Siyasi vahdet-i vücud mesleği
Müslümanlar tek parça, yekpare oldukları sırada onlara cemaatü'l Müslimin/Müslümanlar cemaati adı verilebilir. Nitekim öyle de deniliyordu. Tek bir cemaat olarak anılıyorlardı. Lakin parçalanma süreçlerinde ve aşamalarında durum değişmiştir. Çözülme aşamasıyla birlikte mecmuu itibarıyla cemaatü'l Müslimin olarak anılsalar da tekil olarak cemaatü'm mine'l Müslimin/Müslümanlardan bir bölük veya cemaat kipiyle anılmaya başlamışlardır. Aynı sahada birden fazla cemaat varsa tekil olarak onların her birine cemaatü'm mine'l müslimin denmiştir. Aksi takdirde bir parçanın, bütünün temsilini iddaa etmesi tekelcilik anlamına gelir ve adalete gölge düşürür. Genişleme ve yayılma çağlarında bir devlet bütünü kapsamıyorsa da ona İslam devleti denilebilir ama mecmuu itibarıyla nakıstır. Zamanla dağınıklık üzerine kurulan yapılar meşru görülmüştür. Yeryüzünde aynı anda birden fazla hilafetin bulunması gibi. Bu durumda bütün yerine toplam esas alınmış olur. Osmanlı Devleti de bütün olarak İslam ümmetini kapsamamıştır. Bu açıdan nazari olarak parçalı ya da tamamlanmamış (yetersiz) İslam devleti denilebilir. Bazıları da bunlara hakiki değil suri hilafet demişlerdir. Osmanlı'nın yıkılmasıyla birlikte dağınık olan İslam alemi daha da parçalanmıştır. Devletler düzeyinde temsil edilemez hale gelmiştir. Bunun yerine ulus devletler ve cemaatler çağı zuhur etmiştir. İslam adına birçok cemaat teşekkül etmiş ve burada da bir tartışma başlamıştır. Bu cemaatler yapı olarak tek başlarına ümmeti veya devleti temsil ve teşkil edebilirler mi? 'Kayıp Fariza' adlı kitabın yazarı Muhammed Abdusselam Ferec gibiler Müslümanların devlet düzeyinde temsil edilmedikleri bir ortamda ve dönemde kendilerinin cemaatü'l Müslimin saymışlar ve tekelci bir anlayış geliştirmişlerdir. Halbuki sahada birçok benzeri cemaat vardır. Sadece iddia yetmez ve bu yapıların kamu üzerinde sözlerini geçirebilmeleri de gerekir. Halbuki öyle bir durum yoktur. Said Havva ise Müslüman Kardeşleri cemaatü'l Müslimin tanımına en yakın aday görmüştür. Salih Ekinci Hoca Said Havva'nın bazen zamansız ve zeminsiz olarak heyecan fırtınası estirdiğini bunun da 'zamansız öten horozu keserler' misali bazı erken doğumlara yol açtığını ifade etmektedir. Müslüman Kardeşler'i güncel İslam siyasi haritasında yerleştirdiği, konumlandırdığı yer de pek isabetli sayılmaz.
Müslümanları temsil eden ortak bir yapı olduğunda (cemaatü'l Müslimin) açıkta olan herkes buna katılmaya davetlidir. Nitekim hadislerin talimatı bu yöndedir. Huzeyfetü'l Yeman der ki, Ey Allahın Resulü "Bu iyilik döneminden sonra bir kötülük dönemi gelecek mi?" Şu cevabı alır: "Evet, cehennem kapılarındaki çağrıcılar kendilerine uyanları cehenneme atarlar." Dedim ki, "Ey Allah'ın Resulü! Onları bize tarif et!" Buyurdular ki, "Evet, derileri bizim derimizdendir, üstelik bizim dilimizi konuşurlar!" Dedim ki, "Ey Allah'ın Resulü! Eğer bu durum benim başıma gelirse ne tavsiye edersin?" Buyurdular ki, "Müslümanların cemaatine ve önderlerine tabi ol." Dedim ki, "Ya cemaatleri ve önderleri yoksa?" Buyurdular ki, "O zaman kendini bütün o fırkalardan ayır, soyutla, hatta o haldeyken, ölüm seni yakalayana kadar bir ağacın kökünü tutunmak zorunda kalsan bile, onu yap!"
Ferdi tasarruflar cemaatin birliğini gölgelemez. Nitekim Ensar'ın ileri gelenlerinden Sa'd Bin Übade Hz. Ömer (r.a.) halife seçilince Şam'a gitmiş ve oraya yerleşmiş ve onun halifeliği sırasında orada vefat etmiştir. Dolayısıyla her iki halifeye de biat etmemiştir. Bu istisnai bir durumdur.
Zorlama ile kendisine ve hizbine çağıran tefrika odaklarından uzak durulması tavsiye edilmiştir. Cemaatler geçici bir statüyü temsil etmekte ve boşluk doldurmaktadırlar. Fetret araçları arasında sayılabilirler. Su geldiğinde teyemmüm bozulur misali muayyen bir dönemi kapsar. Müslüman bölüklerden veya cemaatlerden bir bölük olduğu halde, IŞİD gibi herkesin üzerinde hak iddia eden ya da cemaatü'l Müslimin gibi davranan teşekküller sakıncalıdır ve haddi aşmaktadır. Daha ziyade bunlar harici anlayışı temsil ederler!
Bunlar tasavvuf kalıbında vahdet-i vücutçu anlayışlara tekabül eder. Bir olmadığı halde Allah ile kainatı bir kabul eder. Bunlara siyasi vahdetciler ya da vahdet-i vücudcular denebilir. Nitekim vahdet-i vücudu bir yanılsama olarak gören İmam Rabbani bunun yerine vahdet-i şuhud kalıbını veya tanımını önermiştir. Tasavvufta bu durum aleme bakış acısıyla alakalı bir durumdur. İmam Rabbani'nin Mektubat'ında ve sair kitaplarda vahdet-i vücud ile vahdet-i şühud mertebeleri bir tanımla ve sınırla ayrılmıştır. Panteistler her şey O'dur demişler ve bunu şöyle ifade etmişlerdir: Heme ost! Bunun hilafına karşıt görüş her şey ondandır demiştir. Yani halık ile mahlukun sahasını ayırmışlardır. Bunların kavramı ise heme ez ost'tur. Her şey ondandır!
Nitekim İhvan üyeleri Tekfir ve Hicre cemaatinin lideri Şükrü Mustafa'nın tezine karşı çıkarken parça cemaatlerin kendilerini bütünün yerine koyamayacağını ve bu doğrultuda cemaatü'n mine'l Müslimin/cemaatlerden bir cemaat deme haklarının olduğunu lakin herkesi kuşatıcı bir şekilde 'herkes bizden ibarettir' anlamına gelen cemaa'tül Müslimin deme haklarının olmadığını söylemişlerdir. Said Havva'nın yaklaşımının hilafına Hasan el Benna da böyle söylemiştir. Ürdünlü İslami Çalışma Cephesi'nin bayan milletvekillerinden Dr. Dime Tarık Tahbub bu yönde Hasan el Benna'dan şu sözleri aktarmıştır:"Biz Müslümanlardan bir cemaatiz. Müslümanlar cemaati değiliz..." (https://www.alquds.co.uk ,Cemaatü'm mine'l Müslimine leyse cemaaütü'l Müslimin)"
Bir nehrin kendisini deniz ilan etmesi gerçeğin böyle olduğunu göstermez! Bir cemaat tek başına bir devleti, bir ümmeti yönetemez. Yoksa otoriterleşir ve totaliterleşir. Halbuki, bazuhum min baz sırrıyla birbirlerini tamamlarlar.
Mustafa Özcan
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.