Ahmet Ağırakça
22.09.2025
Ahmet Ağırakça
Bilge Adam ile Buluşmasından Sonra Yaşanan Hayretâmiz Olaylar
Tüm Yazıları

Bilge Adam ile Buluşmasından Sonra Yaşanan Hayretâmiz Olaylar

"(Bilge adam ile buluşmasında) orada kendisine tarafımızdan bir rahmet vermiş ve nezdimizden bir ilim öğretmiş olduğumuz kullarımızdan bir kul buldular." (el-Kehf, 18/65).

Cenâb-ı Allah tarafından kendisine ilim ve bazı gaybî bilgilerin verildiği ve bu nimete sahip kılınan bilge kul kimdi, buna nasıl bir ilim verilmişti. İsmi hakkında hadis ve tefsir kaynaklarında kaydedilen bilgileri yukarıda aktardık. Bu halk arasında ölümsüz olan hâlâ yaşadığına inanılan efsanevi bir şahıstır. Ama bu halk inancı olup ümmetin büyük alimleri böyle bir şahsiyetin yaşamadığını, yaşamış olsaydı insanlar arasına çıkar ve herkesin tanıdığı bir şahsiyet olurdu. Ancak bazı hadis şerhlerinde bunun kıyametin yakınında çıkacak olan deccal ile mücadele edeceği söylenen salih kulun el-Hıdır olduğu kanaatinde olan görüşler vardır. Bu konudaki görüş ayrılıklarından dolayı bizim kanaatimizin insanlar arasında ab-ı hayat içip de ölümsüzleşecek bir beşer söz konusu olamaz.

Ona verilen bilgiye gelince, İlm-i ledün diye kavramlaştırılan bir bilgi olup Allah tarafından vahiyle istediği bir kul-beşer peygambere verdiği ilimdir. Ancak yukarıda ifade etiğimiz gibi Kur'ân-ı Kerim bu kulun kim olduğunu ve ismini açıklamamaktadır. Abdullah İbn Abbas'tan gelen bilgilerde yukarıda ifade ettiğimiz gibi bu kulun el-Hadr (Hıdır) adında salih ve bilge bir kul olduğu ifade edilmekte olup bazı müfessirler de bu ayeti tefsir ederken bu bilgiyi kullanmaktadır. Hatta tefsirlerin çoğunda bu olay ve bilge kişi ile ilgili uzun ve ayrıntılı bilgiler verilmektedir. Kısmen hadislere de yansımış olan bu bilgilerin sağlıklı bilgiler olup olmadığı noktasında ciddi araştırmalar gerekmektedir. Ancak kaynaklarda kaydedilmiş olması sebebiyle bazı gerçekleri yansıttığını söylemek de mümkündür, (Kurtubî, el-Câmi' XIII, 324; İbn Kesir, V, 172. Ayrıca bk. Buharî, Tefsir, Tefsiru Sûreti'l-kehf, 4; Müslim, Fadâil 170).

Kur'an-ı Kerim olayı anlatmaya devam etmektedir:

"Mûsâ ona "Sana öğretilen (hidayete ve hakka ulaştıran) ilimden, bana doğru ve hayırlı olanı öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?" dedi." (el-Kehf, 18/66). Hz. Musa'nın son derece dikkatli ve nazik bir üslup ve seçilmiş kelimelerle ifade ettiği isteğine karşılık veren bilge kul ise buna Musa'nın güç yetiremeyeceğini söylemişti:

"O (bilge kişi) dedi ki: "Doğrusu sen benimle birlikte (iken yaşanacak olaylara karşı) sabretmeye güç yetiremezsin. Sen iç yüzünü (işin özünü) kavrayıp bilemediğin bir şey gördüğünde nasıl sabredip dayanacaksın?" (el-Kehf, 18/67-68).

Bilge kişi Hz. Musa'ya: "Ey Musa benim bildiğim bilgilere göre hareket ettiğime ve yapacaklarına dayanman mümkün olmaz. Çünkü senin sahip olduğun bilgi olayın zahirine/dış görünüşüne uygun karar ve hüküm veren bir bilgidir. Zahire göre hüküm veren bilgi ise benim yapmakla görevli olduğu olaylara uygun değildir. Sen gördüklerine bakıp zahire göre hüküm vereceğinden sana bilgisi verilmemiş, hikmeti anlatılmamış, tamamen senin bilginin dışında kalacak olaylara karşı tahammül edemezsin. İç yüzü hakkında bilgin olmayan meselelere nasıl dayanacaksın? Demesine rağmen Hz. Musa isteğinde ısrar etmiş ve onunla yolculuğa devam edeceğini, gördükleri karşısında sabırlı olacağını ve itiraz etmeyeceğini, yaptıklarına karşı çıkmayacağını söylemişti. Kur'ân'ın ifadesiyle şöyle demişti:

"O da: "İnşallah sen beni sabırlı bulacaksın. Sana hiçbir konuda karşı gelmeyeceğim" dedi." (el-Kehf, 18/69). Bunu üzerine bilge adam hz. Musa'ya şöyle demiş ve yollarına devam etmişlerdi.

"Bana uyarsan, sana o hususta açıklama yapıncaya kadar (görüp işiteceğin şeyler hakkında) bana hiçbir şey sorma" dedi. (el-Kehf, 18/70). Bu ayrıca farklı bir imtihandı.

Risalet ve Rasuller Zâhire Göre Hükmederler

Bundan sonra Hz. Musa gördüklerine karşı ister istemez sahip olduğu bilgiler çerçevesinde hareket edip hukukun gereği olarak işlerin zahirine göre hükmedecek, bilge kişi ise buna aykırı davranışlarda bulunacaktır.

"Bunun üzerine ikisi yola koyuldular. Nihayet bir gemiye bindiklerinde, o (bilge kul) gemide bir delik açtı. (Mûsâ) "İçindekileri suda boğmak için mi gemiyi deldin? Andolsun ki sen, (görülmedik ve zararı) büyük bir iş yaptın!" dedi." (el-Kehf, 18/71).

Bu ayete bakarsak olay şöyle devam etmektedir: Denizin kıyısında yürümeye devam ettiler. O arada denizden bir gemi geçmeye başladı. Gemiye binmek istediklerini geminin sahiplerine söyleyince bu istekleri kabul edildi. Muhtemelen geminin kaptanı bilge kişiyi daha önceden tanıyor olabileceğinden onlardan ücret almadılar. Gemiye bindikten sonra bilge kişi geminin tabanındaki tahtalardan birini kırmaya ve gemiyi delmeye başlayınca Hz. Musa buna hemen itiraz ederek: "sen ne yapıyorsun gemiyi batırıp içindekileri suda boğmak mı istiyorsun, yemin ederim ki sen çok büyük bir yanlışlık yaptın" demişti.

"O (bilge kişi): "Ben sana benimle yürümeye asla dayanamazsın, (gördüklerine karşı sabırlı olamazsın) demedim mi?" dedi," (el-Kehf, 18/72). Buhari'nin kaydettiği bir hadis'e göre olay şöyle devam eder: O arada bir kuş gelip geminin kenarına konarak denizden gagasıyla bir damla su içip uçtu gitti. Bilge kişi Hz. Musa'ya dönüp: "Şu kuşun denizden aldığı bir damla suyun deniz suyuna tümüne oranla ne kadar olduğunu gördün mü? Senin ilmin ile benim ilmim yüce Allah'ın ilmene kıyasla kuşun denizden aldığı bir damla su kadardır. Denizden kuşun gagasıyla aldığı o bir damla su denize nisbetle hiçbir şey hükmündedir" demişti. (Buhari, "Tefsir, 18. Sure", 2 ve 4; Ahmed İbn Hanbeli, Müsned, V, 118). Yani insanların sahip oldukları bilgiler Yüce Allah'ın bilgisi karşısında sözü bile edilecek düzeyde olamaz. Vahiy almış olsalar bile bu durum aynıdır değişmez.

Bunun üzerine Hz. Musa itiraz etmeyip susmuş ve Kur'ân'ın ifadesiyle şöyle demişti: "Unuttuğum bir şeyden dolayı beni sorgulama! Şu işimde de (senden öğrenmek istediklerim konusunda da) bana güçlük çıkarma!" dedi," (el-Kehf, 18/73). Kısaca Hz. Musa gördüklerine ses çıkarmayıp itiraz etmeyecek ve kendisine izahat verilmedikçe hiçbir söz söylemeyecekti. Ama zahire göre hükmeden bir risalet sahibi olarak verdiği sözü bir kenara bırakıp veya unutup itirazda bulunmuştu.

"Yine yola koyulup yürüdüler. Nihayet (yolları üzerinde bir yerde arkadaşlarıyla oynayan) bir erkek çocuğa rast geldiler. O (bilge kul) hemen o çocuğu (bir kenara çekip) öldürüverdi. (Mûsâ) dedi ki: "Ne yaptın böyle? Tertemiz ve günahsız, başkasını öldürmediği hâlde (kısas hükmü olmaksızın masum) bir cana nasıl kıydın? Doğrusu sen hiç görülmemiş çok kötü bir şey yaptın," dedi." (el-Kehf, 18/74).

Kaynakların ifadelerine göre gemiden inip sahilde yollarına devam ettiler. Arkadaşlarıyla oynamakta olan bir çocuğu yakalayıp kenara çekti ve başından yakalayıp kafasını kopardı. Çocuk anında ölmüştü. Bir başka bilgiye göre ise çocuğun kafasını bir taşla ezip durmuş ölünceye kadar vurmaya devam etmişti. Hz. Musa gördüğü bu manzara karşısında alabildiğince dehşete kapılmış, bir taraftan bu şer'an mümkün olmayan ve olmaması gereken bir olayken bilge kişi bu zahiren masum olan çocuğu öldürmesi karşısında itiraz ederse bu bilge adamla süren yolculuğunu tehlikeye atacak, susarsa kendisine gelen vahye aykırı bir ameli kabullenmiş olacak. Ama buna rağmen Kur'ân'ın ifadesiyle: "Ne yaptın böyle? Tertemiz ve günahsız, başkasını öldürmediği hâlde (kısas hükmü olmaksızın masum) bir cana nasıl kıydın? Doğrusu sen hiç görülmemiş çok kötü bir davranışta bulundun," dedi." Çocuk baliğ olmadığı için ayette geçen "tertemiz/nefsen zekiyye" hiç günah işlememiş bir çocuğu öldürmenin büyük bir günah olduğunu bilen Hz. Musa olayı görmüş şaşırmıştı. Fakat Her iki olayı ondan başka orada çevrede olanların hiç birisi görmüyordu. (Buharî, Kehf suresi tefsiri, 3; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, V, 120).

Bu kadar zahiren yanlış olan bu işlerin yapılmasına adeta itiraz eden Hz. Musa'ya bilge adam şöyle demişti: "Dedi ki: "Ben sana benimle yürümeğe asla dayanamazsın demedim mi?" (el-Kehf, 18/75). Musa (as) da artık bütün bu zorluklar ve bilmediği bir fıkıh ve hukuk karşısında biraz daha sabredeceğini şu sözleriyle ifade etmişti:

"(Mûsâ) "Eğer bundan sonra sana bir şey soracak olursam artık benimle arkadaşlık etme. Artık mâzur sayılırsın" (Bundan sonra senden özür dilemeye hakkım kalmaz. Doğrusu, tarafımdan dilenecek son özre ulaştın bu son özür dileyişim olsun) dedi." (el-Kehf, 18/76).

Yollarına devam ederek yürüyüp gittiler. "Nihayet bir kasaba halkının yanına vardılar. Yolda acıktıkları için bu kasabanın halkından yiyecek istediler. Fakat (onlar) kendilerini misafir etmeyi kabul etmediler. Orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar gördüler, (bilge adam) bu duvarı doğrultuverdi. (Mûsâ) dedi ki: "Dileseydin elbet buna karşılık (kasaba halkından) bir ücret alırdın." (el-Kehf, 18/77).

"(Bunun üzerine) O da: "Artık benimle senin ayrılışımızın vakti geldi demektir, dedi. Dayanamayıp da kendi sahip olduğu zahiri bilgiye göre yorumlamaya kalktığın olayların iç yüzünü (ve asıl yorumunu) sana ayrı ayrı anlatayım: "O gemi, denizde (geçimlerini sağlamak üzere) çalışan yoksul kimselerindi. Ben onu kısmen hafifçe delip kusurlu hâle getirmek istedim. Çünkü (denizde) onların peşlerinden gelen ve her (sağlam) gemiyi zorla gasp eden zalim (korsan) bir hükümdar vardı. (el-Kehf, 18/778-79). Geminin delinmesinin hikmeti fakir olan balıkçı sahiplerini kurtarmak ve zalim hükümdarın şerrinden onları kurtarmak için olduğunu izah etti.

Öldürülen o "Erkek çocuğa gelince, annesi de babası da mümin kimselerdi. Bunun, anne ve babasına azgınlık yaparak inkârcı ve nankörce davranışlarıyla onları sıkıntıya ve küfre sürükleyip derin acılar çektireceği yolunda endişe verici olduğunu gördük. "Böylece bunun yerine Rabbinin kendilerine daha temiz, daha hayırlı ve daha merhametli bir çocuk vermesini diledik. "(el-Kehf, 18/80-81).

Sonra bilge adam izahlarına devam ederek şu açıklamaları yaptı: "O (ücret istemeden onardığım) duvara gelince; şehirde yaşayan iki yetim erkek çocuğa aitti. Duvarın altında da onlara ait bir define vardı. Babaları ahlâklı, erdemli bir kimseydi. Bunun için Rabbin ikisinin de ergenlik yaşlarına ermelerini ve -Rabbinden bir rahmet olmak üzere- definelerini çıkarmalarını diledi. Ben bütün bunları kendiliğimden yapmadım. İşte senin dayanamadığın ve sabır gösteremediğin hususların asıl yorumu budur." (Bütün bunları kendi bilgimden ve kendi kanaatimden değil, Allah'ın emri ve bana gösterdiği yöntemlerle verdiği emirlere göre hareket ederek gerekeni yerine getirdim).

Kehf Suresi'ndeki kıssada dikkat edilmesi incelikler vardır. Gaybı sadece Allah bilir, ileride herhangi bir kimsenin ne yapacağını nasıl bir amel işleyeceğini, hangi sevapları kazanacağını ya da hangi günahları yükleneceğini hiç kimse bilemez. Ancak Allah vahiyle bu gibi bilgileri gerektiğinde rasullerinden dilediklerine bildirir ve gaybî olaylar hakkında bilgiler verir. Burada Kur'an nassına baktığımızda Musa (as) ve diğer peygamberlere verilen ilim vahyi bilgi olarak dünya hayatında zahire göre hükmetmeyi emreder. Buna zahiri adalet deriz. Hikmeti bilinmeyen konularda "ileride şöyle olacağı için bunu gerçekleştirdik" demek hiçbir vahye ve şeriata uygun olamaz. Hz. Musa ve bilge adamın yaşadıklarını bize Kur'ân-ı Kerim bildirdiği için aynen kabul eder bunlara iman ederiz. Fakat "falan kişi ileride çok kötülük işleyecek annesine-babasına hatta topluma ve ümmete zararlı bir ferd olacak" diye ne hukuken ne siyaseten asla öldürülemez. Bu olaydaki hikmeti yine bize yüce Rabbimiz bu bilge kişinin diliyle açıklamıştır. Ama insanlar buna kıyasla aynı tarzda fiillere kalkışamazlar.

Hz. Musa, Allah'ın kendisine verdiği şeriat bilgisine dayanarak olayları zahire göre değerlendirmekle görevlidir. Fakat bilge adam, Allah'tan aldığı vahyî ilhamla işlerin derin hikmetini bilir. Bu olay ile; "Geminin delinmesi, çocuğun öldürülmesi ve duvarın onarılması ilk bakışta zulüm ve anlamsızlık gibi görünse de olayların arka perdesinde büyük bir rahmet ve hikmetin gizli olduğunu Peygamberler dahi bilemez" mesajı insanlığa bildirilmiştir. Bu olayın diğer bir yönü insana sabrı, aceleci hüküm vermemeyi ve Allah'ın iradesinin her şeyin üstünde olduğunu öğretir. Böylece zahire göre adalet, vahye göre ise bilinmeyen hikmet ortaya çıkabilir. Ama bu imkân ve kabiliyet ya da bu tarz bir bilgi kimseye verilmemiş özellikle son Peygamber Hz. Muhammed'in (sav) ahirete intikal edip vahiy kapısının kapanmasından sonra bu tarz vahiy ve ilham söz konusu olamaz.

Hz. Musa'nın tavrı, zahire göre adaletin nasıl işletildiğini gösterir. O, şeriatın ölçülerine göre gemiyi delmeyi mala zarar vermek, çocuğu öldürmeyi haksız cana kıymak, karşılıksız duvar tamirini ise emeğin zayi edilmesi olarak görür. Zira zahirî adalet, görünen fiile göre hüküm verir; niyet veya perde arkasındaki hikmeti bilmez. Hz. Musa'nın bu tepkileri, peygamberlerin vahyin zahirine ve hukukuna bağlılığını ve insanların hayatında adaletin ancak zahire göre kurulabileceğini öğretir. Dolayısıyla bu olay insanın görevinin gizli hikmetleri değil, zahire göre adil hükümler vermek olduğunu vurgular.

Ahmet Ağırakça

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Ahmet Ağırakça

Ahmet Ağırakça Diğer Yazıları