Bayram zuhuratı
Bayramda semanın altında, toprağın ve yüzeyin de üzerinde kalan (tahta edimu's sema) son akrabaları ziyarete gittik. Bayramlaştık. Sakarya/Erenler'de mukim kayınpederi ziyaret ettik. Öğle namazını eda etmek için yakındaki mescide uğradık. Namaz sonrasında bir zat yaklaştı ve kendisini takdim etti. Hal hatır sordu. Sakarya Üniversitesi'nin kadrolarına tahsisen yapılmış olan civardaki yerleşkede oturuyormuş. Daha önce görüştüğümüz kesin. Aradan uzun yıllar geçtiği için izler kaybolmuş. İskender Paşa Camiasına mensup isimlerden birisi. Bana Hak Yol Vakfı'na yakın arkadaşların Yusuf Selim Kültür Merkezi'nde buluşacaklarını ve bayramlaşacaklarını haber verdi. Beni de davet etti ve dilersem birlikte gidebileceğimizi söyledi. Davete icabet gerekli olduğundan ve eski arkadaşları da görebileceğim için Saatçı Burhan Torlak abinin tabiriyle zuhurata tabi oldum. Halbuki niyetimde öğle ikindi arasını Bekir Uysal kardeşimle geçirmek vardı. Lakin zuhurata ve kaderin yeline tabi olduk. Mihmandar kardeşimiz eski dostlardan Rüstem Keleş'in de teşrif edeceğini de söyledi.
Bulvara yakın bir mesafede bulunan Yusuf Selim Kültür Merkezi'ne revan olduk. Çevrede hummalı veya harıl harıl kentsel dönüşüm çalışmaları göze çarpıyordu. Mekana geldiğimizde daha önce buraya geldiğimi ve yabancısı olmadığımı hatırladım. Üst kata çıktık ve burada Mehmet Zahid Kotku Camii imam hatibi ve yeni dönemde İskender Paşa Camii imam hatiplerinden Sami hoca da vardı. Sakarya'da iken kendisiyle bu kadar görüşmüyorduk. Halil-İbrahim Berk'in enişteleri oluyor. Sık sık İstanbul'da İskender Paşa ziyaretlerimde karşılaşıyoruz. Zuhurat gereği Sakarya'da da öyle oldu.
Bayramlaşma sırasında tanışma faslından sonra Rüstem Keleş bey de geldiler ve bana söz verdiler. Konu elbette bölgesel gelişmeler meyanında Suriye ile Gazze odaklı idi. Sorulu cevaplı kısa bir sohbet yaptık. Ortam akademisyenlerle dolu idi. Bunlardan birisi de yanımda oturan Endülüs uzmanlarından Lütfi Seyban idi. Onunla da kesik kesik sohbet ettik.
Muayede veya bayramlaşmanın sonuna doğru Rüstem Keleş biraz eskiye giderek tanışıklığımızdan bahsetti. Mısır'dan döndüğümde bir süre Hak Yol camiası ile içli dışlı olmuştuk. 1985-86 yıllara tekabül ediyor olmalı. O yıllar bilhassa haziran ayında iki mühim şahsiyet art arda vefat etti. Bunlardan birisi Cahit Zarifoğlu diğeri de Cemil Meriç'ti. Vefatları bizim camiayı bir araya getirmişti. Ardından gazeteciliğe intisap ettim ve İstanbul'da karar kıldım.
Konuşmasında Rüstem Keleş, Nakşibendililiğin Halidiye kolunu ve misyonu anlattı. Bu konu üzerinde durdu. İmam Rabbani İslamlaşma politikasıyla Hint Müslümanlarını ayağa kaldırmıştır onlara büyük hizmetlerde bulunmuştur. Müslümanların Hint kültür denizinde boğulmalarına engel olmuştur. Osmanlı'nın son döneminde merkezi şark açısından benzeri bir hizmeti Halidilik deruhte etmiştir. Halidi Bağdadi de Hindistan'dan el almıştır. Nakşibendilik meşrep-mezhep olarak Ehl-i Sünnet müdafii idiler. Bu vurguyu esas alırlardı. İkinci olarak temayüz ettikleri husus siyaseten de panislamist çizgileri idi. Kısaca Ehl-i sünnet vurgusuyla inanç alanında birliğe atıfta bulundukları gibi fiiliyatta izlemiş oldukları panislamist siyaset ile de Müslümanların birlik ve beraberliklerine hizmet etmişlerdir. Ayakta kalmaya himmet etmişler ve sukutu/düşüşü geciktirmeye çalışmışlardır.
Türkiye'de bu hizmetin makes ve yankılarından birisine Mehmet Zahid Kotku hazretleri mazhar olmuş ve manevi anlamda yeniden ayağa kalkmanın çarelerini aramıştır.
Bu arada Rüstem Keleş bey tasavvuf klişesi altında yapılan tahrifat ve tahribata da dikkat çekti ve bazı nev-zuhur veya nesepsiz ekollerin türediğini ve bunların İslam imajını gölgelediklerini ve zarar verdiklerini bahis konusu etti. Bu hususta yer yer temelsiz yüklenmeler olsa da bunların bir kısmı tamamen asılsız ve yok saymak da doğru değildir. Dolayısıyla suçlamalar karşısında doğrudan ve otomatik olarak savunmaya geçmek de bazı gerçeklerin küllenmesine neden olmakta ve inhiraf çizgisini güçlendirmektedir. Bu hususta teferruata inmeden müteşerri çizgiyi korumada Mehmet Zahid Kotku'nun özel bir gayreti ve katkıları olmuştur. Tasavvuf adına müteşerri çizgiden asla taviz vermeyen bir yönü bulunuyordu. Mevlana'nın dediği gibi bir yönüyle şeriatın merkezinde diğer yönüyle de kainatta devran ediyordu. Bu yöndeki gayretleri iftihar tablosu oluşturmakta idi. Zira bozulma her alanda varittir tasavvufi hareketler de bundan müstesna değildir. Lakin bu toptan suçlamayı da gerektirmez ve doğru da olmaz!
Mustafa Özcan
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.