Cumartesi yasağına uymamanın doğurduğu sonuçlar
Hz. Musa Tevrat'ın levhalarını ve kendisine indirilen vahyi aldıktan sonra yanına aldığı İsrailoğulları ile birlikte yollarına devam ettiler. Yollar çöl ve ortam son derece sıcak bir iklime sahip olduğu için yol boyunca sürekli olarak birbiri ardınca çok itirazlar edip Hz. Musa'ya alabildiğine zorluklar çıkarıyorlardı. Ama her seferinden de Allah onlara kolaylıklar bahşediyordu. Yukarıda anlattığımız yolda üzerlerine bulut dalgalarının gelip onları güneşin kavurucu sıcağından gönderilen bulut dalgaları nasıl bir nimet idi? Sonra yolda giderken bir ara susuzluk çekmeye başlayınca çölün ortasında bir kayadan suyun akma mucizesi gerçekleşmişti. Yüce Rabbimiz bu olayı bize şöyle buyurmaktadır:
"Biz onları on iki kola, ümmetlere ayırdık. Kavmi kendisinden su isteyince Mûsâ'ya "Asanı taşa vur" diye vahyettik de ondan on iki pınar kaynayıp fışkırdı. Her kabile/her oymak su içeceği yeri öğrendi. (Tîh Çölü'nde) üzerlerine bulutları gölgelik yaptık. Onlara kudret helvasıyla (pişmiş) bıldırcın eti (menn ve selvâ) indirdik. "Size verdiğimiz temiz ve güzel rızıktan yiyin" (dedik). Onlar Bize zulmetmediler. Fakat (emirlerimizi dinlemeyerek bu yaptıkları yanlışlıkşarıyla) kendi kendilerine zulmediyorlardı. Biz onlara "Şu (işgal edilmiş) şehire girip (düşmanınızdan kurtararak oraya) yerleşin. Orada dilediğiniz yerden yiyin ve 'Hıtta (Rabbimiz günahlarımızı bağışla!)' deyin ve (o şehrin) kapısından da (kibirle değil alçak gönüllülükle, Allah'a itaatle) secde ederek girin ki günahlarınızı bağışlayalım. Biz, ihsan edenlere daha da güzel, fazla fazla ödüller vereceğiz" denilmişti," (el-A'râf, 7/160-162).
Hz. Yakub'un on iki oğlunun neslinden gelip Hz. Yûsuf'la birlikte Mısır'a yerleşen İsrâiloğulları'nın on iki boyu oluşmuştu. Bunlar, Hz. Yakub'un on iki oğlundan ve onların nesillerinden gelip Hz. Yûsuf döneminden beri Mısır'da yaşayanlardı. Hz. Musa ile birlikte Firavun'un zulmünden kurtulup yollara düşünce ıssız çöllerden geçerken Cenab-ı Allah gıdalanma sıkıntısı çekmemeleri için gökten üzerlerine yağmur damlaları gibi dökülen ve ağaç yapraklarının üzerine düşen tatlı bir gıdayla (menn ile) onları besledi. Ayrıca gökten süzüle süzüle gelen ve neredeyse kucaklarınıza düşen pişmiş bıldırcın etlerini indirmesi büyük bir nimet idi. İsrâiloğulları maalesef bunca nimetlere karşılık sürekli nankörlük edip durmuşlardı. Böylelikle Allah, kendilerine dünyada ulaşabilecekleri her türlü nimeti bağışlamıştı. Esaret altındayken nimeti bol bir vatana sahip olacakları müjdesi verilmişti. Diledikleri yiyecekler zahmetsiz önlerine konuyordu. Bunlara karşılık, Allah'ın onlardan istediği tek husus ise, ibadet, itaat ve tövbe idi. Evet bütün bunlar olduğu halde o topluluğun içinde zulmedenler, kendilerine verilen emirlerini, Allah'ın hükümlerini hep değiştirdiler. Allah'ın verdiği nimetlere sürekli nankörlük ettiler. Yolda giderken su ihtiyaçlarını karşılamaları için bir dağ yamacındaki kayadan her bir boya bir ayrı bir pınar bahşetti. Aslında yüce Allah onlara büyük bir pınar verip de hepsinin su ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri kadar su fışkırtabilirdi. Ancak ahlâken bunlar hep anlaşmazlıkları ve ihtilafla huzursuzluk çıkarmayı tercih ettikleri için on iki boy birbirleriyle kavga etmesinler diye her bir boya ayrı bir pınar ihsan etmişti. Hiç suyun olmadığı yerde birde Hz. Musa'nın asasını kayaya vurmasıyla on iki pınar ortaya çıkmıştır. Ama yine de şükretmeyi bir türlü beceremiyor, sürekli isyan, itiraz ve çekişmelerle hz. Musa'ya eziyetler ediyorlardı.
"Fakat aralarından zulmedenler kendilerine söylenen sözü başka bir sözle değiştirdiler. Biz de zulüm yapmayı alışkanlık hâline getirdikleri için üzerlerine gökten azap indirdik." (el-A'râf, 7/162).
Allah'ın indirdiği vahyi lafızlarıyla anlamını ya değiştirdiler ya da ayetlerin içlerini boşaltıp kendi arzu ve heveslerine göre yorumlayarak dini bozup tahrif ettiler. Bu da vahyi değiştirmek olduğu için en büyük zulüm kabul edilmiştir. Böyle davranarak vahyi istedikleri şekle sokup Allah'ın sözlerini değiştirenler olarak tarihteki yerlerini aldılar.
Cumartesi (Sebt) yasağının mahiyetine gelince: Yahudilere verilen Cumartesi yasağı, aslında onların dinlerinde haftanın bir günü ibadete ve istirahate ayrılmasını öngören ilahî bir hükümdü. Cumartesi günü dünya işlerinden uzaklaşıp tamamen Allah'a yönelmeleri, o günü ibadete hasretmeleri gerekiyordu. Bu, onlar için hem bir imtihan hem de Allah'a kulluklarının bir sembolüydü. Kur'ân-ı Kerîm, İsrailoğulları'nın Cumartesi yasağını ihlâl etmeleri üzerinde bir hayli durmaktadır:
"Onlara (Yahudilere) deniz kıyısındaki kasaba halkının başlarına gelenleri de sor. Hani onlar cumartesi gününde (balık avlamada) kendilerine belirlenen sınır ve hükümleri (hileli yollara baş vurarak) çiğnemişlerdi. Çünkü (dinlendikleri) cumartesi (gün)lerinde balıklar, akın akın kıyıya çıkarak yanlarına kadar geliyor, cumartesi günü için kendilerine belirlenen hükümlere uymadıkları için (diğer günlerde) balıklar yanlarına gelmiyordu. İşte Biz, itaatten çıkarak işledikleri günahları yüzünden kendilerini böylece imtihan ediyorduk." (el-A'râf, 7/163).
Bu kasaba veya şehrin neresi olduğu konusunda kaynaklarda farklı bilgiler verilmektedir. Özellikle bu şehrin Kudüs olması mümkün değildir. Zira bu anlatılan olay yolda meydana gelen bir hadisedir. Hz. Musa aralarında iken gelen bir yasak olduğuna ve Hz. Musa'nın Kudüs'e gelmediğini bildiğimize göre burası muhtemelen hep beraber Firavun ve ordusunun önünden kaçarken denizin yarılıp öbür tarafa geçmelerinden sonra Kızıldeniz'in kenarında bulundukları bir şehir olsa gerek. Kaynakların bir ifadesine göre de Tûr şehri de olabilir (Taberî, Tefsir, IX, 90). İsrâiloğulları'nın Cumartesi günleri kendi kişisel iş ve güçlerinden uzak durup ibadetle meşgul olmaları ve özellikle balık avına çıkmamaları, o günü tamamen ibadete ayırmaları kendilerine emredilmişti. İşin bir diğer yönü de bir imtihan olarak balıklar cumartesi günleri akın akın sahile geliyor, diğer günler çok fazla geldiği olmuyordu. Bu durum onlar için bir sınama aracı kılınmıştı. Bu ayette İsrâiloğulları, bu yasağa uymayarak cumartesi günleri de balık avına çıkmaya başlayınca Allah'ın kendilerini nasıl cezalandırdığı anlatılmaktadır.
İslam'a göre bu hüküm İsrailoğulları'nın kendi günahları ve haddi aşmaları sebebiyle ağırlaştırılmış özel bir yükümlülüktü. İslam Müslümanlara böyle bir çalışmama yasağı getirmemiş, sadece cuma günü cuma saatinde toplanmaları ve namaz kılmaları farz kılınmış, bu bir saatlik zaman diliminin dışında tatil yapma veya çalışmama gibi bir husus söz konusu olmamıştır.
"(Hatırlayın!) Sizden (Allah'ın Mûsâ'ya indirdiği Tevrat'ın hükümleri ile hükmedeceğinize dair) sapasağlam söz almıştık. Tûr Dağı'nı da üstünüzde yükseltmiş ve şöyle demiştik: "Size verdiğimize sımsıkı sarılıp onu kuvvetle alın, içindeki hükümleri de hatırlayın ki (içine düşebileceğiniz kötülüklerden) korunmuş olasınız." (el-Bakara,2/63).
Bu ayetin açılımına bakıldığında şu gerçeklerle karşılaşırız: "Ey İsrâiloğulları sizden Mûsâ'nın (as) size bildirdiği ve öğrettiklerine kesin olarak bağlanıp Tevrat'la hükmedeceğinize dair sapasağlam bir söz almıştık. Tûr Dağı'nı da üstünüzde bir gölgelik yapmış ve neredeyse üzerinize düşecekmiş gibi (el-A'râf 7/171) dururken kaldırmıştık. "Size verdiğimiz ilahi vahyi kuvvetle alın, imanla ilgili hiçbir gevşeklik ve kaypaklık yapmadan, yalana başvurmadan, hainlik etmeden verdiğiniz iman sözünde durarak Kitab'ın içindeki bütün hükümleri, emir ve yasakları da hatırlayın ve bu emirlere uyunuz. Dinin şer'î hükümlerine ve son Peygamberim Muhammed'in (sav) öğrettiklerine gerektiği gibi bağlanarak, yanlışlıklar yapmadan, Kur'ân ve sünnete uygun bir şekilde ibadet edin ki kendinizi cehennem azabından koruyarak sakınasınız ve Allah yolunda samimiyetle yürüyen muttaki kullar mertebesine eresiniz."
Bu sözler her ne kadar Hz. Mûsâ'nın o günlerdeki kavmi için bir Kur'ân-ı Kerim kıssası olarak vahyedildiyse de aslında Rasûlullah'ın geldiği toplumun halklarının tümüne yapılan bir hitap ve bir çağrıdır. Aynı zamanda bütün zamanların insanlarına da bir tebliğ olup yeryüzünde yaşayan ve mükellef olan herkese yapılmış bir çağrıdır. Dolayısıyla son ilahi vahiy olan Kur'ân'ın hükümlerine iman ederek bunları toplumun hukuk sistemi olarak kabul etmek, insanlık için bir zorunluluktur. Bunun ardında Kur'an-ı kerim bize olayın devamını şöyle anlatmaktadır:
"Bundan sonra yine yüz çevirdiniz. Eğer üzerinizde Allah'ın lütuf ve rahmeti olmasaydı elbette zarara uğrayanlardan olurdunuz." (el-Bakara,2/64).
Yani sizden söz alındıktan ve düşecek gibi gördüğünüz Tûr Dağı'nın -düşmesin diye- yüksekte tutulmasından sonra yine Allah'ın emirlerinden ve dinin hükümlerinden yüz çevirdiniz. Eğer üzerinizde Allah'ın lütuf ve rahmeti olmasaydı, bir kere daha Allah lütfedip imdadınıza yetişmemiş olsaydı elbette büyük bir zarara uğrayanlardan olurdunuz. Yanlışlık yapan bireyler ve toplumlar bu yanlışlıklarının farkına varıp tövbe ederek Allah'a sığınırlarsa Allah onların bütün günahlarını affeder. Tövbe etmeyip günahlarında ısrar edenler ise dünya ve âhirette kaybedeceklerden olurlar.
"Sizden cumartesi günü (balık avlama yasağına uymayan atalarınızın başına gelen felaketlere aldırış etmeyerek Allah'ın emirlerini çiğneyip) Allah'ın belirlediği sınırları aşanları biliyorsunuzdur. Biz de onlara "Aşağılık maymunlar olun" demiştik." (el-Bakara,2/65).
"Sizden cumartesi günü iş yapanlar ölümle cezalandırılacaktır" diye Allah'ın getirdiği emir ve sınırlamaları tanımayarak ve bu sınırlara uymayıp yasak konusunda hilelere başvurarak kendi arzularına uyup dinin hükümlerini çiğneyenlerin, ahlâki yönden bozulup ilahi sınırları aşanların kimler olduğunu tek tek tanıyor ve biliyorsunuz. Olayı da yakından bilmektesiniz. Biz de bu yasaklarımıza uymayanlara "Aşağılık maymunlar olun" demiş ve fiziksel yaratılışlarını değiştirip onları insandan maymunlara çevirmiştik, -bu olaydan yukarıda söz etmiştik-, (el-A'râf 7/163-166). Siz de bu maymuna çevrilenlere baktığınız zaman, bunların sizden kimler olduklarını çok iyi biliyordunuz. Başka bir yoruma göre mutlak sûrette fiziki olarak vücutlarında bir değişiklik olmadan ruhen ve fikren maymunların tabiatına sokulmuş zihin ve kalpleriyle maymunlara benzetilmiş kimselerdi. Bu hayvan türünün/domuz ve maymunun tıynet ve özellikleri onların ruhlarına işlemiş ve onlar maymunların -başka bir yoruma göre de domuzların- huylarını almışlardır.
"Biz bunu hem orada bulunup görenlere hem de sonradan gelenlere bir ibret levhası, bir ders; Allah'ın emirlerine karşı gelmekten sakınanlar için de bir öğüt kıldık." (el-Bakara, 2/66).
Allah bu olayı/kıssayı/cezalandırmayı o dönemde yaşayan ve bizzat orada bulunup olup biteni kendi gözleriyle görenlere, daha sonraki asırlarda yaşayanlara ve kıyamete kadar gelip geçecek herkese ibret verici bir ceza; takva sahipleri olan Müslümanlar için de böyle bir duruma düşmemeleri, bu gibi davranışlardan uzak kalmaları ve Allah'ın yasak kıldığı haramları yapmamaları için bir öğüt kıldı.
Bu ayette, Cumartesi yasağını çiğneyenlerin ağır bir şekilde cezalandırıldığı bildirilmektedir.
Rasûlullah'ın (sav) bazı hadislerinde Yahudilerin Cumartesi yasağı zikredilmiş ve ibretlik dersler olması için bütün insanlığın dikkatleri bu olaya çekilmiştir: Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
"Geçmiş ümmetlerden bir topluluk vardı ki, Allah onları Cumartesi yasağını çiğnedikleri için maymunlara dönüştürdü." (Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Mesâcid 283). Diğer bir hadisinde de şöyle buyurmuştur: "Allah Yahudileri lanetledi. Çünkü Allah onlara hayvanın iç yağını haram kıldı, onlar ise onu eritip sattılar ve parasını yediler."
Bu hadis, onların sadece Cumartesi yasağında değil, başka yasaklarda da hile yaparak Allah'ın hükmünü çiğnediklerini göstermektedir.
Kur'ân-ı Kerim Yahudilerin Cumartesi yasağına uymamalarını Müslümanlar için bir ibret ve uyarı olarak kaydetmektedir. Allah Müslümanları ve dolayısıyla bütün beşeriyeti Yahudilerin düştüğü hataya düşmemelerini, Allah'ın emirlerini ihmal etmemelerini ve oyuncak haline getirmemelerini ve hileye başvurmamalarını öğütlenmektedir.
Cumartesi yasağı, Yahudilere verilmiş özel bir emir ve ağır bir yükümlülüktü. Onlar bu yasağı hileyle çiğneyince Allah tarafından "maymunlara dönüştürülme" gibi ağır bir azaba uğratıldılar. Dolayısıyla Cumartesi yasağı, Allah'ın emirlerine uymanın önemini, hile ve aldatmanın ise ilahî adalet karşısında kurtuluş getirmeyeceğini gösteren tarihî bir örnektir.
Ahmet Ağırakça
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.