Hz. Musa ve kavminin Mısır’dan çıkışları
Mûsâ (as) Allah'ın izni ve emri ile asasını denize vurmuş ve denizin içinde dümdüz bir yol açıldıktan sonra Ona iman edenlerle birlikte denizin karşı yakasına geçip Firavun'un onlara saldırmasından kurtuldu. Ardından Rabbine dua ederek denizde açılan bu yolu kapatmamasını diledi. Zira peşlerinden gelen Firavun ve ordusu bu yola girecekler ve ardından da büyük mucize olarak ilahi irade tecelli edecek, hepsi birlikte denizde boğulacak, müminler de onların takibinden kurtulacaklardı. İşte bütün bu Hz. Musa ve kavmi için birer nimet olarak dualar kabul olundu. Firavun ve ordusu bütün iktidarları, mal ve mülkleri telef olmuş, büyük ve güçlü bir hanedanlık yıkılmış yerle bir olmuştu. Cenab-ı Allah onları bu hallerini bize şöyle tasvir etmekte ve yaşanan mucizeleri göstermektedir.
"Onlar (Firavun ve devlet erkânı/bürokrat ve üst düzey memurları, denizde boğulup gidince geride neler bıraktılar neler!) Nice bahçeleri, pınarları, nice ekinleri/zirai alanları ve değerli saray ve konakları; içinde zevk ve sefa sürdükleri nice nimetleri de terk edip geride bırakmışlardı. İşte böyle! Biz onları (kendileri dışındaki) başka kimselere miras olarak verdik. Gök ve yer onlar için ağlamadı ve onlara (iman etmeleri için) hiçbir süre de verilmedi," (ed-Duhan, 44/25-26-29).
Burada İsrâiloğulları'nın geride bıraktığı saraylar, bağ ve bahçeler, pınar ve köşkler sadece bir tarihi olay olarak anlatılmamaktadır. Dünya hayatının geçici olduğu ifade edilip hükümdarlıkların da sona erebileceğini, iktidarların ve saltanatların bir gün çöküp gideceğini, hatta herkesin sahip olduğu mal, mülk, servet ve zenginliklerin sahiplerinin ölümüyle birlikte geride kalacağı ve başkalarının buna mirasçı olacağı ifade buyrulmaktadır. O içinde zevk ve sefaların yaşandığı, saltanatların sürdüğü mekân ve servetlerle her şey geride kalacağına göre insanın iman ederek âhiret hayatını güzelleştirmesi gerektiği insana hatırlatılmaktadır.
Zulmederek bu servetlere kavuşanların yok olup gitmesinden sonra da kimse bunların ardından ağlamayacak, sadece birkaç gün yas tutulduktan sonra unutulacaklardır. Dinya malına tuttukları nöbeti mirasçıları devralsa da onlar da bir müddet sonra terk edip gidecek ve bir sonrakilere bırakacaklardır. Saltanatlar ve iktidarlar böyledir. Bunların hak yolda kullanılması halinde ahiret hayatını mamur eder, batıl ve dünyevi çıkarlar uğrunda insanlara tahakküm etmek için kullanılınca mutlaka bir gün sonları gelir. O sonlar böyle hazin olunca da kimse arkalarından üzülmez, hayıflanmaz unutulur giderler.
"Biz, İsrâiloğulları'nı o horlayıcı (onur kırıcı) azaptan ve Firavun'dan kurtardık. Çünkü Firavun büyüklük taslayan, (zulümde alabildiğince ileri gidip) haddi aşan despot bir yöneticiydi. Biz onları bilerek (bir bildiğimize dayanarak) âlemlere üstün kılmıştık. Ve onlara (İsrail oğullarına ve gerden gelecek herkese) apaçık bir imtihan bulunan bir kısım ayetler/nimetler ve işaretler de vermiştik," (ed-Duhân, 44/30-33).
"(Bütün bu nimetleri verdikten sonra da rahat etsinlerr diye) Biz İsrâiloğulları'nı çok güzel (ve güvenli) bir yere yerleştirdik. Onları lezzetli ve temiz gıdalarla rızıklandırdık. Kendilerine ilim (son vahiy Rasulallah Muhammed'le) gelinceye kadar anlaşmazlığa düşmediler. Rabbin, kıyamet gününde anlaşmazlığa düştükleri konular hakkında aralarında hüküm verecektir." (Yunus,10/93).
Hz. Mûsâ'ya mucize olarak denizin yarılması, çölde giderken üzerlerine gökten kudret helvası ve pişmiş bıldırcın etlerinin yağması, bir ışığın geceleyin onların önünü aydınlatması ve bunun gündüzleyin buluta dönüşüp üzerlerinde bir gölge oluşturup onları sıcaktan koruması gibi bilgi ve mucizeler verilmiştir. Ama ne yazık ki bu nimetlerin kıymetini bilmeyip nankörlük ederek birden sapıtmaya başlamışlardı. Kur'ân-ı Kerim onları nasıl sapıttığını bize şöyle anlatmaktadır:
"Derken İsrâiloğulları'nı denizden geçirdik. (Ama ne yazık ki yolda giderken) kendilerine ait putlara tapınan bir topluluğun yanından geçtiler ve "Ey Mûsâ! Onların nasıl tanrıları varsa sen de bize böyle bir tanrı yap" dediler. (Mûsâ) "Siz gerçekten (tevhid inancını bir türlü kavrayamayan) cahil bir topluluksunuz!" dedi. Bunların (bu gördüğünüz putperestlerin) sahip oldukları (din yıkılmış ve) yok olmaya mahkûmdur ve yapmakta oldukları şey de batıldır." (A'râf, 7/138-139).
Firavun'un önünden kaçan İsrâiloğulları, denizi büyük bir mucize ile geçtiler. Fakat o bozuk tıynetleri, bu kadar ve bunca mucizeye rağmen yeniden sapıklıkları ve akılsızlıkları nüksetti. Firavunun saldırısından denizin yarılması gibi büyük bir mucize ile onları kurtaran Alemlerin Rabbine olan imanları bir türlü kalplerine yerleşmemişti. Yolda giderlerken putlara tapınan bir toplumun yanından geçtiklerinde kendilerinin de böyle bir putlarının olmasını istediler. Bu nasıl bir istek, nasıl bir nankörlüktü? Akıllara durgunluk verecek bir sapıklıktan başka bir şey olamazdı. İşte "Onların nasıl tanrıları varsa sen de bize böyle bir tanrı yap" diyecek kadar sapıttılar. Hz. Mûsâ, böyle bir yaklaşımın karşısında adeta şaşırmış hayretlere düşmüş ve bu isteklerin onları yaratan yüce Allah'ın vahdaniyetine ve tevhid inancıyla bağdaşmadığını söyleyerek bunun batıl bir din ve Allah'a şirk koşmaktan ibaret olduğunu anlatmıştı. Dönüp onlara dini ve inançlarının temel ilkelerini yeniden anlattı, böyle batıl inançların Allah katında son derece kötü ve yanlış kabul edilen, geçersiz bir din ve ibadet şekli olduğunu hatırlatıp durdu. Ayrıca onlara şunu hatırlatarak defalarca uyarmıştı:"(Mûsâ) dedi ki: "Allah sizi diğer bütün insanlardan daha üstün kılmışken ben sizin için Allah'tan başka bir ilah mı arayayım?" (el-A'râf, 7/140).
Hz. İbrâhim'den beri aralarından bunca peygamber gelip geçmesine ve özellikle Hz. Mûsâ'nın onları Firavun hanedanının zulmünden kurtarmasına rağmen bir türlü itaat etmeye alışmamış, hep hile ve isyanlarla, yalan ve sapkınlıklarla hayatlarını yoğurmuş bu millet hâlâ Allah'tan başka ilahlar peşinde koşmaktaydılar. Kardeşleri Hz. Yûsuf'a karşı yaptıkları yanlışlıkları onu öldürme arzuları ve kuyuya atmaları yüzünden bir türlü düzelmediler. Âdeta Allah onların nesillerine de bu kötü davranış alışkanlığını bir ceza olarak verdi. Kötülük nesilden nesile ruhlarına işledi. Bütün bunlara rağmen Yüce Allah geniş ve sonsuz merhametiyle onlara hakka iman etsin ve imanlarını tevhid inancı çerçevesinde korusunlar diye sürekli peygamberler gönderi. Ama hiçbir zaman uslanmadılar. Sonunda kendi peygamberlerinin canına kıyarak Zekeriya ve Yahya'yı öldürüp Hz. İsa'yı öldürmeye teşebbüs ederek isyan içinde hayatlarını sürdürüp gittiler.
"Size işkencelerin en kötüsünü yapan, oğullarınızı öldüren, kızlarınızı da (kendilerine hizmetçi olsun diye) hayatta bırakan Firavun yönetiminden sizi kurtardığımızı bir hatırlayın. Bunda Rabbiniz tarafından sizin için büyük bir deneme (sınama ve imtihan edilme) vardı," (el-A'râf, 7/141). Bunun neden unutup duruyorsunuz?
Uzun asırlar esaret hayatı yaşayan, zulüm gören, erkek çocukları öldürülüp kızları hizmetçi olarak kullanılan İsrâiloğulları, Hz. Mûsâ'nın peygamberliği ve getirdiği mucizeler sayesinde bu zulümlerden kurtulmalarına rağmen bunu anlayamamışlardı. Allah'a iman edip ona sığınarak şükretmeleri gerekirken putların peşine takılmaya kalkışmaları, Hz. Mûsâ'yı gazaba getirmiş ve alabildiğince üzmüştü. Onlara Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri, ilimi, toplumlarını mutlu kılıp hayatlarını düzenli kılacak bir hukuk sistemini ve Allah'ın kendisiyle konuştuğu bir peygamberi önder ve rehber olarak gönderdiğini unutmamaları gerektiğini hatırlatıp durmuştu. Gözlerinin önünde düşmanları olan ve onları ordusuyla takip edip öldürmeye gelen Firavun'dan kurtarmış ve onlar bu olup bitenlere bakar dururken denizde boğmuş, kendilerini ise sahile çıkarıp kurtarmıştı. Ama ne yazık ki nankörlüklerini bir türlü üzerlerinden atamamış dönüp dönüp şirke yanaşmaya kalkışmışlardı. Halbuki onları yaşatan, koruyan, rızık verenin yüce Allah olduğunu asla unutmamaları gerekiyordu.
Tevrat'ın Hz. Musa'ya Verilmesi ve Tur Dağında Aldığı Vahiy
Artık büyük vahyin kendisine verileceği gün yaklaaşmış hatta gelip çatmıştı. Ondan Tur dağına çıkması istenecek ve Tevratı alıp ilahi hükümleri ve insanlığın önünü aydınlatacak ilahi hikmetlerle dolu kitapla geri dönecekti.
"Mûsâ ile (Tevrat'ı ona vahyedelim diye) otuz gece için sözleştik ve buna on gece daha ekledik. Böylelikle Rabbinin belirlediği süre kırk geceyi buldu. Mûsâ, kardeşi Hârûn'a "Kavmim içinde bana vekâlet et, onları güzelce yönet ve sakın bozguncuların yoluna uyma!" dedi. (el-A'râf, 7/142).
Nihayet Hz. Mûsâ Tûr Dağı'na yaklaşınca Cenâb-ı Allah kendisine Tevrat'ı vahyetmek üzere onu önce otuz geceliğine davet etmişti. On gün daha uzatılan bu vahye muhatap kılınma müddeti kırk güne çıkarılmıştı. Hz. Mûsâ, kırk gün süreyle vahiy aldıktan sonra geri dönmüştü. Bu müddet içinde kardeşi Hârûn'u (as) kendisine vekil bırakmış, İsrailoğullarını yönetmesini istemiş ve bu arada bozgunculuk yapabilecek kimselere de uymaması konusunda ona uyarıda bulunmuştu. Ondan sonra olay şöyle devam ediyor:
"Mûsâ, belirlediğimiz anda ve söylediğimiz yere gelip de Rabbi onunla konuşunca dedi ki: "Rabbim! Bana kendini göster de Sana bakayım." (Allah) "Beni asla göremezsin. Ama (madem bu kadar istiyorsun) şu dağa bak! Eğer o dağ yerinde durabilirse sen de Beni görebileceksin" buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince (Allah'ın kudret ve yüceliğinin şavkının izleri dağa etki edince) onu paramparça etti (dağ toz duman oldu). (Bu durumu gören) Mûsâ da (anında) baygın düştü. Ayılınca "(Allah'ım!) Seni her türlü eksiklikten uzak tutarım, (sınırsız yüceliğini görme isteğimden) Sana tövbe ettim ve (dünyada görülemeyeceğine) iman edenlerin ilki benim" dedi." (Allah "Rasûlüm Mûsâ! (Sana vahyettiğim ayetlerimle) seni peygamber (ve kelîmullah) olarak seçip (seninle) konuşmamla insanlar içinde seçkin kıldım. Şimdi sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol" buyurdu. Bir de ona levhalarda (insanlara) her konuda bir öğüt ve her şeye dair ayrıntılı açıklamayı yazdık. "Haydi bunları kuvvetle al. Kavmine de bunları en güzel şekilde uygulamalarını emret. Yakında size yeryüzünde bozgunculuk yapanların yurdunu (ne hâle getirdiğimi) göstereceğim," (el-A'râf, 7/143-145).
Allah (cc), Hz. Mûsâ'yı seçkin peygamberlerden birisi olarak kendisiyle konuşmak sûretiyle kelîmullah kılmıştır. Bunun için de Allah bu nimete karşılık Hz. Musa'dan kendisine şükretmesi gerektiğini hatırlatmıştır. Zira kulun Rabbine verdiği nimetlerden dolayı şükretmesi bir ibadettir. İşte yüce Allah Hz. Musa'ya vahyederek insanlar arasında bir hukuk ve yönetim biçimini düzenleyen Tevrat'ı verdi. Allah, her konuda hükmün yer aldığı bu semavi Kitab'ın toplum içinde uygulanmasını emretmiş ve Hz. Mûsâ'nın da bu hükümlere kuvvetle bağlanmasını istemiştir. Zira Tur Dağından ayrılıp buradan çıkıp gittiklerinde inkârın, küfrün ve zorbalıkla despotluğun hüküm sürdüğü bir kavmin yaşarığı yere gideceklerini ve bu zorba kavimle karşılaşacaklarını, onlarla savaşmaları gerektiğini haber vermişti. Ancak Yüce Allah onların bir türlü dürüst olamayacaklarını bildiği için tekrar tekrar uyarmış ve yanlışlık yapanların akıbetlerinin nasıl olacağını hatırlatmıştı:
"Yeryüzünde haksızlıkla büyüklük taslayanları ayetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar her türlü mucizeyi görseler bile yine de iman etmezler. Hak ve doğru yolu görseler onu bir yol edinmezler. Eğer azgınlık-sapıklık yolunu görürlerse hemen onu izlerler; bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları yüzündendir," (el-A'râf, 7/ 146).
Bazı kimseler, iman etmekten kendilerini bile bile mahrum bırakarak Allah'ın varlığına inanmayı gururlarına yediremiyorlar. Bunlar; istedikleri kadar mucize görmelerine, hakkı ve doğruları çok açık müşahede etmelerine rağmen bir türlü iman etmeye yanaşmazlar. Kibirlenmekten ve kendilerini herkesten üstün görmekten başka bir özellikleri yoktur. Kibirlenmek, Allah'ın varlığı ve birliğine karşı başkaldırmaktır. Hatta bunlar insanların yaşama tarzlarına da karışır hakkın razı olacağı bir hayat süğrmelerine engel olur, herkes için kural koymaya kalkışırlar. Allah'ın dininin ve indirdiği Kitabı'nın hak olduğunu bile bile ret ve inkâr etmelerinden dolayı azgınlık ve gaflet içinde yaşayıp sapık, batıl ve yanlış bir inançla dünyadan çekip gideceklerdir.
Bütün bu nimetlere rağmen İsrailoğulları buzağı putuna yönelmiş putperestliğe gömülmüşlerdi.
Ahmet Ağırakça
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.