ayetlerimizden ibret alamayan gafil kimselerdir. (Ta-Ha, 20/91-92). Bu olay ve yaşanan mucize insaları için büyük bir ibret olmalıdır. Zalimlerin sonunun nasıl olduğunu gören gözler ve hisseden kalpler olmalıdır.

O gün Firavun'un cesedi askerleri tarafından sudan çıkarılıp kendi geleneklerine göre koruma altına alınmıştı. Yüce Allah bu bedeni koruyacağını yani çürümeyip insanlara bir ibret levhası şeklinde kalacağını haber vermişti. İşte bu çaresizlik karşısında iman eden bir zalimin bedeni o günden bugüne kadar çürümemiş ama bu ibretâmiz beden bugün maalesef Londra British Museum'da cam kafes içinde sergilenmektedir. Cesedinin çürümemesi "bugün sadece senin (cansız) bedenini (korumak üzere) kurtaracağız" ayetinde buyrulan mucize olup insanların ibret almaları için Allah tarafından bu şekilde korunmuştur. Bütün bunlara rağmen insanların peygamberlerin çoğunun getirdiği mucizelerinden habersiz ve Allah'tan gelen vahye karşı da umursamaz durumdadırlar. Ancak bu cesedin Mısır'da olması gerekirken İngilizler işgal ülkeyi işgalleri sırasında bunu yüz binlerce Arapça el yazması kıymetli eserlerle birlikte Mısır'dan çalıp İngiltere'ye götürmüşlerdir. O cam kafes içinde hala çürümeyen bir beden olarak duruyor. Bu da gerçekten gözlerimizle görebildiğimiz büyük bir mucize olarak karşımızda durmaktadır.

Ahmet Ağırakça

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Ahmet Ağırakça

Ahmet Ağırakça Diğer Yazıları