Zekeriya Erdim
5.07.2025
Zekeriya Erdim
Bir rüya, bin yorum
Tüm Yazıları

Bir rüya, bin yorum

Genel anlamda "rüya"; gerçekleşmesi mümkün ve muhtemel olan bir ruh halidir. Özel bir şarta bağlı olmaksızın, hemen herkes rüya görebilir yahut o ruh halini kendi iç dünyasında yaşayabilir.

Rüyalar, bazen gündüz kurulan hayalin geceye yansımasıdır. Bazen, derinlere inmiş duygu durumunun, yer altı suyunun yer yüzüne çıkmasına benzer bir şekilde fışkırıp ilham kaynağı olmasıdır.

Dini gelenekte, önemli olayların ve durumların eşiğinde, "istişare" sonrası "istihare" uygulaması yapılarak da rüya görülür. Ehlince yorumlanarak, işaret ettiği istikamette karar verilir.

Ayrıca, vahyin geliş kanallarından biri olarak da tanımlanmıştır. Peygamberler, kendileri aracılığıyla insanlara gönderilen ilahi mesajların bir kısmını rüya yoluyla almıştır.

Ancak, İslam fıkhına göre; bağlayıcı denilecek derecede güvenilir bir bilgi kaynağı olmadığına karar verilmiştir. Kişi kendisi itibar etse bile, başkalarını ilzam etmesinin caiz olmadığı belirtilmiştir.

Çünkü, rahmani olabileceği gibi şeytani olma ihtimali de vardır. Hangisi olduğunun kesin bir ölçüsü yoktur, koruma altına alınmamıştır.

"Bir rüya, bin yorum" ifadesine vesile olan adam; rüya konusuna bu çerçeveden bakıyordu. Gördüğü rüyaların bazılarını dostlarına ve yakınlarına anlatıp ehlinden yorum alıyor; bazılarını ise, hiç gündeme getirmeden, "hayırdır inşallah" diyerek hafıza arşivinin dışına atıyordu.

Zaman zaman, bire bir tutan rüyaları olmuştu. Yapılan yorumlar, yaşanan bir gerçek haline gelmişti.

Öte yandan, önemli bir olayla ilgili istihare uygulaması yapmıştı. Gördüğü rüyanın işareti istikametinde karar vermiş ama sonra tersi çıkmıştı.

Nedense, son günlerde gördüğü bir rüya onu derinden etkiledi. Kendince yorumlamaya çalıştı, derinlemesine değerlendirmek istedi.

Eşiyle birlikte, bir mekan ve hal değişikliği yapıp ruhen dinlenmek için şehir dışına çıkmışlardı. Sakin bir konaklama tesisinde, gündelik gündemlerden uzaklaşıp baş başa kalmışlardı.

Mümkün mertebe, kendilerini fazlaca meşgul eden ve yoran konulardan uzak durmaya çalışıyorlardı. Hatırlayınca gönüllerine hoşluk verecek hayallerini ve hatıralarını konuşuyorlardı.

Aslında, her zaman öncelikli gündemleri aile ve eğitim sahasıydı. Yıllardır, müşterek hayatlarının kavli ve fiili duasıydı.

Hangi noktadan yola çıksalar, sonunda oraya varıyorlardı. İlgi ve ihtisas konuları haline gelen iki alanın orta yerine çadır kuruyorlardı.

O gecenin gündüzünde ve akşamında, gündemleri "aile çalışmaları" olmuştu. Aile hayatı ile toplum hayatı arasında kurulması gereken denge ve uyumla ilgili bir yazıya başlamış, tamamlanması ertesi güne kalmıştı.

Fakat, uykusunda eğitimle ilgili bir rüya gördü. O kadar etkisinde kaldı ki; yeni bir aşk, şevk, heyecan içine girdi.

Otobüse benzer bir toplu ulaşım aracıyla, yolculuk yapıyordu. Sessiz ve dalgın bir şekilde, sağa sola bakıyordu.

Görüş alanı içinde insanlar, hayvanlar, ağaçlar, bitkiler vardı. Bir filim şeridi gibi kayıp gidiyorlardı.

Derken, sürücü koltuğunda oturan adamın telefonu çalmıştı. Kulak misafiri olduğu konuşmalardan, arayanın devletin en üst makamında bulunan kişi olduğu kanaatine varmıştı.

Biraz sonra, kendi ismini zikrederek "Orada mı?" diyordu. Arkasından, "Yalnız mı, yanında başka kimse var mı?" diye soruyordu.

Aracıyı devre dışı bırakıp, doğrudan söze girdi. "Efendim, şu anda bir yerden başka bir yere gitmek için buradayım. Bir emriniz varsa, gereğini yaparım inşallah" diye cevap verdi.

O gene sürücüye hitap eder gibi konuşuyordu. Kendisini kastederek, "Kırk elli kişiyle eğitim semtini tutabilir mi?" diyordu.

"Elbette" demeye hazırlanırken uykudan uyandı. Beyninde bir şimşek çaktı, zihin dehlizleri kademeli olarak aydınlandı.

Biliyordu ama gene de "semt" kelimesinin anlamlarına baktı. Sözlüklerde, üç ayrı tanım çıktı.

Birincisi, "ikamet edilen yer" anlamına geliyordu. Mahalin yahut mahallenin bir bölümü kastediliyordu.

İkincisi, bir "taraf" yahut "yan" demekti. Adres vermek; yol, yön, istikamet belirtmekti.

Üçüncüsü, "muhit" sözcüğü ile ifade edilen bir çevreydi. Sosyal, kültürel, fiziki unsurların tamamını ihtiva etmekteydi.

Öte yandan; "tutmak" sözcüğü de "ele almak, yakalamak, ele geçirmek, taraf olmak, savunmak" gibi anlamlara geliyordu. Korunması gereken din, devlet, vatan, millet, kültür, medeniyet alanlarının, konularının, değerlerinin her birine "cephe" deniyordu.

Kendi kendine, "Ben zaten eğitim çevresinin yahut cephesinin içindeyim" diye mırıldandı. Gene de sanki yeni bir durum hasıl olmuş gibi etkilendi, derinden bir dip dalgası gelmiş gibi duygulandı.

Daha büyük bir aşkla, şevkle, azimle, iradeyle eğitim cephesine yöneldi. "Kültür ve medeniyet savaşında ilk kaybettiğimiz kale burasıydı, muhtemelen son kurtaracağımız kale de burası olacak. Bu kale kurtarılırsa, bütün kaleler kurtulacak" dedi.

Hangi sebeple olursa olsun, güzel bir rüya görmüştü. Dert ve dava arkadaşı olabilecek dostlarıyla birlikte, eğitim cephesini tutmaya karar vermişti.

İnşallah başkaları da gerçeğe dönüştürmek isteyecekleri hayaller kurar, rüyalar görürlerdi. Onlar da kendi cephelerini tutup, korumaya yahut kurtarmaya karar verirlerdi.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Zekeriya Erdim

Zekeriya Erdim Diğer Yazıları