Ahmet Ağırakça
11.08.2025
Ahmet Ağırakça
İsrailoğulları'nın buzağı putuna tapınmaya kalkışmaları
Tüm Yazıları

İsrailoğulları'nın buzağı putuna tapınmaya kalkışmaları

Hz. Mûsâ'nın vahye muhatap olmak ve Tevrat'ın metinlerini Rabbinden almak üzere Tûr Dağı'na çıkmasının ardından maalesef İsrâiloğulları yolda giderken karşılaştıkları putperest bir milletten etkilenerek ve muhtemelen Mısır Firavunlarının din anlayışının kültürel etkisinde kalmış olmalarından kaynaklanan bir yaklaşımla ellerindeki ziynet eşyasından bir buzağı heykeli yaptırıp ona tapınmaya kalkıştılar. Cansız olan bir eşyadan tanrılık gücü medet etmeye başlayan bu insanlar, Hz. Mûsâ'nın getirdiği bunca mucizeyi birden unutuvermişlerdi. Buzağı heykelinin kendilerine yolda rehberlik edeceğini düşünecek kadar akıldan yoksun duruma düştüler. Bir buzağı heykelini tanrı edinerek Allah'a ibadeti kenara ittiklerinden dolayı kendilerine dünya ve ahirette zulmettiler.

Hz. Mûsâ'nın Tur dağına çıkmasından sonra İsrailoğulları tevhid inancını zedelemek üzere çoktan harekete geçmişti bile. Aralarında bulunan Sâmirî adında bir sahtekâr Mısırlılardan çaldıkları ziynetleri toplayarak eritip altından bir buzağı yapmış ve onları bu puta tapmaya ikna etmişti: "Samirî onlara böğürebilen bir buzağı heykeli yaptı." (el-A'râf, 7/148).

Hz. Mûsâ, Allah katında bu şerefe ulaşmanın sevincini fazla yaşayamadı. Çünkü o, kavmini bırakıp Tur Dağı'na çıktıktan sonra, ne yazık ki nankörlükleri ve ihanetleriyle yaşayıp durdukları bir hayat tarzından yana olan İsrailoğulları yoldan sapmış, Allah'ın gazabına uğramalarına sebep olacak bir ibadet yolunu tercih etmişlerdi. İnek motifini ilah zanneden Firavunların Mısır rejimi halkının bu batıl inancından kurtulmaları için yukarıda kaydettiğimiz gibi Allah bu toplumun ineğe atfettikleri kutsiyeti yok edip kalplerinden silmeleri için bir inek boğazlamalarını istemelerinin sebebi buydu. Ama İsrailoğulları şirke dalıp puta tapmakta acele etmişlerdi. Aralarında sahte ruhlu adam olan sivri zekalı Sâmirî yaptığı oyunlarla İsrailoğullarını kendince gerçek olan ilaha, buzağıya tapınmaya çağırmıştı. İnek kutsiyeti hala zihinlerinde olduğu için bu sefer ineğin yavrusu olan buzağıya tapınmaya kalkışmışlardı.

Değişik maddelerden yapılan bir put olmaktan öteye gidemeyen bu nesne, Sâmirî'ye göre eski Mısırlıların kültürlerinde var olan bir ilahtı. Sâmirî'nin halkı ikna ettiği sözleri ve yaptığı kelime oyunlarıyla buzağının Mûsâ'nın daha önceleri ilah kabul ettiği fakat zamanla unuttuğu gerçek bir ilah olduğunu İsrail oğullarına kabul ettirmiş ve onları yoldan çıkarmıştı.

"Allah buyurdu: Ey Mûsâ, seni kavminden ayırıp (Tur Dağına çıkmak için) böyle acele ettiren sebep nedir? Dedi ki: Onlar bana tabi olup arkamdan geliyorlar, Rabbim benden hoşnut olman için acele geldim. (Allah): Doğrusu biz senden sonra kavmini denedik, Sâmirî onları saptırdı, dedi." (Ta-Ha, 83-85).

Hz. Mûsâ'nın yokluğundan faydalanan Sâmirî kendince böğüren, böğürerek ses çıkaran bir buzağı heykeli yapmıştı. Kavminden bir çoğu ise, Sâmirî'nin yaptığı bu puta ilah anlayışıyla yaklaştılar. Kur'ân-ı Kerim bize bu olayı şöyle anlatmaktadır:

"(Vahiy almak üzere Tûr dağına çıkan) Mûsâ'nın kavmi olan İsrailoğulları onun ardından (Mısır halkından şöyle veya böyle bir iekilde ele geçirdikleri, toplayıp getirdiklerive Sâmirînin marifatiyle bir kısmını erittikleri) ziynet takılarından böğürür gibi ses çıkaran bir buzağı heykelini (ilah) edindiler. Buzağının kendileriyle konuşamayacağını, onlara bir yol gösteremeyeceğini bununla hidayete eremeyeceklerini görmediler mi? Fakat yine de onu tanrı edinmekle kendilerine yazık edip zalimlerden oldular." (El-A'râf,7/148). Allah'a itaatten uzaklaşanlar öncelikle kendilerine zulmeden kimselerdir. Yaptıkları yanlışlıklarla ve Allah'a şirk koştukları batıl inançlarından dolayı uğrayacakları azabı düşünememelerinden dolayı kendi nefislerine zulmetmiş oluyorlar.

Hz. Mûsâ Rabbinden vahiy alıp Tur Dağı'ndan geri döndüğünde insanların bir buzağı heykeline tapındıklarını görünce öfkelenmiş ve neden böyle bir sapıklığa düştüklerine hayret etmişti.

"Hz. Mûsâ Tur dağından dönünce, kavminin yaptığı bu yanlışlığa ve putperstliğe dönüşlerine alabildiğince öfkeli ve kederli bir şekilde hayretler içesrisinde kalıp dedi ki: "Sizi bırakıp gittikten sonra yokluğumda, ardımdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini ve dönüşümü beklemeden neden böyle yanlış ve batıl bir inanca aceleyle yönelip sapıttınız?" Yoksa siz Rabbinizin size vereceği azabın hemen acele gelmesini mi istediniz? Sonra (yaptıkları bu yanlışlıklara karşı öfke ile elindeki Tevrat) levhalarını yere fırlatıverdi. Kendisine halef olmak ve İsrailoğulları'nı yönetmek üzere görevlendirdiği kardeşi Harun'a yönelip öfkeyle saçını/başını yakalayıp onu kendine doğru çekmeye ve hırpalamaya başladı. (Harun -as- ağabeyine) dedi ki: "Anamın oğlu! Kavim beni gerçekten zayıf buldular, yaptıklarının yanlışlığını onlara hatırlattıp durmama rağmen beni dinlemediler üzerine gelip bana saldırarak dövmeye başladılar ve neredeyse beni öldüreceklerdi. Ne olur sen bari bana düşmanlarımızı sevindirecek şekilde davranma ve beni o zalimler topluluğuyla beni bir tutma." (el-A'râf,7/150). Hz. Harun'un durumu anlatmasından sonra yapılan bu yanlışlıklardan halkını vazgeçirmek ve onları tekrar tevhid inancına davet edip hak yolda kalmaları için sakinleşti ve buna çareler aramaya koyuldu. Öncelikle Rabbine yönelenlere hem kendisi, kardeşi ve kavmi için istiğfar ederek tevbe etmelerini istedi ve şöyle dedi:

"Rabbim! Beni de kardeşimi de bağışla! Bizi rahmetinin kapsamına al. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin!" (el-A'râf,7/151). Ardından halkına dönüp: (Kendi elleriyle yaptıkları) Buzağı heykelini ilah edinenlere gelince (ahirette) Rablerinin gazabına, dünya hayatında da bir zillete uğrayacaklardır. Biz iftira edenleri işte böyle cezalandırırız," dedi. (el-A'râf,7/152). Ta-Ha suresinde de olayı te'kid eden diğer ayetlere de baktığımızda bize şu bilgilerin verildiğini görüyoruz: "Mûsâ, kavmine üzgün ve kızgın olarak geri döndü. Ey kavmim, Rabbiniz size (dünya ve ahirette rahat edip mutlu olacağınız) güzel bir vaatte bulunmadı mı? Uzun bir zaman mı (geçti de bu güzel vaadleri unutuverdiniz), yoksa Rabbinizin gazabına mı uğramak istediniz de bana verdiğiniz sözden vazgeçtiniz?" (Ta-Ha, 20/86). Hz. Mûsâ aldığı vahyi onlara yansıtarak kavmine şu mesajı vermişti: "Allah, tevhid inancından sapmadığınız ve bana uyduğunuz müddetçe size her türlü nimeti vereceğine dair söz vermemiş miydi? Ne oldu size? Neden Allah'ın vaadini ve Ona verdiğiniz iman sözünü unutup buzağıya tapmaya başladınız?"

Hz. Mûsâ'nın o öfkeli halini gören İsrailoğulları ve Sâmirî yaptıklarına pişman olmuş ve yeniden Allah'a sığınmışlardı: "(İsrail oğulları) Buzağıya taptıklarına alabildiğine pişman olup kendilerinin yoldan sapmış olduklarının farkına varınca: "(Eyvah!) Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa her halde en büyük ziyana uğrar her şeyimizi kaybedenlerden (büyük bir azaba dûçar) olacağız" dediler." (el-A'râf,7/149).

Yüce Allah rahmetinin gazabına galip geldiğini buyurduğu birçok ayet ve özellikle de Rasulullah'a bildirdiği bir kudsi hadis gereğince her zaman ve her dönemde kullarının tevbelerini kabul eder ve onları affeder: "Kötülükler yapıp ondan sonra tövbe ve iman edenlere ise Rabbin Gafûr'dur, Rahîm'dir (affedici ve merhamet edicidir). (el-A'râf,7/153).

Nihayet Hz. Mûsâ'nın gazap ve öfkesi tamamen dinmiş, kardeşi Harun'u ve buzağıya tapınan İsrail oğullarını affetmiş onlara Allah'ın kendisine indirdiği Tevrat'ın hükümlerini tebliğ ederek onları eğitmeye başlamıştı: "Mûsâ'nın öfkesi yatışınca levhaları yerden aldı; onlardaki yazıda, Rab'lerinden korkanlar için yol gösteren mesajlar ve rahmet öğretileri' vardı." (el-A'râf,7/154).

Yüce Rabbimiz, bütün peygamberlere indirdiği vahiyle insanlığın önünü aydınlatmak ve rahmet kapılarını açmak üzere insanlığın kurtuluşunu sağlayacak ilahi emirleri ulaştırmıştır. Gönüllere hitap edecek hidayet kapılarını açmak, kalpleri gafletten kurtarıp Allah'ın memnun ve razı olacağı yollara yönlendirmek için gelen bu vahye iman edenler, dünya ve âhiret mutluluğuna ereceklerdir. İman etmeyi reddedenler ise bu yüce rahmetten ve âhiretteki cennet nimetlerinden mahrum kalacaklardır. Bu olup bitenlerden sonra Hz. Mûsâ Rabbinin kendisine indireceğini beklediği vahyi almak üzere yeniden Tur dağına çıkmaya hazırlandı. Ancak kavminden yetmi kişilik bir heyeti de yanına alarak onların da bazı olaylara şahit olmalarını dilemişti. Kur'an-ı Kerim bize Hz. Mûsâ'nın (as) kıssasının anlatımına şöyle devam eder:

"Mûsâ, belirlediğimiz vakit (te buluşmaya gelmek) için kavminden yetmiş adam seçti (ve onlarla Tûr Dağına çıktı. Bazıları Allah'ı doğrudan görmek istedi). Bunları da dayanılmaz bir sarsıntı tutuverince (Mûsâ) dedi ki: "Rabbim, eğer dileseydin onları da beni de daha önce helâk ederdin. İçimizdeki birtakım beyinsizlerin yaptıkları yanlışlar yüzünden bizi helâk eder misin? Zaten bu senin bizim için uyguladığın bir imtihanındır. Sen onunla kimi dilersen hak yoldan uzaklaştırır, kimi dilersen doğruya ve hakka ulaştırırsın. Sen bizim velimizsin. (İşlerimizi kolaylaştıran, bize yol gösteren, her konuda bizim için hüküm koyan, bize yardım eden ve bizleri koruyan Rabbimiz sensin). O halde bizi bağışla, bize merhamet eyle! Çünkü Sen bağışlayanların en hayırlısısın."

"Bize hem bu dünyada hem de ahirette iyilik ve güzellikler kadir edip nasip eyle. Çünkü biz (yaptıklarımıza pişman olup tevbe ettik ve yeniden sana yönelip döndük" (dediler). Allah buyurdu ki: "Ben kimi dilersem (yaptığı yanlışlıklardan ve bana şirk koştuğundan dolayı) onu azabıma uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Rahmetimi, (günahlara düşmekten) sakınanlara, (Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle hareket ederek günaha düşmekten sakınanlara), zekâtı verenlere, bir de ayetlerimize iman edenlere takdir edip nasip edeceğim." Bundan sonra da Hz. Mûsâ halkına Tevrat'ın hükümlerini helal ve haram olan her şeyi bildirmeye başlamış ve onlara vahyin emir ve yasaklarını öğretmeye başlamıştı. Tevrat'ta yazılı olup son dönem peygamberinin de zamanı gelince kendilerine aynen Hz. Mûsâ gibi vahyi anlatacak ve İsrail oğulları başta olmak üzere bütün insanlığa Allah'ın emir ve yasakladığı her şeyi anlatacağını ta o günden onlara bildirmişti. Yahudiler bu müjdeli haberi yıllardır biliyor ve bekliyorlardı.

"Onlar ki ellerinde olan Tevrat'ta ve İncil'de (isim ve sıfatını) yazılı bulacakları, kendilerine iyiliği emreden, onları kötülüklerden alıkoyan, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri de haram kılan, sırtlarındaki ağır yükü ve üzerlerindeki zincirleri kaldırıp atan (ağır sorumluluklarını hafifleten) ümmî peygamber olan Resule (Hz. Muhammed'e sav) uyarlar. İşte ona iman edenler, onu yüceltenler ona yardım edenler ve onunla indirilen nura (Kur'an'a) tabi olanlar var ya; işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." (el-A'râf, 7/157).

Her kim olursa olsun, hangi dine mensup olursa olsun bu ayetlerde ifade edildiği şekilde Allah'ın rahmetini umar ve bekler. Ancak bu ayetteki son hükme göre Yahudi ve Hıristiyanların ve herkesin bu rahmete nail olabilmesi için son peygamber Hz. Muhammed'e (sav) uymaları gerekmektedir. Aksi takdirde Allah'ın razı olmadığı bir inanç üzere yanlış bir din seçmiş olurlar. Bu gibi kimselerin de âhirette de yanlış olarak seçmiş olduğu din geçerli olmayacak ve onlardan kabul edilmeyecektir. Tevrat'ın indiği günlerde Hz. Peygamber Muhammed (sav) hakkında İsrailoğulları'na bilgi verilmiş ve bu son Rasûl geldiğinde herkes kurtuluşa ersin diye kendisine iman ederek bağlanmaları ve gelecek son ilahi emir ve yasaklara iman edenlerin kurtuluşa erecekleri bildirilmiştir.

(Rasûlüm Muhammed!) De ki: "Ey insanlar! Şüphesiz ben göklerin ve yerin mülkü (hâkimiyet ve yönetimi) kendisinin olan, kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan hem dirilten hem öldüren Allah'ın size, hepinize gönderdiği peygamberiyim. O hâlde Allah'a ve Onun (indirdiği Kitab'daki) sözlerine iman eden ümmî (okuma yazması olmayan) Peygamber'e/Allah'ın Rasûlü'ne (Muhammed'e) iman edin ve ona uyun ki hak ve doğru yolu bulmuş olasınız." (el-A'râf, 7/158).

Bu ve benzeri ayetler açık olarak son peygamber Hz. Muhammed İbn Abdullah'a (sav) iman etmeyen kimselerin imanı geçerli değildir. Zira "ey İnsanlar" diye hitabın yapıldığı bu gibi ayetlerin tümünde Rasûlullah'ın beşeriyetin tümüne gönderildiğini göstermektedir. Kitabı Kur'ân-ı Kerim'de bu hükmü ve iman şartını bildiren Cenâb-ı Allah'ın kendisidir. Bazılarının Yahudi ve Hıristiyanların da Müslüman olduğunu ve Hz. Muhammed'e iman etmedikleri hâlde cennete gireceklerini iddia etmeleri bu ilahi hüküm ve ayetlere aykırıdır. Hz. Peygamber'e -yani Allah'ın son rasûlü Muhammed'e (sav)- iman edin. Ona uymayanlar hak ve doğru yolu bulamazlar. Hangi dine bağlı ve mensup olursa olsun, bu son risâlet ve Hz. Muammed'in peygamberliğine dair bir bilgi sahibi olan her bir insanın mutlaka buna iman etmesi gerekir. Hz. Muammed'in peygamberliğine iman ederek İslâm'a intisap etmeyen herkes âhirette sorumlu olacak ve dünyada da ondan başka bir dine intisabiyeti, bağlılığı kabul edilmeyecektir. Zira İslâm'dan başka hiçbir din Allah katında geçerli değildir.

Hz. Mûsâ buzağıya tapınma olayının iç yüzünü bir hakem ve hâkim olarak öğrenmeye çalışıyordu. Bu sefer Sâmirî'ye; asıl suçluya yöneldi:

"Ey Sâmirî! Senin bu yaptığın nedir?" İnsanları neden şirke sürükledin, küfre girmelerine neden sebep oldu? dedi."

"Sâmirî de (pişkin pişkin bir yüzle: "Onların görmedikleri bir şey gördüm: (Sana gelen) elçi meleğin (Cebrail'in) izinden bir avuç (toprak) aldım ve onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Bu bana, nefsime son derece güzel göründü hoşuma gitti, " dedi."

"(Hz. Mûsâ onun bu sözlerine karşılık şöyle) dedi: Haydi çekil git yanımızdan. Artık senin için hayatın boyunca tekrarlayacağın ve söyleyip duracağın: 'benimle temas yok' diye bir sözün olacak. Hayatın boyunca dünyada yabanî ve vahşi bir varlık gibi yapayalnız yaşamağa mahkum olacaksın. Hem senin için asla kaçamayacağın bir ceza daha vardır. Bir de insanlara ilah diye uydurup durduğun ve ibadet ettiğin bu buzağı heykelinden ibaret olan ilâhına bak!; elbette biz onu yakacağız, sonra da kül edip denize savuracağız." (Ta-Ha, 95-97).

Sâmirî'nin hayatı boyunca tekrarlayıp duracağı 'Benimle temas yok!" sözünün anlamı şu idi: Artık "hayatın boyunca yapayalnız yaşayacaksın" anlamındadır. Gerçekten Sâmirî sonunda bulaşıcı bir hastalığa yakalanmıştır. Bundan dolayı kimse ona dokunamamış, o da kimseye dokunamamıştır. Biri ona dokunacak olsa "Dokunmak yok!" diye bağırarak herkesi uyarıp durmuş olduğu anlatılmıştır.

Allah, Fravunu ve avanesini yok etmiş; mallarını ve ziynetlerini ise bir nimet olarak İsrail oğullarına bırakmıştı. Onlar bunu kendi geçimlerini sağlamak veya kendilerine sermaye yapmak için kullanacaklarına heva ve hevesleri için kullandılar. Bu da Allah'ın bir imtihanıdır. Kimileri fakirlikle, kimileri de zenginlikle imtihan oluyor. Paralarıyla cehennemi satın alanların örneklerinden biridir bu Sâmirî ve ona uyanlardır.

Hz. Harun'un İsrailoğulları'nın haktan ve tevhid inancından saptıklarında onlarla gerçekten mücadele ettiğini şu ayeti kerime açıkça ifade ediyor:

"Andolsun Harun onlara daha evvel: Ey kavmim siz bu buzağı ile imtihana çekildiniz. Sizin gerçek Rabbiniz rahman olan Allah'tır. Haydi bana tabi olun. Benim emrime itaat edin, demişti. Onlar ise şöyle demişlerdi: Mûsâ bize dönüp gelinceye kadar o buzağıya tapınmaya devam etmekten asla geri durmayacağız." (Ta-Ha, 90-91). Hz. Harun üzerine düşeni yaptığı görülmekle beraber onlara güç yetiremediği de muhakkaktır.

Sonunda Hz. Mûsâ onların sapkınlıklarını bütün açıklığıyla ortaya koymuştu. Sâmirî yerilmiş buzağı da ateşe atılıp parçalanmış, putperestlik bir daha mağlup edilmiş, gerçek tevhid inancı gün yüzüne çıkmış Allah'ın uyulmasını emrettiği din galip gelimişti. İsrailoğulları da kendi hatalarını anlayarak tevbe etmişlerdi. Ancak ne yazık ki kalplerindeki eğrilikler, hilebazlıkları onları zaman zaman hayatları boyunca tevbelerini sürdürememiş hep hatalar işleyip Allah'a ve Hz. Mûsâ'ya uymamış Peygamberlerine eziyet etmiş daha sonraları da daha büyük hatalara düşerek Hz. Zekeriyya ve Yahya'yı öldürmüşlerdi. Onların tevbe bozan, her zaman sözünde durmayan bir kavim olarak tanınmaları bu yanlış tutumlarından kaynaklanmaktadır.

Her ne kadar bu puta tapınanlar pişman oldularsa da, Allah (cc), onların bu yaptıkları büyük zülmü karşılıksız bırakmıyor, onları dünyada ve ahirette acı bir azaba düçar ediyor. Fakat insanlara karşı olan kin ve nefretleri de ne yazık ki dünmiyor zulümleri de hep devam edip durmaktadır.

Allah'ın indirdiği hükümlerini, ayetlerini ve peygamberlerin getirdikleri bunca mucizelerin tümünü yalan birer iddia diye kabul ederek batıl inançların peşine takılırlar. Allah'ın sadece kendisine özgü olan sonsuz güç ve kudretini, cansız putlardan veya beşerî düşüncelerden beklerler. Batıl sistemleri ve insanların kendiliklerinden uydurdukları düşünceleri, din yerine koyarak tevhid inancını reddederler. Bunların dünya hayatında yaptıkları ve iyilik diye zannettikleri her şey boşuna gidecektir. Âhirette de bunca sapıklık ve küfürlerine rağmen cehennem azabının dışında bir şey mi beklerler? Hayır, varlığına inanmasalar da onların cehennemden başka gidecekleri başka bir yer olmayacaktır.

Ahmet Ağırakça

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Ahmet Ağırakça

Ahmet Ağırakça Diğer Yazıları