Mustafa Özcan
16.07.2025
Mustafa Özcan
Revizyon sınırındaki İran
Tüm Yazıları

Revizyon sınırındaki İran

Ayetullah Humeyni'nin kalkıştığı İran devriminde geçmeyen yapısal bir bozukluk var. Bunun bir kısmı tarihe raci bir kısmı da günceldir. Tamir olmayı ya da yıkılmayı bekliyor. Aslında çalıntı bir doktrin. Daha doğrusu eklektik bir sistem. Bir yüzünde Müslüman Kardeşlerin siyasi izi ve vizyonu var diğer tarafta da Şiilikten devreden umdeler var. Konjonktür olarak Müslüman Kardeşlerden zemin olarak da Şiilikten etkilenmişler ve bunları birer terkip haline getirmişlerdir. Iraklı Şii Reşid Huyun gibilerin de ortaya koyduğu gibi Irak'ta Dava Partisi ve İran'da da Muntazeri ve Humeyni İhvan'ın siyasi modelinden etkilenmişler ve uygulanma aşamasında bu modeli İslam dünyasına ihraç edebileceklerini düşünmüşlerdir. Bu bozukluğun temerküz ettiği noktalardan birisi velayet-i fakih namıyla ahund veya mollalardan ileri gelen birisinin ülkeyi yönetmesi tezidir. Bu kişiye veliyyufakih denilmektedir. Bu yapı cumhuriyet adı ile de çelişmektedir. İslam cumhuriyeti olarak da isimlendirilen bu yapı velayet-i fakihin mutlak kontrolü altındadır. Yani seçilmişlerle atanmışlar arasında bir denge değil karmaşa söz konusudur. Bir başka önemli nokta ise devletin yapısının Şiiliğe dayandırılmasıdır.

Mezhebi esas alan bu maddenin vazgeçilmez olduğu ve değiştirilemeyeceği de hükme bağlanmıştır. Bu maddeler İran'ın içinde bulunduğu jeopolitik çevre ile çelişmektedir. Velayet-i fakih doktrini aynı zamanda cumhuri İslami ( İslam cumhuriyeti) ismiyle de kabil-i insicam değildir. Bu maddelerle birlikte İran çevresinden ve Sünni dünyadan tecrit edildiği gibi aynı zamanda İran'ın terkibini meydana getiren unsurları da dışlamaktadır. Kürtler, Belüciler ve Türkmenler gibi Şii olmayan unsurlar sistem dışı kalmaktadır. Devlet çarklarında kendilerine yer bulamamaktadır. Bu da sürekli iç çekişmelere sebebiyet vermektedir. İsrail karşısında İran'ın yalnızlığı kayda geçmiştir. Dolayısıyla İran'ın yeniden yapılandırılması ve çevresiyle uyum içinde olması bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Ecel terleri karşısında yapısal bozukluğunun da bir an önce tamir edilmesi hayati önem arz etmektedir. Bu nedenle devletin bildik yapısı değiştirilmelidir. Bu hangi kalıpta gerçekleştirilmelidir? İran'ın genel İslami yapısı örselenmeden, özüne ilişmeden özel yapısı yeniden ele alınmalı ve gözden geçirilmelidir. Gelişmesini ve çevresiyle bütünleşmesini sekteye uğratan ve engelleyen karakterinin değiştirilmesi gerekiyor. Biz de buna revizyon diyoruz. Revizyon, "yeniden gözden geçirmek, düzeltmek" anlamındadır. Eski dilde buna ıslah ve tashih denilmektedir.

İran Hazreti Ömer döneminden itibaren İslam'a girmiştir. Mısır ne ise İran da o'dur. Lakin Şah İsmail'e kadar Sünni kalabilen ve Sünni ağırlığını koruyan bu ülke onun estirdiği infiratçı rüzgarla birlikte çevresine yabancılaştırılmıştır. Endülüs gibi 8 yüzyıl İslam haziresinde kaldıktan sonra yön değiştirmiştir. Kendisine yabancılaşmıştır. Bunun nedeni dini değil daha ziyade siyasidir. Hıristiyan dünya ile İslam dünyası arasında kalan Hazar Türklerinin siyasi nedenlerle Yahudiliği benimsemesine benzer. İran da Sünni dünyanın gölgesinden kurtulmak için Şiiliği benimsemiştir.

Böylece kendisini çevre ve dış rüzgarlardan koruyacağını ummuştur. İran'ın hançer gibi tampon bir devlet haline gelmesi dünya Türklüğüne zarar verdiği oranda Türkistan'ı da hinterlandından koparmıştır. İki tarafı da zayıflatmıştır. Kısaca İran Şiiliği Türk dünyasının buluşmasına engel olduğu gibi İslam dünyasının da kaynaşmasına ve iki yakasının bir araya gelmesine de engel olmuştur. Yakaları birbirinden ayırmıştır. Bu sayede Türkistan çevresinden koparılmış ve tecride ve yalnızlığa mahkum edilmiştir. Hint Alt Kıtasında kurulan Babür İmparatorluğunun yıkılmasında da İran'ın geçit vermemesinin büyük rolü vardır. Şiilik İslam alemi ve Türkiye'nin yolunu kesmiştir, kapatmıştır. Lakin İran kuşattığı oranda kuşatılmış ve adeta dışa açılmayan bir iç ülke hüviyetini kazanmıştır. Bunun için yapısının dinamikleri gözden geçirilmeli ve bölgenin jeopolitiğine uydurulmalıdır.

Bunun için öncelikle çatışmacı Humeyni'nin siyasi irsinden kurtulması gerekir. Velayet-i fakih anlayışıyla birlikte bidatkar bir rejim görüntüsü kazanmıştır. Behemahal dünyada bir benzeri olmayan velayet-i fakih doktrini ve düzeninin gözden geçirilmesi ve kaldırılması gerekmektedir. Kendisinin başına da İslam dünyasının başına da bela olmuştur. Sadece Sünniler değil İran halkı da genelde bu rejimi benimsememiştir. Bu rejimin din adamların dayandırılmış fıtrata aykırı bir karakteri vardır. Din yerine din adamlarına dayandırılmıştır. Bu durum kanunun yerine kolluk kuvvetlerinin geçirilmesine benzer. Sonuçta sofistike değil indirgemeci ve darbeci bir anlayışı temsil etmektedir. İslami düzen din adamları sınıfı üzerine kurulu teokrasi değil nomokrasi yani faziletin üstünlüğüdür. Hukukçunun değil hukukun üstünlüğüdür. Jüristokrasi de değildir. Aksi takdirde bu yol istibdada kapı aralar. İran'da değişen ne olursa olsun istibdat sabit kalmış sadece kılık, kılıf ve sınıf değiştirmiştir. Her devirde rengi değişse de ana yapı saklı kalmıştır. Şura yerine istibdat egemen olmuştur.

İran rejimi İslami olarak tanımlansa da bu tanımın içeriği ve muhtevası olan velayet-i fakih sistemi İslami anlayışa aykırıdır. İlk günden beri bu aykırılığı deşifre edilmiştir. Dr. Faruk Abdusselam gibi bu sahanın uzmanları 'İslam Terazisinde Velayet-i Fakih' gibi kitaplar kaleme almışlardır.

Geçmişte Mir Huseyin Musevi'den sonra karmaşa ürettiği için bu ülkede başbakanlık makamı da kaldırılmıştır. Rejimin maslahatını teşhis kurumu gibi kurumlar ihdas edilmiştir. Bu açıdan ya Hamaney hayatta iken bu rejimden kurtulmalı ya da en azından vefatıyla birlikte yeni düzenlemelere ve düzene geçilmelidir. Keza anayasa da değiştirilmeli ülke ve çevre bütünlüğünü dikkate almalıdır. Şiilik vurgusu kaldırılmalı ve mezhep hanesi boş bırakılmalı ya da esnetilmeli ve Şiilik başka mezheplerle birlikte anılmalıdır. Bu da çelişkiye neden olabilir. Esasen anayasada İslam'dan başka bir vurguya gerek yoktur. Yeni anayasada İran'ın çevresiyle bir bütün olduğu vurgulanmalı diğer mezheplere ve İslam dünyasına açık bir varlık olduğu da hatırlatılmalıdır. Yatay ve dikey olarak İran'ın dikotomik yani zıtlaştırıcı karakterine veda edilmelidir.

Veliyyifakih yerine seçilmiş bir cumhurbaşkanı ülkeyi yönetmeli ve lüzumuna binaen belki başbakanlık kurumu da yeniden geri getirilmelidir. Elbette bu hususlar ayrıntıdır. Önemli olan mevcut rejimden kurtulmaktır. Devrimler ilk önce kendi çocuklarını yer deyimi gereği devrim kendisine ve çocuklarına da yabancılaşmıştır. Onları öğütmüş ve tüketmiştir. Irak ile Suriye'de 20 yıldır Sünni dünya ile savaşmış ve sekter zeminde mezhepler arası savaş yürütmüştür. Bu da Irak'ta olduğu gibi Amerikalıların ya da yabancıların bölge ülkelerine musallat olmalarını kolaylaştırmıştır.

Hakan Çelik'in Posta gazetesinde 'Komşuluk dengesi ve büyüyen tehditler' başlığı altında değindiği gibi 'yakın coğrafyamızda istikrarsızlık kronikleşti. Haritaların sınırları duruyor ama içerikler sürekli değişiyor. Bu karmaşık tabloda Türkiye'nin en zorlu komşularından biri kuşkusuz İran.' Bizde ise İran lehine bir algı yürütülüyor. Sanki Kasr-ı Şirin Antlaşması ebedi barışı koruyor! Hiç delinmiyor. Halbuki şeklen aynı kalsa da muhtevası sürekli değişmektedir. Bunu reddedenler mugalata yapıyorlar. Halbuki haritalar değişmese de zemin kum tepeleri gibi gidip geliyor. Sınırlar aynı kalsa bile muhteva değişiyor! Saddam dönemindeki Irak ile sonrasındaki Irak aynı mı? Birileri aynı diyerek bizi oyalamaya ve aldatmaya çalışıyor.

İran, Amerikan işgalinden sonra vekalet güçleriyle birlikte Irak'a abanmıştır. İranlı yetkililer akabinde sıkılmadan ve utanmadan Amerikalıların açtığı yoldan Irak'ta birinci güç haline geldiklerini söylemişlerdir.

Kısaca İran, revizyonla yıkılma arasında gidip gelmektedir. Revizyonu geciktirdikçe yıkılma ihtimali artmaktadır. Zira rejim yapısal anlamda bozuktur. Kendi selameti ve İslam dünyasının selameti açısından molla rejimi geri gelmemek üzere revize edilmelidir. İranlı Şii mollalar Musaddık dönemindeki gibi toprak reformuna karşı çıkmışlardır. Milli bir hükumetin doğuşuna engel olmuşlardır. Şah'tan sonra ABD ve Batı da onları bu yönleriyle kullanmıştır. Hıristiyan zeminden Evanjelik din adamları gibi İslami zeminden de en zengin din adamları sınıfı İran mollalarıdır. İnsanların mallarını ve mülklerini batıl yolla yemektedirler.

Yine Şiilikteki mali istismarın kaynağı olan merci-i taklit kurumu kaldırılmalıdır.

Herkes dinini açık kaynaklardan kendi öğrenebilir ve gerekirse bilmediklerini sorabilir. Bunun için din adamlarına değil alimlere ihtiyaç vardır. Taklit mercilerine değil. Ya İslam dünyasının yararlı bir organı olmalı ya da yakasından düşmelidir.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Mustafa Özcan

Mustafa Özcan Diğer Yazıları