İstenen kurban ve imtihanı
İsrailoğulları dünyasından onların görünen ve görünmeyen dünyalarından Rabbimizin bizim için açtığı bir pencere ve ibretler aleminin hikmetini anlamak bu "kıssa" ile gayet mümkün olacaktır: İsrailoğulları'nın nasıl bir sadakata sahip olduklarını ve peygamberlerine ne kadar itaat ettiklerini, sürekli itirazlarda bulunup ne kadar dürüst olduklarının görüntüsü yaşadıkları olaylarda kendisini göstermektedir. Yaşadıkları bir cinayet olayının ortaya çıkarılması ve eski Mısır inancında köklü bir etkisi olan "inek" motifine tapmayı zihin ve kalplerinden silmeleri için bir ineği kurban etmeleri istenmişti.
"Mûsâ kendi İsrail oğullarına "Allah size bir inek kesmenizi emrediyor" deyince "Bizimle alay mı ediyorsun?" dediler. O da "Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım" dedi. (el-Bakara, 2/67). Bu ayette anlatılmak istenen ibretlik olay son derece dikkat çekicidir.
Hz. Mûsâ'nın kavmi, etraflarındaki putperest milletlerden etkilenerek çeşitli totem ve hayvanlara taptığından ineğin kutsallığına olan inançlarını kırmak için "Allah size bir inek boğazlamanızı emrediyor" deyince onlar bu emri derhâl itaatle, severek ve hiçbir şekilde şüpheye düşmeden yerine getireceklerine gereksiz yorum ve sorularla Hz. Mûsâ'yı üzmüş ve yormuşlardır. Zira dediğimiz gibi eski Mısır inançlarında inek kültü ve buzağılara tapma, inekleri kutsama inancı çok etkili idi. İnek kesme emri tevhid inancının iyice yerleşmesi için verilen bir emirdi. İneklerin kutsanması genel olarak Mısır halkı ve özellikle de Mısır kültürünün etkisinde asırlarca kalmış olan İsrâiloğulları arasında yaygın olduğundan vahdaniyete aykırı olan bu anlayış ve inancı yok etmek için böyle bir emir verilmişti. Fakat tevhid inancını hâlâ iyice hazmetmemiş olan İsrâiloğulları ile Mısırlılar kendi işlerini kendi elleriyle zorlaştırarak bir peygambere verilmeyecek cevap ve söylenmeyecek bir sözle "Sen bizimle eğlenip alay mı ediyorsun?" demişlerdi. Eğer gerçekten Allah'a ve Onun bir olduğuna iman ediyorlarsa ineğe atfettikleri bu kutsiyeti bir tarafa bırakıp kendi putlarını kendi elleriyle kırarak bu zor sınavdan geçmeleri gerekiyordu. Hz. Musa da kendilerine gelmeleri ve Rablerine dönüp akıllarını başlarına alarak Allah'ın emrine derhâl ve başka hiçbir söz söylemeden itaat etmelerine yetecek bir cevapla: "Cahillerden olmaktan, Allah'ın razı olmayacağı bir söz söylemekten yine Allah'a sığınırım" demişti. Aslında onlar hemen Allah'ın emrine uyarak sıradan herhangi bir inek kesmiş olsalardı hiçbir özelliği belirtilmeden ve kendilerine hiçbir şart koşulmadan görevlerini yerine getirmiş olacaklardı. Ne yazık ki peygamber evladı olmalarına rağmen kardeşleri Hz. Yûsuf'u kuyuya atıp "Onu kurt yedi" dedirten hilekâr tabiat ve tiğnetleri buna engel oldu, soru arkasına soru sormaya ve birçok istekte bulunmaya başladılar. Bu ayette ifade buyrulan ve anlatılan olay Mısır'da Hz. Mûsâ'nın yaşadığı salt bir hatıra olarak anlatılmamaktadır. Bu kıssada sadece o günkü İsrailoğulları değil, Hz. Peygamber'e iman etmeye yanaşmayan Mekkeli müşriklerin ve dolayısıyla kıyamete kadar gelecek bütün insanlığın en çok sevdikleri ve kutsadıkları her türlü cahili değeri bir tarafa bırakıp tek ve bir olan Allah'a iman ederek saf bir tevhid inancına bağlanmaları istenmektedir. Kıssadan bugünün insanları için alınacak ibretler ve derslere bakılırsa kişinin en çok sevdiği ve değer verdiğini Allah rızası için feda ve kurban etmedikçe Allah'ın razı olacağı bir iman seviyesine gelmesinin mümkün olmayacağı görülmektedir. Onların soruları devam ederken Hz. Musa da onlara cevap yetiştirmeye devam ediyordu:
"Bizim için Rabbine dua et de onun özelliklerini (yaşını) bize iyice açıklasın" dediler. (Musa) Dedi ki: "O (Allah) 'O inek çok yaşlı da değildir, çok genç de değildir. İkisi arasında dinç ve körpe bir inektir' buyuruyor. Artık size emredileni yerine getirin." (el-Bakara,2/68).
İsrailoğulları Hz. Mûsâ ile konuşurken: "Rabbine dua et" diyerek aynı zamanda kendi Rableri olduğunu unutuyor veya bunu itiraf etmek ve söylemekten kaçınıyorlardı. Bu akılsızca veya lakayt tavırlara rağmen Hz. Mûsâ onlara sabırla, Rabbinden aldığı vahyi aktarıyor ve ciddi cevaplar vermeye devam ediyordu. «Dedi ki: "Cenâb-ı Allah 'O inek çok yaşlı da değildir, çok genç de değildir. İkisi arasında dinç ve gayet körpe bir inektir' buyuruyor. Artık fazla kurcalamadan ve lüzumsuz isteklerde bulunup gereksiz sorular sormadan size verilen emri yerine getiriniz, Allah'ın dediğini yapınız » dediği hâlde onlar sorulara devam ettiler.
"(Onlar) "Rabbine bizim için dua et ki renginin nasıl olduğunu bize iyice açıklasın" dediler. (Mûsâ) "O buyuruyor ki: 'Gerçekten onu görenlerin içini ferahlatan sapsarı bir inektir'" dedi.
Ayrıntıya girerek, şartları daraltarak konuyu dağıtıp Mûsâ'yı (as) zora sokuyor kendilerine emredilenden kaçmaya çalışıyorlardı. Mûsâ (as) da "Yüce Rabbim buyuruyor ki: 'O inek, bakanlara neşe ve ferahlık veren sapsarı bir inektir." Diye tarif etmesinin hikmeti sarı rengin kişiye ferahlık ve neşe vermesinden kaynaklanıyordu.
"Dediler ki: "Bizim için Rabbine dilekte bulun da o ineğin nasıl olduğunu bize iyice açıklasın. Çünkü bize göre inekler birbirine benziyor, tereddütte kaldık. Allah dilerse gerçekten biz istenen sığırı buluruz." (el-Bakara, 2/70).
Onlar bu soruları ve tavırlarıyla Hz. Musa'yı ve Allah'ı suçluyorlardı. Yine akıllanmayıp sorularını arttırınca Allah da o sığırın özelliklerini arttırdı ve kendi işlerini kendi elleriyle yokuşa sürerek şöyle dediler: "Bizim için Rabbine sor da o ineğin nasıl olduğunu bize iyice açıklasın. Çünkü bize göre -onlara baktığımızda- dünyadaki bütün inekler birbirine benziyor. Allah dilerse gerçekten biz hidayete ereriz," gibi hep oyalayıcı sözler satfedeip gereksiz sorular sorup durdular.
«(Mûsâ) dedi ki: "Allah şöyle buyuruyor: 'O (sığır) boyunduruğa koşulmamış, arazi sürmemiş ve ekin sulamamıştır. Kusursuzdur, hiçbir alacası yoktur (katıksız sapsarıdır).'" Dediler ki: "İşte şimdi gerçek ile geldin (anlayabileceğimiz en doğru şekli şimdi açıkladın)." Nihayet o sığırı boğazladılar. Fakat az kalsın yapmayacaklardı. » (el-Bakara, 2/71).
Herhangi bir ineği boğazlamaları mümkün iken sordukları sorular ve gereksiz istekleri onları "orta yaşlı, sapsarı, bakanlara ferahlık veren canlı ve kusursuz bir inek"ten başkasını kesemeyecek duruma getirdi. Şartların artacağının kısmen de olsa farkına varınca o zaman sanki daha önce Mûsâ'nın (as) söyledikleri hak değilmiş gibi "İşte şimdi hakkı/gerçeği ortaya koydun" deyip en sonunda o ineği boğazladılar. Fakat az kalsın yapamayacaklardı. Hz. Mûsâ onların bu soru ve tekliflerine katlandıktan sonra Allah, bu sığırı kurban etmelerini istemesinin neden ve hikmetini onlara bir sonraki ayette olduğu şekilde açıklamaktadır. "Bunun üzerine ineği boğazladılar ki, az kalsın bunu yapmayacaklardı."
Evet, az kalsın bunu yapmayacaklardı. Zorlaştırdıkça zorlaştırdılar. Allah'ın, bu basitçe yapılabilecek emrini yerine getirmemek için kaçındıkça kaçındılar. Soru sormaları daha iyi bir ameli gerçekleştirmek için ya da Allah'ı ve Peygamberini çok sevip itaat etmek istediklerinden, hayvanlar içerisinde en kıymetli olanını seçtirmek için de değildi. Bu gereksiz soruları ve ısrarları bir türlü itaat edemediklerinden kaynaklamıyordu.
Hz. Musa'nın bunca açıklamalarından sonra nihayet biraz akıllanıp: « Tamam şimdi hakikatı söyledin » demeleri de şımarıklığın ve çaresizlik karşısında rezil bir şekilde teslim olmanın ifadesidir. Hakikatı Allah ve Rasulü bilirken, sanki onlar daha iyisini biliyorlarmışçasına, Allah'a ve Rasulüne gerçek olanı buldurmaya çalışıyorlar gibi bir tavır içinde idiler. Nefislerinin kendilerine emrettiği ve sahip oldukları arzularını ve zihinlerindeki gerçekleri ifade etmektedir. Bu onların hiç bir zaman eksik olmayan ahlakî bir sorunu ve açmazları idi. Allah'a itaat etmemek için bahaneler ileri sürüp durmayı bir huy ve ahlak edinmişlerdi.
Rasulullah Muhammed (sav) ümmetini bu ahlaki sorundan kaçındırmak için emirler karşısında fazla soru sormaktan alıkoyuyordu. Soru sormanın muhatap için üç durumu söz konusudur.
Öncelikle kişi bilgisi olmadığı şeyi öğrenmek için soru sorar. İkincisi, karşısındaki insanı denemek ve kargaşa çıkarmak, üçüncüsü, yukarıda örneği görüldüğü üzere yapılması istenen işten kaçmayı amaçlamak için soru sorar.
"Bilmediğiniz şeyi işin ehline/uzmanına sorun" ilahi ilkesi samimi ve ihlaslı bir öğrenme ihtiyacını bildirir. Diğer iki soru şekilleri ise yerilmiştir. Müslüman davetçilerde bulunması gereken ahlaki davranış işte budur. Verilen görev ve sorumluluk karşısında ise, maruf olduğu müddetçe hiçbir itiraz göstermeden tabi olmaktır. Mümkün oldukça bu İsrailî tavırdan kaçınmak her Müslüman için ahlakî bir görev ve güzelliktir.
Allah (cc), neden bir inek boğazlamalarını istemişti. İlk bakışta akla gelebilecek bir sorudur.
Olayın sebebini Rabbimiz sonraki ayetlerde beyan ediyor. Ancak, olayın inek üzerinde yoğunlaşmasının sebebi her şeyden önce bir imtihan aracı olarak Allah'ın onu seçmesidir. Saygı duydukları, kutsadıkları inek motifini bizzat elleriyle kestirerek kutsallığın sadece Allah'a ait olduğunu öğretmek ve anlatmak içindir.
"(Biliyorsunuz ki) siz birini öldürmüştünüz de (katilin kim olduğu) hakkında her biriniz suçu diğerine atmış, bu konuda çekişip duruyordunuz. Hâlbuki Allah sizin gizlediğiniz şeyi açığa çıkaracaktı." (el-Bakara, 2/72).
Cinayetin işlendiğini gören kimse de yoktu. Hâlbuki Allah sizin gizlediğiniz şeyi -maktulün mirasına konmak veya diğer görüşe göre kızını almak için cinayeti işleyen kişiyi- biliyordu. Katil, amcası olan maktulü öldürüp cesedini yola atmış ve olayı gizlemişti. Allah bizzat maktulün diliyle olayı açığa çıkaracaktı. İşte bu ineğin boğazlanması hikmeti gerçekten ilahi bir hikmet idi.
«Onun için "Kestiğiniz ineğin etinin bir parçasıyla ölüye vurun" dedik. İşte Allah ölüleri böyle diriltir, aklınızı kullanasınız diye de size ayetlerini (ölüleri diriltmenin kanıtlarını) gösterir. » (el-Bakara, 2/73).
Gerçekten sığırın bir parçasıyla öldürülen kişiye vurunca o kişi dirildi ve katilin adını söyledi. İşte Allah ölüleri böyle diriltir. Asıl bu kıssadan alınacak hisse ve öğrenmemiz gereken husus da ölümden sonra dirilişin olacağıdır. «Olup biten her şeyi iyice akıl edersiniz diye de size ayetlerini, ölüleri diriltmenin belgelerini ve Onun kudretiyle ölen herkesin nasıl dirileceğini gösterir. » Ölümden sonra dirilişe iman etmenin tevhid inancının önemli bir ilkesi ve unsuru olduğunu unutmamak gerekir. İbretlik olay, işlenen suçların er veya geç ortaya çıkıp suçluların bilineceğini, hiç bir suçun da cezasız kalmayacağını öğretmektedir. Diğer taraftan da ölümden sonra dirilişin ne kadar kolay olacağı hatırlatılmaktadır.
"Sonra (bütün bunlara rağmen) olayın ardından yine kalpleriniz katılaştı. Kalpleriniz taş gibidir, belki taştan daha sert. Çünkü öyle taşlar vardır ki ondan ırmaklar kaynar. Yine öyle taşlar vardır ki yarılıp ondan su fışkırır. Öylesi de vardır ki Allah korkusundan yerinden fırlar yuvarlanır. Allah yaptıklarınızdan asla habersiz değildir (yaptıklarınızın karşılığını mutlaka göreceksiniz)," (el-Bakara, 2/74).
İman dolu kalp yumuşak ve yufka yüreklidir. İman etmeyen kalp ise taş gibi katıdır. Su aynen iman gibi kayaların ve taşların içine girdiği zaman o kayaları ve taşları yumuşatır. Allah'ın emriyle hareket eden rüzgârların ve depremlerin etkisiyle de yerinden fırlar, su taşlar arasından insanların yararlanacağı şekilde dışarı akıp durur. İman da harekete geçtiğinde insanlara dini ve dinin hükümlerini tebliğ eder, faydalar sağlar. Allah bütün yaptıklarınızı çok iyi bilir, görür, tespit eder, sayıp döker; bunlardan asla gâfil değildir. İsrâiloğulları'nın küfür, kaypaklık ve inat, hile ve desise, katı kalplilik ve bozgunculuk, fısk, yalan ve sapıklıkla dolu tarihlerinin adeta kısa bir özetinin verildiğini görmekteyiz.
Ahmet Ağırakça
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.